Kestane Şekeri

Gel otur biraz haydi, çok yoruyor dünya seni… Bazen dedi, anneler hayalde de evlatlarını düşünür, hayal aleminde de çıkar gelir okşar çocuklarının saçlarını.

Öznur GÖRÜR KISAR

Eğitimci

 “Bu insanlar arasında kalbim, sık bir ormanda dolaşan kelebek gibi, ne tarafa uçsa ağaçlara çarpıyor. Nasıl kurtulmalı bu darlıktan?”, cümlelerini özenle not almıştı. Hemen sonrasında bu enfes tespitin kendisinde uyandırdığı duyguları sıralamıştı.  Bu minik not defteri, bu cümleler, onları okudukça içinde bir şeylerin kopuverdiğini hissediyordu. Boğazında düğümlenen her ne ise onu zapt etmeye çalıştı. Annesinin yıllar önce aldığı küçük notlar ve alıntılardan oluşuyordu bu küçük defter. Boğazındaki o tuhaf düğüm, gözündeki damla, öylece duruyor; bakışlarını uzaklara dikip, başka şeylere odaklanmaya çalışsa da olmuyor, geçip gitmiyordu bulutlar. Her daim yağmaya hazır bir coşkun duygu sağanağı gönlünü acıtıyor, çoğu kez kendisini çaresiz hissettiriyordu.

    Ağlamak boş iş diyordu eski bir arkadaşı. Ona göre ehemmiyet veremediği, üstesinden gelemediği her duygu ve eylem boş işti zaten. Bir anda ona olan kızgınlık ve kırgınlık duygularını hatırladı. Oysa onu bir daha hatırlamayacağına dair kendine bir söz vermişti.

   Elleri ceket ceplerinde bir mendil aradı, gereksiz bir sürü şey vardı fakat kullanılmış da olsa bir mendil bulamadı. O esnada iskeledeki vapurun korna sesi ile irkildi. Oturduğu eski tahta banka yaslandı. O esnada minik bir kedi ayaklarına dolanıyor, adeta zorla kendisini sevdirmeye çalışıyordu. Bir müddet kedi ile oynadı.  Elindeki defteri özenle ceketinin iç cebine yerleştirdi. Ne zaman annesinin defterinden satırlar okusa onunla saatlerce sohbet etmiş gibi gönlü coşuyor, nihayetinde ise büsbütün kayboluyordu. Ceket cebindeki defteri yeniden çıkarıp kokladı ve kalbinin hemen üzerindeki iç cebine yerleştirdi. Okuduğu satırlarda eskiden olduğu gibi uzun sohbetlerini, birlikte gülüşmelerini hatırladı; her seferinde annesi ile muhabbet etmiş gibi mutlu ve güvende hissederdi kendisini. Yine öyle oldu, annesinin not aldığı satırlar arasına bıraktı kendisini, onun şefkatli kollarına. Eski günlerdeki gibi duymayı hayal ettiği sesi, adeta usul usul başını okşuyor, sanki annesi gülümseyen bir çehre ile onu seyrediyordu. Başka türlüsü mümkün olmuyor anne dedi. Sen hatırlamıyorsun bize dair hiçbir şeyi. Halbuki söyleyebilsen, oğlum bir kahve mi içsek birlikte? Gel otur biraz haydi, çok yoruyor dünya seni… Bazen dedi, anneler hayalde de evlatlarını düşünür, hayal aleminde de çıkar gelir okşar çocuklarının saçlarını.

 Elif hanımın annesi aslında hiçbir yere gitmemişti. Yani henüz göçmemişti dünyadan. Fakat bazen insan hiçbir yere gitmeden de birinden gidebilir, gitmek ne ola ki, diye düşündü, iç çekti… Anneciğinin onu hatırlayamaması, tanıyamaması, gidişlerin en acısı değil miydi? Anneciğinin yıllardır hiçbir şeyi, neredeyse hiç kimseyi, hatırlamaması gönlüne ne denli ağır geliyordu… Bir bilseler diye düşündü.

  Bir bilseler, dedi. Bir bilse, şu başımın üzerinde çığlık çığlığa uçuşup dönen martılar. Bir bilse, kıyıdaki koca kayaları dövüp duran hırçın dalgalar. Bir bilse, denizde tutunduğu her şeyi yeşile boyayan yosunlar. Bir bilse, her zaman acelesi olan şu devasa kalabalık. Bir bilse yerde uçuşan sapsarı gazeller.

    Akşam karanlığı bastırıyor, rüzgâr zayıf ellerini ve yanaklarını buz gibi yalayıp geçiyor, ince ceketi onu artık soğuktan koruyamıyordu. Toparlandı, biraz yürür çınar altında bir çay içer dönerim, diye düşündü. Kısmayı unuttuğu telefonunun sesi ile irkildi. Kardeşiydi arayan. Haftanın bir günü toplam iki saat annesinin bakımı ona aitti. Fakat o iki saatte de türlü bahaneler ile ya gelmez ya da geldiğinde çıkıp gitmek için mazeretler uydururdu. Yine yoğun işlerinden dem vurup annesinin yanından acil ayrılması gerektiğini söylüyordu ağabeyine. Düzenli işini bırakıp, tüm hayatını annesine adayalı çok uzun yıllar olmuştu. Evlenmeyi hep erteledi. Zaten artık onu kimselere emanet edemeyeceğini çok iyi biliyordu. Koşar adımlarla araç bulup eve ulaştı. Annesini pencere önünde, babasını bekleyen küçük bir kız masumiyeti ve mahcubiyetinde buldu. Yalvaran gözlerle tarağı uzattı. Saçlarımı tarayabilir misin baba? diye seslendi oğluna. Oğlu kocaman bir gülümseme ile içindeki keder bulutunu sildi ve yanaklarına koca bir baba gülüşü, merhameti kondurdu. Gel bakalım Elifciiik. Her seferinde farklı birine benzetmek, tanıyamamak, bu hastalığın cilvelerinden evet; fakat mutlaka yaradan bir şeyi murad ediyor olmalı dedi mutmain bir tevekkülle.  “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir” hadisini hatırladı, gönlündeki ağırlıklar sanki biraz hafifler gibi olmuştu. Elindeki paketi sevgiyle anneciğine uzattı; bak anneciğim sana kestane şekeri aldım. Bir kahve yapalım, içeriz birlikte.