Kendisiyle iletişimi bozulan insan, kendisine iyi gelecek sorular soramaz ve özgürleşme adı altında sistemin çizgilerinden taşmadan sömürülmeye devam eder. Ruhundaki boşluğu dolduracak hazine yine Neoliberal söylem ve kavramlardan müteşekkil bankaların içindedir.
Şehnaz FINDIK

“Modern devlet, küreselleşme projesi ile işbirliği ve mücadelesinde, rakipsiz bir biçimde, maddi gerçeklik dünyasına angaje olarak kalır. Neredeyse tek ve nihai arzusu maddi kazançtan ibaret olan homo economicus’a bağlıdır ve onu yüceltir. Bu, İslam’ın ahlaki olarak inşa edilmiş homo economicus’uyla ve onun yönetimiyle, daha yüce bir ahlaki tahakküme bağlı olan bu türle tam bir zıtlık içindedir. (…) Bu ahlaki homo economicus olmadan İslam’ın, Müslümanların ya da Müslüman bir medeniyetin var olması, en azından bizim onları önerdiğimiz şekliyle, oldukça zordur.”
Wael B. Hallaq, İmkânsız Devlet, Babil Kitap, 5.bas, Mart 2022, s.265.
Dünyanın büyüsünü bozmaya and içmiş Weberyan akıl, yönünü kapitalist şeriatın zaaflarına dikmiş olacak ki şimdilerde herkesi Netflix dizileriyle kadim inançların peşinde tarot falına götürüyor. Büyüsü bozulmuş dünyanın biraz da çivisini çıkaralım diyerek sözde astroloji adına gaipten, felekten ve transandantal diyarlardan müjdeli haberler satıyor. Şamanları, rahipleri, tapınakçıları, arkaik kabile reislerini, rabbileri ve daha nicesini ekmeğinden etmeden de bu işe son verecek değiller. İnsanoğlunun aşkın bir güce inanma ihtiyacını borsayı mabed edinerek ahlaksızca sömürmenin peşine düştüler. Size neden bunları yazdığıma gelecek olursak, kendisi işletme mezunu olan bir sosyal medya kullanıcısının “tarot falı uzmanlığı sertifikası” alarak lisanslı bir psikolog edasıyla “rehabilitasyon ve meditasyon” seansları dahi sattığını öğrenmişken susacak değildim ya! Bu yeni ve karmaşık dinin insanlığı hangi noktaya getirdiğini gerçek bir sistem eleştirisi yapmadan anlayabileceğimizi düşünmüyorum. Öyle tabi, çağımızın duygusal sancılarını ve akli sakatlıklarını tespit etmeden nereden başlayarak ve hangi yöntemle hakikate uzanan bir köprü inşa edebiliriz ki? Evvela yanlışlara yanlış diyerek fark etmeye başlayalım derim.
Döngüsel tarih anlayışına sahip olan İslam medeniyeti, ilerlemeci (çizgisel) tarih anlayışına sahip olan Batılı sanayicilerin iddia ettiği gibi gelişmeci tavrın kör noktasında değildir. Aksine döngüsel tarih anlayışı ile geçmişin bugünden daha iyi, daha ileri ve daha mutlu olabileceği her fırsatta idrake sunulmuştur. İslam düşünürleri Asurluların, Babillerin veya Antik Mısır’ın kullandığı teknolojinin günümüzden daha ileri olduğu noktaları saptadı ve o dönemdeki toplulukların sahip olduğu aklın, feraset ve izanın yarısı kadar performans gösteremeyen modern teknoloji ve takipçilerine yeni “neoliberal” dinlerinin sınırlarını bildirdi. Geldiğimiz noktada ilerlemeci tarih daha fazla ilerleyemeden kadim olanı gelecek olanla yaklaştırmaya girişti. Dolayısıyla büyülere, tılsımlara, Venüs ve Jüpiter’in kaçamak danslarına bakarak insanların ve milletlerin davranışlarını anlamlandırma furyası geri döndü. Neoliberalizmin özgürlük, irade, eşitlik ve birey odaklı tüm o paradigmaları da bulduğu arızalı alanlara mistik tecrübeler enjekte etmekte gecikmedi. Küresel sistemin yaralarına yine küresel sistemin iddialarını yutan ilaçlar üretildi ve “eskiyi getirene yeni ambalajlı eski hediye” denildi. Anlayacağınız, Nietzsche’nin Tanrısı bu kez ölümden kıl payı kurtuldu.
Günümüz düşünürlerinden bazıları içinde yaşadığımız neoliberal rejimi yeni bir din olarak; insanı, özgürlüğünü, kişiliğini ve hayallerini ahiret ve ruh birliğinden koparan yeni bir din olarak telakki eder. Bu anlamda din ve dini kavrayışta insanların kullandığı veya maruz kaldığı inanç dilinin tedricen ve kasten yozlaştırıldığına kanaat getirilir. Bu düşünürlerden Walter Benjamin’e göre kapitalizm yeni bir Tanrısal iddia sunmaktadır. İnsanları neoliberalizm eliyle ekonomik saiklerle kuşatan bu yeni Tanrı, yeni günahlar yaratarak insanı özgür iradenin kölesi kılacak yeni bir kutsal dil inşa etmiştir. İnsanın kendisine dönmesini ve fıtratındaki itidal, özgürlük ve inanç temayüllerini ortadan kaldırmayı asli bir devrim meselesi haline getirmiştir. Öte yandan Neoliberal rejim altında insan, içine doğduğu dünyada özgür iradesiyle seçimler yapan bir girişimci, kendi kaderini tayin eden bir demokrat ve mutlak mutluluğunu önceden belirlemiş bu Tanrısal sistemin bir mümini olmalıdır. Üstelik bunu kafasında ve kalbinde beliren arayışa, tehlikeli soru ve şüphelere yer verme zahmetine girmeden yapmalıdır.
Byung-Chul Han Psikopolitika adlı eserinde, Neoliberal sistemin, insanları birey olarak doğrudan ele geçirmekten çok onların içsel dünyalarına, psikolojik yapılarına ve benliklerine yerleştirilen tahakküm bağlamında ele geçirmeye dikkat çeker.[1] Kendisiyle iletişimi bozulan insan, kendisine iyi gelecek sorular soramaz ve özgürleşme adı altında sistemin çizgilerinden taşmadan sömürülmeye devam eder. Ruhundaki boşluğu dolduracak hazine yine Neoliberal söylem ve kavramlardan müteşekkil bankaların içindedir. Bilhassa semavi inançları ve onların köklü sosyal sistemlerini itibarsızlaştırarak bu inançları akla ve vicdana birer kısıtlama gibi lanse eder. Fakat geldiğimiz noktada Neoliberal rejimlere entegrasyon için bu semavi inançlar, bilhassa evrensel iddialarını terk etmek şartıyla sistem içinde evcilleştirilir. Haliyle yüz yıllardır bedavaya secde eden insana bolca para akıtarak mutlu olabileceği, özgür ve modern bir alan olan mistik mağazalar kalır. Tibet’te dağlara secde ederek Nirvana bekleyen kafası kelleşmiş dervişanelik için epeyce masraf yapılır, sosyal medyada çokça layk toplanır ve sözüm ona nihai mutluluk amacı gerçekleşir. Elbette mutlu olunacaktır, zira soru sormak, acabalarla yaşamak zor ve zahmetlidir. Paranın, pop kültürünün, moda ve akımların çözemeyeceği sorun, açamayacağı kapı yoktur artık. Modern insanın monolog imdadına Neoliberal dervişler ve epilog ozanları çare olmuşlardır. Daha ne olsundur?
Yaşadığımız çağın anlam tahribatına bir de Harry Harootunian’dan bakalım. Harootunian, İmparatorluğun Yeni Kılığı: Kaybedilen ve Tekrar Ele Geçirilen Paradigma adlı eserinde, Weber’in kapitalizmin meşru üretimi için Avrupa’nın dünü ve bugünü arasındaki uçurumu nasıl Batı ile “Geri Kalanlar” arasındaki bir ayrılığa dönüştürdüğünü aktarır.[2] Onun Weberci anlayışın dinin evrensel ve kültürler üstü önemini bertaraf ederek sömürgeciliği ileri modernleşme olarak yeniden üretmesine karşı verdiği tepki oldukça anlamlıdır. İnsanlar sermaye dinine tabi olmak için başka bir Tanrı üretmek zorundadır ve bu üretim insanın önemli sorularını elinden alan en büyük düşmanı olacaktır. Çünkü sömürünün doğasında merhamet ve vicdan gibi tuhaf ve ilkel dürtüler olmamalıdır. Dolayısıyla kendilik arayışından sıyrılmanın ilk aşaması hakikatin Tanrısını öldürüp yerine herkesin kendi Tanrısını koymaktır. Bu yeni Tanrı bir konsensüs ürünüdür ve demokratik yollarla seçilmiştir. Buradan hareketle insanın kendini aramasına neden olacak türden sorular sormaması için hiçbir hakikat kendi bağlamı içinde cazip hale getirilmemelidir. Aksi halde ilahi mesajların sadece kulağına fısıldanmasıyla bile kendine gelecek bir yığın insan bir çuval inciri berbat edecektir.
Protestan ahlâkı ile yola çıkan Batılı sömürgecilik dini, netice itibariyle bugün Neoliberalizm eliyle kendi Katolik malzemelerini yeniden üretmek zorunda kalmıştır. Öyle ki fıtratından men edilen özgürlük meftunları, kadın hareketlerini emek bağlamından kopararak onu bir Neoliberal özgürleşme objesi haline getirmiştir. Kadına mutluluk alanları dayatılmış ve iktisadi derinleşme için doğurmaktan, sevilmekten, korunmaktan ve sakınılmaktan men edilen kadın, eşitlikçi zorbalığın nesnesine evrilmiştir. Byung-Chul Han’ın “özgür olmanın zorlamalardan arınmış olmak” tanımına istinaden özgür birey, bu kez aşırı özgür despotizmin elinde başka bir köleliği kabul etmeye mecbur bırakılmıştır. İnsan, Protestan devrimine göre özgür olmamak için Tanrı’yı üretmiştir, ama şimdi özgür olmak için yine iktidarı devrettiği başka bir Tanrı’ya muhtaçtır.
Neoliberal dinde herkes aynı kıyafetleri giyerek, aynı dikkati cezbetmenin hazzına kapılarak ve aynı ihtirastan nasibini alarak kendi Katolik irticasının yaratıcısıdır. Peki, ama gaybın, kader ve kazanın bilgisi neden yeniden merak konusudur? Kendisiyle irtibatı sıfırlanan özgür insanın sorulacak soruları olmadığından ölüm ve ölümden sonraki hayat bilinci de yoktur. Öyleyse bu tevhid arayışına Neoliberal dinin bir fetva getirmesi elzemdir. Dolayısıyla birkaç sezonluk fantastik bir internet dizisi, nübüvvet ve hikmetle rabıtasını koparmış olan insanın fıtratında (yaradılıştan) var olan tevhide muhtaç cevheri aldatmak için kolları sıvayacaktır. Böylesi bir insana hangi ilahi mesaj nasıl ulaştırılır? Neoliberal rejim ile bütünleşen şirk eylemi, tevhidin en büyük düşmanı olarak kendini bu kadar dayatmışken hangi İbrahim elinde bir balta ile gezebilir?
Peki ya fıtrat, kader, tevhid ve ölüm bilinci olan İbrahimler nerede? Neoliberal rejimin tanrısal tüm iddialarına akli ve kalbi olarak direnen, benliğinin farkında olanların asıl muhatabı kim? Bu soruların cevabını çok uzakta aramadan Sezai Karakoç’un bin yıllık İslam mefkûresine müracaat etmeyi teklif ediyorum. Karakoç, sistemi yerinden sökecek yeni bir hakikat medeniyeti kurgularken Müslümanı bu medeniyetin düzen kurucu aktörü olarak görmüş ve ondaki arayıcılık aşkına, sahip olma vasfını kurtarıcı olarak addetmişti.[3] Çünkü İslam’ın diriliş programına dâhil ettiği düşünmenin yeniden yapılandırılması, sistemin arızalarının yeniden tespit edilmesi gibi hayati meseleler yeni kurulacak “hür” ve “mutlu” düzen için olmazsa olmazdır. Kısıtları Neoliberal din ve türevleri değil, rahmani bir nizam ile vahy belirleyecek ve insanın yaratıcısı ile rabıtası kendi iç dünyasındaki ahlak, anlayış ve iyilik ile tamamlanacaktır. Böylelikle Müslüman akıl, Kur’anî bir metotla, yani terbiye ve talim yoluyla Neoliberal menfaatlerin tesiri altında kalmaktan kurtulacaktır. İşte o zaman İbrahim’in tevhid arayışında baltanın önemi anlaşılacaktır.
Tevhide susamış Neoliberal dinin insanları sorgulamaktan ve düşünmekten böylesine kaçarken ve atalarından gördükleri sermaye dinine bu denli sarılmışken bu nasıl mümkün olabilir? Söz konusu “terbiye” ve “rehberlik” olduğunda insanların ahlaki, akli, ruhsal ve duygusal durumları muhakkak büyük bir ilerleme kat edebilir. İyi ve faziletli bir üslup, insanoğluna daima arayış içinde olduğu marifet ve mutluluğu getirebilir. Neoliberal düşüncenin İslam’ın bu köklü anlayışına karşı temel paradigması özgürlükçü ve marjinal aidiyetleri de kendi içinde sisteme entegre etmektir. Fakat bunun için bilimi dahi çarpıtılmış istatistiki verilerle tekelleştiren ve muhalif “olgu”yu bile sistem dışı bırakan bu sözde Tanrısal rejim, ahirete iman iştiyakı karşısında birkaç fantastik internet dizisinden başka bir şey üretemiyor.
İnsanın fıtratına, mizacına ve çağın ruhuna uygun olarak kişi odaklı tedavi, şeriat ve yaşam prensipleri öngörebilen tek sistem, ancak ve ancak İslamiyet kanalıyla inşa edilebilir. Zira bu sistemde soyut olanın somut olana delil olması esastır. Hikmet sahibi bir aklın bu deliller bağlamında dünyalık menfaat ve kâr hırsı olmadan bilinçli bir tercihi söz konusudur ve insan, tercih yapabildiği ölçüde insanlığını keşfedecektir. En temel haliyle sevginin, kendilik bilincinin ve anlam arayışının fıtrata ve çağın araçlarına uygun bir şekilde insan kişiliğinde doğru konumlandırılması az da olsa devamlı yapılan iyiliğin tesiri ile mümkündür. Fakat iyilik ve istikrarı sadece kapitalist sermayenin büyümesi için var olan kavramlar olarak gören Neoliberal dine göre insan, ancak ekonomik başarıya sahip olmakla mutlu olabilir. Neoliberal dinin takipçilerini üzen ilk büyük yanılgı da tam olarak budur.
İslam’a göre insan, fıtratı imkânında farklı meziyetlere sahip olabildiği gibi yine mizacı ve zaafları imkânında anlayış ve yönelişe sahiptir. Öyleyse çağın dijital ekranları, metaverse alanları, sosyal medyası ve daha başka sanal varlıkların tamamı güçlü bir yabancılaşma inşa ederken buna karşı koyabilecek tek anlayış insanoğlunun fıtratındaki korunma, gözetilme, ölüm sonrası belirsizliği kaldırma, uhuvvet ve adalet duygularını yeşertmektir. Tevhidle rabıtasını tamamen koparmamış ve anlam arayışı içindeki insanları yeniden kazanmak için kolay, müjdeleyici ve hakikati sevdirici işlerin Karakoç’un sözünü ettiği aşk ile yapılması zaruridir. Müslümanların bu yeni tip putperest akıma karşı koyarken arayış içinde ve acı çeken insanlığa yeniden kendilik bilincini sorgulama imkânı vermesi hayatidir.
[1] Byung-Chul Han, Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri, Metis Yay., İstanbul: 2020, s.35.
[2] Harry Harootunian, İmparatorluğun Yeni Kılığı: Kaybedilen ve Tekrar Ele Geçirilen Paradigma, Çev. Erken Ünal, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi,İstanbul:2006, s.42-43.
[3] Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü, Diriliş Yayınları, 30.bas, s.60.