Sonsuzluk Dili ve Ke-Ke-Me Teslimiyet

İslam’ın apaçık; mekân, zaman ve insan seçmeden çağrıya duran söylemi, aynı zamanda etkili bir dildir. Kendine has bir vücut dili zamanın içinden mekânı geçerek sonsuza akan duru ırmağı andırır. Diri, coşkun ve ihya eden bu akışın meramı, insanı ebedi kurtuluşa çağırmaktır.

Ahmet MERCAN

İnsanın yeryüzü macerasının peygamberle başlaması önemlidir. İhtiyaçlarını karşılayacak sayısız nimetle donatılmış arza inen insanı yalnız bırakmayan, ona rehberlik eden vahyin varlığı pek çok hikmete kapı aralar. İnsana kendini, yaratıcısını, yaratılış amacını; ölümü, ahireti tanıtan ve dünyada ihtiyacı olan ölçüyü veren vahiy, peygamberden peygambere devredilen bilgi ve uygulama olarak hayati öneme sahiptir.

Duru bir ırmak gibi akan vahyin bilgisi incelendiğinde, insanın meramına denk gelen ve onu aşan mahiyetiyle üç büyük boyutu ihata eder. Vahiy, görünüşler âlemi olarak fiziki düzlemde insanın ihtiyacı olan bilgiyi/ölçüyü ortaya koyar. İnsan bilme ve anlama arzusuyla dünyaya sığmayan varlıktır. Olandan/gösterilenden yola çıkarak gösterilmek istenene ulaşmaya çalışırken düşünme boyutuna; fizik ötesine geçer. Bu aynı zamanda insanı yaratılanlar içinde ayrıcalıklı kılan ve ünsiyet kurma açısından farklı yapan bir durumdur.

İnsan görülür ve düşünülür âlemde kendini var ettiğinde “yetmezlik” durumuyla karşılaştığını hisseder. Ve ortaya çıkan durum, epistemik mahiyetle sınırlı olan gerçeklik alanıdır. İnsan gerçeklik âlemine sığmayan onu aşmak isteyen yetilerle her şeyin “aslı”nı veren bir bilgiye ihtiyaç duyar.

Vahiy, bilgiyi belirleyen bilgi olarak insanın ihtiyarına sunulur. Elçiler eliyle uygulaması sağlanan vahiy sayesinde iyi, güzel ve doğru hikmetle bütünlük kazanmış olur. Sorumluluğunu kuşanmaya çağrılan insan, yaratılmışların zirvesinde ve oradan teklifi kabullenmesiyle meleküt âlemine; inkâra yönelmesiyle hayvanlardan daha aşağı konuma sahip olacağı bilgisiyle haberdar edilir.

İnsana inkâr ve iman yolu tanıtılır ve serbest bırakılır.

Akleden; anlayan ve anlatan varlık olarak insana apaçık biçimde kitap seslenir. Sebep ve sonuçlarıyla bilinen veya bilenemeyen gayb âleminden bilgiler sunulur.

Bu üç bilgi müteal /aşkın boyuttur. Ve vahye tabi olanların fizik ve fizikötesi gerçeklik algısının ilkelerini oluşturur.

Gaybın bilgisiyle insanın ihtiyaç duyduğu bütün bilgi kaynakları tamam olur. Vahyin künhüne varan insan için; insan, toplum, hayat, ölüm; dünya ahiret ikilemleri anlamlı bir tutarlılık ve bütüncül ahenkle müminin idrakine yerleşir. İnsan çaba gösterdiği, kendini adadığı oranda, beşerden kemalat yolculuğuna çıkma fırsatına, vahyin bu büyük, insanı ihya edip aşan nimetiyle hakikate tutunma imkânı hâsıl olur.

Yoktan var eden, koruyup gözeten, yaşatan, öldüren, tekrar diriltip hesaba çekenin varlığı, vahyin hakikatten insana bildirdiği bilgi sayesinde bilinebilir. İnsan hakikati bilemez. Ancak onunla vahiy sayesinde irtibat kurar, kendini aşan boyutuyla ona tabi olur.

Üç boyutuyla insana; görülür, düşünülür ve bu iki âlemin temel ilkelerini veren vahiy verildiğinde insanı anlama ve karar verme ödevi kuşatmış olur. Varlık, bilgi ve değeri insanı idrakine sunan İslam’ın söylemine iman ederek yaklaşan ile inkâr eden, uzaklaşan arasında dünya görüşü, yaşam tarzı elbette başka olacaktır.

İslam’ın apaçık; mekân, zaman ve insan seçmeden çağrıya duran söylemi, aynı zamanda etkili bir dildir. Kendine has bir vücut dili zamanın içinden mekânı geçerek sonsuza akan duru ırmağı andırır. Diri, coşkun ve ihya eden bu akışın meramı, insanı ebedi kurtuluşa çağırmaktır.

İslam’ın söylemi güçlü bir dildir ve ikinci boyuta taşınma ihtiyacı duyar. Müslümanlar eliyle fiziki âlemde inşa edilerek iddiasını göstermek ister. Bu durum medeniyet boyutudur. İslam, toplum ve mekân üzerinde görünürlüğünü inşa ederken değişmeyen inanç ve şartlara göre köküne bağlı olarak esneyen muamelat boyutuyla yeryüzünde farklı dönemlerde inşa ettiği medeniyetlerle sözünü görüntüye dönüştürerek tarih bilincine taşıdı ve dilini, fiziki âlemi de içine alarak genişletmiş oldu.

Vahyin son elçisi Hz. Muhammed ile zirveye ulaşan İslam, peygamber sonrasında değişen şartlarla telif edilme aşamasında çoklu bir anlayışa evirildi. Referans birlikteliği ve samimi niyetle oluşan yorumlar birer zenginlik bahsi olarak ele alınmaya değerken, özellikle son üç yüz yıldır, İslam’ın dili içten ve dıştan daralma yaşayarak kekeleme düzeyine indi.

İçinde bulunduğumuz çağ, aşkın boyuttan kopan seküler gerçekliğin etkisinde yürümektedir.

İslam dünyası kendine yabancılaşarak bu yürüyüşü, kör bir seyirle izlerken kendini ifade edecek fikir ve inşa düzleminden düştü; dilini kaybetti. Dengenin ifadesi olan, insana Rabbi tarafından teklif olarak sunulan, çağrısı “hikmetle, güzel sözle” ifadeye duran İslam’ın dili madde medeniyetine yenik düştü. Güzel iyiden; iyi doğrudan çözüldü. Seküler medeniyetin hümanistik ufkuna mekanik evren anlayışına sıkışıp aşkın boyuttan koptu.

Günümüzde, postmodern çağda, doğru yerini faydaya, ahlaki olan yerini “hoş” olana bıraktı. Hümanizmin kurgulanmış öznesi, tanrıyı da kendi zihninde arzularına onay verecek biçimde tasarlamaktadır. İslam’ın onurlu varlık, halife potansiyeli ile görmek istediği insan erdemleriyle kemalat yolculuğu yerine; hazların örgütlendiği, sorumluluktan kopuk bireyin biyolojik zevklerin gönüllü müşterisi konumunda; “meta söylemler bitti” vurgusuyla farklı ikazlara karşı kapısını kilitlemiş durumda.

İslam medeniyetinin çocukları, kaybettikleri iki dünya savaşı sonrası birliklerini ve daha da kötüsü dirayetlerini kaybettiler. Cellatlarına âşık hale geldiler. Seküler zihnin teknoloji üzerindeki egemenliği karşısında gözleri kamaşanların yer altı zenginlikleri talan edilirken göremediler. Sömürgeci güçlerin ihraç ettikleri kavramlar, yönetim biçimleri ve zihniyetlerle teknolojide geri kalmış olanları “arzuyla bağlanılan” müşteri hanesine kayıtladılar. İçten, ortaklar yoluyla, sömürüye açık hale gelmek, buna zihinsel hazır olmak sömürülmekten daha acı, iflah edilemez bir durum.

Son iki yüzyıl içinde ulus devlet normlarıyla kendini var etmeye çalışan, Batı yardımıyla bağımlı hale gelen, halkı Müslüman ülkelerde farklı tepkiler ortaya çıktı. İslam medeniyetinin merkezi konumunu kaybetmesi ve pratikte merkeze seküler zihnin kodlarına malik, adaletten kopuk gücün yerleşmesi İslam coğrafyasında farklı itirazlar ortaya çıkardı.

Ortaya çıkan ve oran olarak yüksek tebarüz eden grup, Batı hayranlığı olarak kendini gösterdi. Hayranlık farklı tonlarda kendi içinde değişiklik gösterse de celladını sorgulamadan zihni ve kalbi düzeyde âşık olandan müşteri düzeyi ile sınırlı kalma anlayışındaki ikinci gruba ve değişik ara tonlardan söz etmek mümkün.  Bütün bu öyküme başlığını “taklit”; taklitçilik olarak ifadelendirebiliriz.

İslam’ın bütüncül dilinin parça parça edilen sayısız nedenlerinden biri olarak ortaya çıkan taklitçilik, aynı zamanda, “bizden bir şey olmaz”ın dramatik ifade tarzıdır.

Söylem ve inşa boyutuyla İslam’ın ifade edilişini üç T ile ifade edebileceğimiz; taklit, tekfir, takiye parçalanmıştır. Fiziki inşa boyutuyla yok olmasına neden olmuştur.

İslam coğrafyasında sömürüye, işgal ve imha boyutuna şahit olanların tepkisi de işgalcilerin eylem diline yönelince elleri tetikte “öldürme mezhebi” ortaya çıkmış oldu. Kendilerine Kur’an’dan, bağlamından ve kitabın bütünlüğünden koparılmış ayetleri slogan yapan grubun durumu tam da Kur’an sayfalarını mızrakların ucuna takanları andırıyor. Kendilerine tabi olmayan Müslümanları tekfir ederek kendilerini var kılıyorlar. Dramatik olan şu ki; ellerindeki silahlar karşı olduklarını söyledikleri güçler tarafından verilmiş ve fiilleri onların faydasına işlerle sınırlı. Daha açık ifade ile, “vekalet savaşlarında” sömürgeciler savaştıkları ülkelerin çocuklarını kullanıyorlar. Atılan her kurşun, patlayan her bomba İslam’ın hayattan uzaklaştırılmasına, içerik boşalmasına hizmet ediyor. Kendilerine hangi özellikle bütün grupları, mezhepleri küfürle, şirkle niteleme yetkisi verildiği de ayrıca düşünülmeye değer.

Takiyeyi sahabi döneminde, ölüm korkusu karşısında mümine, inanmadığı sözleri söyleme yetkisi veren durum olarak ele alabiliriz. Özellikle Şia mezhebinin keyfi olarak kullandığı, silahlı mücadele yapan farklı grupların da başvurduğu bu tehlikeli tutum, ıslah edilemez tehlike barındıran İslam medeniyetinin kendi içinden türeyen üçüncü hastalık türü. Müslümanlar arası kullanılması, zaruri şartlar olmadan keyfi olarak devreye alınması, ilişkilerin güvenini daha baştan dinamitleyen bir tutumdur.

Ele aldığım (3T) ve almaya değer pek çok madde üzerinden İslam’ın mekândan, zamandan uzaklaşmasının nedenlerini sıralamak mümkün. Merkezi tutan aksiyolojik dengeli durum; bir başka ifade ile söylem ve inşa dilinin iki boyutta kendini reaksiyonsuz var kılmasını ortadan kaldırmasıyla, İslam’ın parçalanmış cümlesinin kırık kelimelerini andıran kimi serzeniş ve bilinçten kopuk ateşli uyanışlar tebarüz etmeye başladı.

Burada Peygamber yolunun temsilcisi ulema etkisinin olmayışı, fıkhın kendini yenileyememesinin mekândan ve anlam dünyasından kopuşa neden olduğu da yadsınamaz bir gerçek.

Her şeye rağmen, amaçlı evren tasavvuru insanı merkeze alan ve varlığı ona boyun eğdiren Rabb’in söylemi ile; insan noksan yaratılışla insan ötesi duruma taşıma çabası güden yapay zekâ sahiplerinin biyolojik zevk hapishanesinin hesaplaşması sürecek.

Aşkın varlık olan insanın dünya hapishanesine sığdırılması mümkün olmayacak.

Alemlere rahmet olarak gönderilmiş” (Enbiya-107) bir Peygamberin ümmeti yeniden sorumluluğunu kuşandığında, mekân ve zamana nüfuz edecek, düşünsel bilinci de söylem diline ekleme imkânı elde edecektir.

Şüphesiz ümitli oluşumuzun önemli dayanakları hala mevcut. İlk önce örtülmesi, devreden çıkarılması mümkün olmayan bir kitaba sahibiz. Bu kitapla hakikat ile irtibat kurma imkânımız mevcut. Yine her haliyle örnek ve önder olan elçi vasıtasıyla pratik ve usullere sahibiz.

Ölümü ve ölüm ötesini böylesine açık, anlaşılır, tutarlı bir bütünlükle ele alma imkânı İslam dışında hiçbir söylemde yok. İslam’ın söylemi inşai düzeyde baskı altında olsa da anlam ve oluş düzleminde merkezi konumunu Hz. Adem’den beri muhafaza etmektedir. Çünkü vahyin söylemi reaksiyoner değil; her şeyi yoktan var edenin kelamıdır.

 Kâinatı, insanı, ölümü ve ahireti tutarlı hale getiren de bu kudrettir.

Bunun ötesinde hangi söylem insanı korur ve kurtarır?

Hangi söz ve buluş ölümü ölümsüzlüğe taşıyabilir?

Kim, hangi bilim, sonsuzluğun sırrını çözebilir?

Tek mensubu olmasa dahi, anlam ve oluş düzlemiyle İslam, yegâne kurtuluştur.

Bunun dışında ortaya çıkan bütün söylemler, inkâr, sapma, reaksiyon barındırır ve bütün cümlelerinin hükmü ölümle sona erer.