Bir şehrin ruhunu oluşturan manevi unsurlar; o şehirdeki yapılar, sokaklardır. Özellikle kadim şehirlerdeki medeniyeti, o şehirlerdeki cami, kilise, tiyatro, sinema gibi yapılardan hareketle öğreniyoruz.
Betül ZEYREK
Öğretmen-Yazar

Mekâna Sinen Ruh: Sezai Karakoç’un Şiir ve Hikâyelerinde Şehir ve Medeniyet isimli eser, Fikri Kula’ya ait bir tez çalışmasının kitaplaşmış hali.
Fikri Kula; 1992 yılında Üsküdar’da dünyaya gelmiş. 2014 yılında Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra yüksek lisans eğitimini de yine Marmara Üniversitesi’nde Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde 2016 yılında tamamlamış. Kula, halen aynı üniversitede doktora eğitimine devam etmektedir. Ayrıca Nisan 2017 yılı itibari ile Aksaray Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görev yapmaktadır. Turkish Studies, Türk Edebiyatı, Yeni Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat gibi dergilerde akademik yayınları mevcuttur.
Yazarımızın hayatına kısaca değindikten sonra böylesine kıymetli bir çalışmayı biz okuyuculara ulaştırdığı için teşekkür ediyorum. Elimizdeki kitap, ilk baskısını Mart 2018 yılında yapmış. Hece Yayınları’ndan çıkan bu eserde, Sezai Karakoç temelde olmak üzere ‘medeniyet’ ve ‘şehir’ üzerine farklı önemli şahsiyetlerin de fikirlerine yer verilmiştir.
Yazarın kitaba vermiş olduğu bu isim ile okur mekânın da bir ruhu olduğunu idrak edebiliyor. Zira mekânın da ruhu vardır, anlayabilene, hissedebilene…
Son zamanlarda Sadettin Ökten, Mustafa Kutlu, Cemil Meriç, Nurettin Topçu gibi yazarların eserlerini okurken aslında bizim bildiğimiz ve anlam yüklediğimiz medeniyet kelimesinin onların eserlerindeki karşılıklarının birbirinden farklı ama birbirini tamamlar nitelikte, ortak bir paydada buluştuğunu görüyoruz. Bu eser ile birlikte medeniyete olan bakışım, farklı yöne evrildi. Bu eser ile birlikte medeniyete olan bakış açım değişti. Mekânlara ruhunu veren her bir yapı, benim için artık bambaşka bir hissiyatın ifade biçimi oldu.
Sezai Karakoç, Türk edebiyatı ve fikir dünyasının önemli şahsiyetlerinden biri olduğu için onun şiir ve hikâyelerinde geçen kavramlar üzerinden yapılan incelemeyi okumak, bambaşka bir haz verdi bana. Sezai Karakoç, şiir ve hikâyelerinde medeniyet ile şehirler arasında organik bir bağ olduğundan bahsetmiş. Karakoç’a göre peygamberler, sahabiler ve manevi önderler medeniyetin kurucuları arasında sayılır (s. 170). Özellikle de insanlığın bugünkü seviyesine gelmesinde başrol oynayan ‘İslam Medeniyeti’, tarih boyunca hüküm süren bütün büyük medeniyetleri bünyesinde barındırarak günümüz medeniyetine kaynaklık ettiği için titizlikle ele alınıp incelenmelidir. Bu görüşünü destekler mahiyette şiirlerinde ve hikâyelerinde bu bahse sık sık yer verir. Özellikle ‘Hızırla Kırk Saat’ şiirinde bunun en güzel örneklerini görürüz.
“Ey ulular sizin bana öğretmediğinizi
Ben zamandan öğrendim
Kuruyan hurma dalından öğrendim
Damıtılmış petrolden öğrendim
Yavrusunu arayan bir deveden öğrendim
Hapsedilmiş yarı yanık
Sancaklardan öğrendim
Yıkılmış taş kemerlerden öğrendim
Harap handan köprülerden öğrendim” (Gün Doğmadan, syf. 178-179)
Kula, kitabını üç bölümden oluşturmuştur. İlk kısımda yani giriş bölümünde ‘medeniyet’ ve ‘şehir’ kavramlarını, bu kavramların ifade ettiği anlamları ele almıştır. Özellikle bu kavramların anlamlarına yer verilirken Kur’an-ı Kerim’in de dikkate alınmış olması, bu eserin kaleme alınırken alelade yazılmadığının göstergesidir. Genelde medine ve medeniyet kavramları birlikte ele alınmış. “Şehir medeniyetin taşıyıcısı, medeniyet de şehri kurucu, güçlendirici ve şekillendiren unsurdur.” (s.11)
“Şehir neden bu kadar önemli diye düşününce; bir toplumun/milletin sosyal hayatı şehirlerine yansır. Ekonomik, kültürel ilişkiler hep şehirlerde yoğunlaşır. Şehir geleneğin koruyucusu, yaşatıcısı rolünü üstlendiği gibi değişime açılan kapı da olur; insanlar, farklı kültürlerle ve yeni gelişmelerle şehirlerde tanışır.” (s.18)
Eserin ikinci bölümünde ise şehrin medeniyet kurucu ve koruyucusu olma vasfı, şehir ve insan ilişkisi, tarihi eserlerin şehrin manevi yapısındaki rolü, modernleşme karşısında şehrin kaybolan ruhu üzerinde durulmuştur. Özellikle şiirleri ele alırken ayrı ayrı kitapları incelemek yerine Gün Doğmadan adlı şiir kitabından yararlanılmıştır. Hikâyeler incelenirken ise Meydan Ortaya Çıktığında ve Portreler adlı hikâye kitapları incelenmiş, şehir ve medeniyet kavramları üzerinden ele alınıp değerlendirilmiştir. Son kısımda ise kısa bir özete ve geniş bir kaynakçaya yer verilmiştir.
Bir şehrin ruhunu oluşturan manevi unsurlar; o şehirdeki yapılar, sokaklardır. Özellikle kadim şehirlerdeki medeniyeti, o şehirlerdeki cami, kilise, tiyatro, sinema gibi yapılardan hareketle öğreniyoruz. Bu yüzden şehir ve şehri oluşturan tarihi yapılar, o şehrin medeniyeti hakkında bize yeteri kadar donanım sunabilir. Bu yapıların daha estetik ve sanatsal olması ise o şehrin ruhunu ifade eden en temel unsurlardır. Bu yapılar zamanla değişime ve dönüşüme uğramıştır. Bu dönüşüm genel manada hep olumsuz anlamda cereyan etmiş ve bu yapılarla birlikte şehirler de ruhunu zamanla kaybetmişlerdir. Sezai Karakoç’un şiirlerinde bir mısra ne kadar da güzel ifade etmiş bu durumu. Artık hiçbir şeyde iz bulamıyoruz, hatıra oluşturamıyoruz.
“Taşlar hâtıra yazılamayacak kadar
Fazla kararmış”
(Gün Doğmadan, s. 176)
Modernizmin etkisi şehirleri, şehirlerin içindeki dini yapıları da olumsuz etkilemiştir. Mustafa Kutlu, şehirlerin kaybolan o ruhu ile ilgili sürekli yazılar kaleme alır. Ona göre şehirlere ruhunu veren en kıymetli yapılar camiler, çeşmeler ve sokaklardır. Genel olarak dönüp baktığımızda aslında herkesin şikâyet ettiği şehirlerin ruhsuz hali tamamen biz insanların modern dünyada değişime ve dönüşüme uğrayan, bitmek tükenmek bilmeyen o istek ve arzularının olduğunu görüyoruz. Birkaç yazar dışında bu ruhu yeniden diriltmek isteyen ve bu derdini şiirlerine, hikâyelerine konu edinen başka kimsecikler yok. Yapayalnız bıraktık biz şehirleri; savunmasız, medeniyetsiz bıraktık. Tarihi eserlere sahip çıkmayarak şehirleri kimliksiz bıraktık aslında; medeniyetsiz bıraktık. Çünkü tarihi eserler, yani Sezai Karakoç’un da şiirlerinde genişçe yer verdiği cami, çeşme, türbe, mezar ve ev gibi yapılar medeniyetin en temel hazinelerini oluşturur. Bu hazineler, birer birer elimizden kayıp giderken biz sadece seyirci olduk.
Asıl dertlenilecek mevzu burası tam olarak; medeniyetin kaybolan ruhunu yeniden ayağı kaldırmak, tozlarını silkmek. Bu yüzden Sezai Karakoç gibi fikir adamlarının şiirlerinde ve hikâyelerinde kullandıkları metaforlara dikkatli bakmak, anlayarak okumak ve incelemek gerekiyor. Şehir ve medeniyet kavramlarının birbirlerine kopmaz bağlarla bağlı olduğunu savunan Karakoç, herhangi birinde bir eksiklik olursa bedenin kopan uzuvları gibi yavaş yavaş kopup dağılacağını ifade eder. Medeniyetten bir topluluk meydana gelir, topluluktan bir millet doğar, doğan bu milletten devlet teşekkül eder. Bu bağlamda ele alındığında medeniyet kavramının neden Sezai Karakoç’un şiir ve hikâyelerinin konusu olduğu sorusunun cevabını almış oluyoruz.