Doğa olayları meydana gelirken beraberinde veya öncesinde ses de duyulur. Gök gürültüsü, yıldırım ve şimşeğin sonucunda meydana gelen bir tabiat hadisesidir. Bir bereket ve rahmet olan yağmur, gök gürültüsünün yol açtığı korkunç sesle insanı ürperten, titreten, dehşete düşüren bir nitelik ve boyut kazanır. Sekinet ve sükûnet kaynağı olan yağmur, gök gürültüsüyle derin bir endişeye sebebiyet verir.
Mustafa ÖZEL
Prof. Dr., FSMVÜ, İslami İlimler Fak.

“Hayatın belirtileri nedir?” diye sorsak, herhalde verilecek cevapların başında “ses” gelir. Bebek dünyaya ağlayarak gelir. Sevincimizi gülerek, kahkaha atarak, bazen çığlık atarak dışa vururuz. Çok üzüntülü durumlarda hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağlarız. Dikkat çekmek için kimi zaman tuhaf sesler çıkarırız. Yalnızlığımızı bertaraf etmek, işimizi ahenkle yapmak için ıslık çalarız. Rüzgârın sesi, rüzgârın etkisiyle ağaçların dal ve yapraklarının çıkardığı sesler, mutluluk kaynağımız olur bazen. Kuş seslerinin hayatımıza ne kadar renk kattığı tartışılmazdır. Bunun için birçok insan evinde bülbülünden muhabbet kuşuna, kanaryasından sakasına kadar envai çeşit kuş besler. Kuzuların melemesi, horozların seherlerdeki ötüşü, hayatımızı ne kadar da renklendirir! Çocukların parklarda, bahçelerde bağırış çağırışları hayatın, mutluluğun, coşkunun en önemli emaresidir.
Her ses, olumlu çağrışımlar yapmaz elbette. Bir siren sesi; bir ambulanstan, bir polis aracından, bir itfaiye vasıtasından gelen ses, içimizi ürpertir. Birilerinin dara düştüğünü, acılara gark olduğunu, yardıma muhtaç olduğunu anlarız. Sokakta yürürken duyduğumuz “İmdat!” çığlığı, insanî yönümüzü harekete geçirir, tek başımıza da olsak elimizden geleni yapmaya çalışırız.
Sesin en rahatsız edici olduğu ortamların başında savaşlar gelir. Uçağından füzesine, mitralyözünden el bombasına kadar modern savaş araçlarının çıkardığı sesleri tanımlamak kolay değildir. Alçak uçuş yapan uçakların çıkardığı gürültü, asla sinema salonlarında film izlerkenki gibi değildir. Hiçbir insanî ve ahlakî kaygı ve endişe taşımadan atılan bombaların yıkıcı ve öldürücü etkilerinin yanı sıra çıkardıkları sesle insanların işitme yetilerine zarar verdiği bilinen gerçeklerdendir. Modern savaş sanayi, “ses bombası” adıyla ayrı bir silah üretmiştir. Yani sesi, silaha dönüştürmüştür. Bu bağlamda sonik patlamayı da özel olarak anmak gerekir.
Doğa olayları meydana gelirken beraberinde veya öncesinde ses de duyulur. Gök gürültüsü, yıldırım ve şimşeğin sonucunda meydana gelen bir tabiat hadisesidir. Bir bereket ve rahmet olan yağmur, gök gürültüsünün yol açtığı korkunç sesle insanı ürperten, titreten, dehşete düşüren bir nitelik ve boyut kazanır. Sekinet ve sükûnet kaynağı olan yağmur, gök gürültüsüyle derin bir endişeye sebebiyet verir.
İnsanı en çok tedirgin eden, ürperten, dehşete düşüren ses, depremde çıkan ses olmalıdır. 6 Şubat 2023 günü 04:17 ve 13:24’te, Kahramanmaraş merkezli depremi yaşayanların anlattıkları ortak noktalardan biri, deprem esnasında duydukları sesin korkunçluğudur. Evet deprem bir gürültüyle meydana gelmektedir. Depremin insan üzerindeki etkisinin, sarsıntıdan çok sesten ileri geldiğini düşünüyorum. Sarsıntı esnasında eşyaların bulundukları yerden yere düşmeleri, duvarların çatlayıp yıkılarak dökülmesi, elbette insana derin bir şok yaşatmaktadır. Depremin göze yansıyan boyutu sarsıntı, kulağa yansıyan boyutu ise ses ile gerçekleşmektedir. Kulağa yansıyan boyut, zaman itibariyle, daha az süreli olabilir. Sarsıntı sonucu oluşan hasar ve yıkım, sürekli göz önünde bulunduğundan, etkisi daha kalıcıdır. Ancak insan psikolojisi üzerinde derin tesir bırakan, deprem öncesinde ve esnasında ortaya çıkan sestir.
Bendenizin hatırladığı ilk deprem, bir Cuma günü meydana gelmişti. İnternet üzerinden yaptığım araştırmada bunun 16 Aralık 1977 tarihi olduğu ortaya çıktı. Kestanepazarı Kur’an Kursu’nda öğrenciydim. Camide hafızlık çalışıyorduk. Cuma namazına yakın bir zaman dilimiydi. Caminin kubbesinden, duvarlarından sıvalar aşağıya yağıyordu, caminin girişindeki camlar da kırılarak üzerimize iniyordu. Depremin sesi ve gürültüsüyle ilk kez burada tanışmıştım. Sonraları birçok kez deprem yaşadım. Ama bulunduğum yerlerde enkaz olmadığı için arama-kurtarma çalışmalarına tanık olmadım, bu çalışmalar esnasında enkaz altında kalanların seslerini, yardım taleplerini de duymadım.
Kahramanmaraş merkezli bu son depremde beni en çok etkileyen şeylerden biri, depremin ertesinde, muhtemelen ilk üç gün, enkaz altında kalan insanların yardım çığlıkları oldu. Depremden sağ salim çıkıp bulunduğu şehrin halini görmek için binaların yıkıldığı bölgelere gidenlerin karşılaştığı sarsıcı, dehşete düşürücü bir manzaraydı. Herkesin anlattığı, her enkazdan yardım çığlıklarının geldiğiydi. “Kimse yok mu?”, “Yardım edin!” ve benzeri feryatlara dayanmanın mümkün olmadığı şeklindeydi söylenenler. Bir değil, on değil, yüzlerce binadan, yüzlerce yerden acı, yürek yakan, insanın kanını donduran sesler yükseliyordu. İşin kötüsü, bu sesleri duyanların, bu seslerin sahiplerine hiçbir şey yapamamalarıydı. Bunlar, bir filmden alınan fragmanlar değildi. Karşınızda, yanınızda, dibinizde yıkık bir apartman vardı, içinde canlı insanlar vardı, siz bunu görüyordunuz, duyuyordunuz, ama hiçbir şey yapamıyordunuz. Eğer dünyada çaresizlik diye bir şey vardıysa, bu o olmalıydı.
Bu sesleri anlatmaya, ifade etmeye imkân ve ihtimal yoktur. Acının, kederin, hüznün tavan yaptığı yerdir burası. O sesleri duyanları, o çığlıklara tanık olanları tahayyül edemiyorum. O manzara karşısında nasıl ayakta kalabilmişler, nasıl hayata tutunabilmişler bilemiyorum.
Bu sesleri, inşallah ne bu topraklarda ne de başka bir yerde hiç kimse duymasın!
Not.
Yazıyı bitirdikten sonra depremi, ikisi Kahramanmaraş’ta, biri Malatya’da yaşayan üç arkadaşa değerlendirme ve yorumlarını almak için gönderdim. Biri şu an öğretmenlik yapıyor, diğeri yüksek lisans öğrencisi, sonuncusu ise lisans son sınıfta. Her üçünün de dergide yazıları var. Öğretmenlik yapan arkadaşımız, “Belki yazınıza da katkısı olur.” diye aşağıdaki notu gönderdi.
“Yazınızda dediğiniz gibi, ilk iki üç gün “enkaz altındakilerin” yardım çağrısını duydum. O acı çığlıklar üç gün sonra yerini sessizliğe bıraktı. Bu defa arama kurtarma ekibinin “Sesimi duyan var mı? Sesimi duyuyorsan, bir yerlere vur!” şeklinde, enkaza eğilerek bir umutla seslenmesi geliyor gözümün önüne. Enkaz altındakinin acı feryadı kadar bu umut içeren sesleniş de beni çok etkiledi. Ufacık bir ses, bir yaşam belirtisi enkaz altındaki kadar enkaz üstündekilere de nefes oluyordu.”