51 Yaşındaki Rasim Özdenören

Merhum Rasim Özdenören ile tanıştığımda benden 32 yaş büyüktü. Bir gün bile o yaş ve tecrübe farkını ima eden bir cümle kurmadı bana. İki yaşıt edebiyatçı gibi konuştuk ve 19 yaşındayken onun bu tavrının farkına bile varmamıştım.

Suavi Kemal YAZGIÇ

Anıları olan, onları tatlı tatlı anlatan, hatıralarını okutan veya dinleten insanlardan değilim. Geride kalan yılları kolay kolay hatırlamam. Hangi olay, hangi yıl yaşanmıştı, kiminle ne zaman tanışmıştım gibi sorulara cevap veremem. 

Bunun neredeyse tek istisnası Rasim Özdenören ile tanıştığım gün. Neredeyse sadece o gün. 24 Ocak 1991, akşam altı sularında tanıştım onunla. Bu kadar net bir tarihin olmasını o gün Ruhun Malzemeleri kitabını kendisine imzalatmış olmama borçluyum. Türkiye Yazarlar Birliği’nde bir yazarlık atölyesinde öğrenci idim ve Rasim Bey, hoca olarak geldi. Henüz Devlet Planlama Teşkilatı’ndan emekli olmayan Rasim Bey’i kurumda sık sık ziyaret etmeye başladım o dönemde. İlk gittiğimde DPT’nin üçüncü katında idi, sonra emekli olana dek sekizinci katta bir odada ziyaret ettim onu. Bazen mesai bitimi kurumdan çıkıp beraberce Rasim Bey’in Kurtuluş’taki evine muhabbet ede ede yürür evine de misafir olurdum.  

Rasim Özdenören ile tanıştığımda ben 19 yaşındaydım, o ise 51 yaşındaydı. Bu satırları yazarken ben 51 yaşındayım. Yani Rasim Özdenören ile tanıştığım yaşta kaleme alıyorum bütün bu cümleleri. 

Rasim Bey ile görüşmelerimizde edebiyattan, güncel politikadan, ekonomiden, hukuktan, anılardan ve tecrübelerden bahsettik. Onun ilgi ve merak yelpazesi hep geniş oldu. Rasim Bey, çekmecesinde sürekli bulundurduğu atıştırmalıklardan ikram etti. Rasim Bey’in odası ne zaman aklıma gelse çekmecesinden çıkarıp ikram ettiği anasonlu galetaları da peşi sıra hatırlarım. 

Bazen de odadan çıkıp yine aynı kurum içinde başka odalara ziyarete gidip muhabbeti oraya taşırdık. Rasim Bey, muhabbet halkasını hep geniş tutmaya özen gösterdi. Bazen onun gibi sosyal hayatın içinde olan birinin yazı yazmaya ne zaman vakit bulabildiğine şaşırırdım. Ancak sonradan onun konuşmalarındaki sözlerinin, yazılarının da hammaddesini teşkil ettiğini fark ettim. O konuşurken yazılarının da temrinini yapmaktaydı besbelli. Okuduğu kitaplar kadar bizi besleyen o sohbetlerden de beslenmekteydi ve en önemlisi bize bir şeyler anlatırken de yazılarının taslaklarını inşa ederdi. O fikirlerinin kuluçkası olarak görürdü sohbetlerini. Dolayısıyla onu dinlerken yazılarının kaleme alınmasından önce zihninde oluşturduğu nebulaya şahitlik ederdik.  

Bu ziyaretlerden birinde, genç yaşta vefat edecek olan Ramazan Dikmen ile tanıştım mesela. Sonraki ziyaretlerimde Rasim Bey’e uğramakla yetinmeyip ara ara Ramazan Dikmen’e de uğramaya başladım. Rahmetli hakikaten beyefendi biriydi. Hemen her karşılaşmamızda masasında okuduğu bir kitap olurdu. Dolu dolu konuşan, malayani sözlere pek itibar etmeyen biriydi. 

Rasim Bey ile karşılaştığım tek mekân, DPT’deki odası olmadı elbette. Rasim Bey, cumartesi öğleden sonraları o zamanlar Türk-İş Genel Merkezi’nin altındaki pasajda yer alan Birleşik Kitabevi’nde kendisiyle görüşmek isteyenlerle buluşurdu. Orada daha uzun süreyle ve nispeten daha çok insanın iştirak ettiği sohbetler yapılırdı. Rasim Bey, bu vesileyle yeni çıkan kitapları, yıllar önce okuduğu ve yeni baskı yapan kitapları takip eder, bizleri de bu kitaplar çerçevesinde yönlendirirdi.      

Rasim Özdenören tanıştığı insanları bir araya getirip onları da tanıştırmayı çok severdi. Bu özelliği sayesinde Erdem Bayazıt’la, Akif İnan’la ve ikiz biraderi Alâeddin Özdenören ile tanışma imkânı bulabildim. Sadece onlar mı Savaş Barkçin, Adnan Tekşen ve şimdi hatırlayamadığım pek çok kişi ile Rasim Bey’in vesilesi ile tanıştım. Her tanışıklık bir başka dünyanın kapısını araladı bana.    

Merhum Rasim Özdenören ile tanıştığımda benden 32 yaş büyüktü. Bir gün bile o yaş ve tecrübe farkını ima eden bir cümle kurmadı bana. İki yaşıt edebiyatçı gibi konuştuk ve 19 yaşındayken onun bu tavrının farkına bile varmamıştım. Çok sonra başka yazar ağabeyler ve ablalarla tanışıp da onların bana ağabey ve abla tavırlarıyla karşılaşınca kavrayabildim Rasim Özdenören’in farkını. 

Ben tanıştığımda, 1983’te yayınladığı Denize Açılan Kapı’dan beri hiç yeni öykü kitabı yayınlamamıştı Rasim Bey. Biz tanıştıktan sekiz sene sonra Kuyu yayınlanacaktı. Yine biz tanıştığımızda son deneme kitabı da 1988’de yayınlanan Müslümanca Düşünmek ve Red Yazıları olmuştu. Bir sonraki deneme kitabı 1996’da yayınlanan Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti olacaktı. Halbuki yıllardır gazetelerde düzenli olarak kaleme aldığı yazıların çok büyük bir bölümü gündelik hayhuyun içine sığmayacak, bir araya gelince kitaplaşabilecek ortak paydaları olan metinlerdi. Henüz kitaplaşmamış pek çok öykü dosyası olduğu da sonraki yıllarda tek tek kitaplaşarak karşımıza çıktı. Bunun kendisiyle konuşmuş değilim ama bu fetret döneminin temel sebebi bence yaşadığı yayınevi sıkıntısı idi. Bu sorun da kitaplarının İz Yayıncılık’ta yer almasıyla çözüldü gördüğüm kadarıyla.    

Çok somut bir “Rasim Özdenören ile bir gün” diye başlayan, okuyunca insanın yüzünde buruk bir tebessüm bırakan ve uzun uzun düşünmemize vesile olacak bir hatıra anlatmadığımın farkındayım. 

Ancak portresinden, şahsiyetinden bazı ipuçlarını yazdığımı zannediyorum.

Bir itirafta bulunmadan bu yazıyı noktalamam doğru olmaz. Rasim Özdenören’in benim tanıştığım 51 yaşındaki hali, benim şimdiki 51 yaşındaki halimden çok daha genç idi.

Bunu da not düşmekte fayda var. 

Düşmem gereken bir not daha var. Hece dergisinin kişi merkezli özel sayılarında yer alan Rasim Özdenören yazıları hâlâ kitaplaşmadı. Mehmet Akif Ersoy, Sezai Karakoç, Sabahattin Ali gibi özel sayılarda yer alan yazıları bazı eleştirel ifadeleri sebebiyle bir “tepki” odağı da olmuştu. Hatta Hece Yayınları’nın bir ara bunları kitaplaştırması bile gündeme gelmiş, bir yıl kataloğunda yayınlanacak kitaplar listesinde kitabın ismine bile yer verilmişti. Ancak kitap asla yayınlanmadı. Rasim Özdenören ile yapılan söyleşilerden gerçekleştirelecek bir derleme kitap, gazete ve dergi sayfalarında yayınlanmayı bekleyen yazılar editöryel bir çalışmayı bekliyor. Cahit Zarifoğlu hakkında yazmaya niyetlendiği yarım kalan notları da pekâlâ kitaplaştırılabilir. Yani Rasim Özdenören kütüphanesi henüz tamamlanabilmiş değil. Kitapları sinemaya, televizyona uyarlanabilir, yabancı dillere tercüme edilebilir. Yapılacak çok iş var.  

Allah gani gani rahmet eylesin.