Acı, ruhun cesede hâkim olma mücadelesinden neşet etmektedir. Dini ve tasavvufi bir imge olarak üstadın neredeyse bütün eserlerinde bunu görmek mümkündür. Hikâyelerin yoğunluklu konularını teşkil eden pişmanlık, tövbe ve arayış gibi temalarda bu acının farklı boyutları işlenir.
Hüseyin AKIN
Şair-Yazar

“Ve bir şeyi daha öğrendim, insan acı duyan bir varlıktır. Acı konuşmayı önler. Acı insanın kendi içine yönelmesi demektir. Bu ruhun acısıdır. İnsan ruhunun, insanın kendi beninin acısıdır. İnsanın kendi amentüsünün terinden boşalan bir acıdır bu.”
Eyüpsultan’da gerçekleşen IV. Haliç Genç Edebiyat Günleri Ustalara Saygı programına konuk olan Rasim Özdenören söyleşisinin moderatörlüğü şahsıma tevdi edilmişti. Konuşma öncesi hazırlanan kitapçıkta usta hikâyecimizin hikâye anlayışının temel taşlarını ortaya koyan manifesto mahiyetinde bir yazı da yer almaktaydı. Yukarıdaki paragraf, o gün söyleşinin başında okuduğum üstadın bu yazısından alınmıştır. Yazıda, ömrü yazmakla geçen bir adamın kalemle kurduğu ilişkinin nihai noktasına işaret edilmekteydi: Acı.
Edebiyatın özünde var olan bu acıya insan ancak belli bir süre sonra ulaşıyor olmalıdır. Yazdıklarının nereden gelip nereye aktığını insan, hayatın hızlılığı içerisinde fark edemiyor ne de olsa. Durup düşünmek için önce durmak lazım. Bir edebiyatçı için durmak bir ömür boyunca yazdıklarına şöyle karşıdan, bir mesafe aralığından bakmak demektir. Acının kendini ifade ettirmemesi, onun ancak susunca anlaşılabilir bir şey olduğunu gösterir. Susmak, aynı zamanda içerisinde sabrı da barındıran içe dönük bir eylemdir. (“Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır/ kin susturur insanı adına çıdam denir/ susulunca tutulan çetele simsiyahtır.” -İsmet Özel-) Özdenören’in “konuşmayı önler” dediği acı ile İsmet Özel’in “susulunca tutulan çetele simsiyahtır” dizesi, ortak bir noktada buluşuyor gibidir. Ayrıca, bu dizede acının özgün tanımı vardır. Acı ile karşılaşan insan, dış dünya ile belli bir süre irtibatını koparıp kendi içine yönelir. Bu durum acının kaynağına çekilmesi ve aynı zamanda benliğini harekete geçirmesidir.
Rasim Özdenören’in “öğrendiklerime yeni bir şey daha kattım” anlamında söyledikleri, acının kendisini daha yakından hissettirmesiyle ilgili bir farkındalık olsa gerektir. Zira onun hikâye ve deneme cihetinde yazdıklarında bu acının rengini, kokusunu ve ayak izlerini görürüz. Hikâyelerinin en belirgin özelliği, mistik oluşudur ki bu da aynı acıya yaslanarak varlığını sürdürür. Mistisizmin etimolojik anlamına baktığımızda bu buluşmanın hiç de tesadüf olmadığı görülecektir. Bilineceği üzere mistisizm Grekçe “musterion” kelimesinden türetilmiş olup “konuşmamak, dilsiz olmak ve sır” anlamlarını içermektedir. Acı, ruhun cesede hâkim olma mücadelesinden neşet etmektedir. Dini ve tasavvufi bir imge olarak üstadın neredeyse bütün eserlerinde bunu görmek mümkündür. Hikâyelerin yoğunluklu konularını teşkil eden pişmanlık, tövbe ve arayış gibi temalarda bu acının farklı boyutları işlenir. Denize Açılan Kapı, Çözülme, Hastalar ve Işıklar ve Kuyu gibi hikâye kitaplarında bu arayış, tövbe ve pişmanlığın acıya yönelişinin metafizik uzantılarına rastlıyoruz.
Bu acı, modern kentte yalnızlığa terk edilmiş insanın acısıdır. Dramatik açmazların, uyumsuzluğun ve uyuşmazlığın sessizliğe yaslanmış bir sancı biçiminde dile getirilişidir. Kutsal olandan kopuşla birlikte insanın özünden uzaklaşması tam da yukarıda alıntıladığımız insani özelliği destekleyici niteliktedir: “İnsanın kendi amentüsünün terinden boşalan bir acı.” Amentünün terinden boşalan acının modern dünyadaki karşılığı, varlık sancısını dindirmeye yönelik mistisizmden başka ne olabilir ki?
Acıların sağladığı olgunluk şahsiyette kendini gösterdiği gibi müellifin eserlerine de sirayet eder. Rasim Özdenören, bunun en tipik örneğidir. Onu olgunlaştıran iç kanama gibi derinden yaşadığı bu olgunluktur. Özdenören tipi aydınları diğerlerinden ayıran şey de budur: Yetkinliğin kemalata evrilmesi gibi insanın konuştuklarına ve yazdıklarına dek sirayet eden bir ruhsal irtifa.
Acı demişken her içimize çekiliş durumunu bu kelime ile açıklamak yeterli değil elbette. En azından kelimenin manevi şahsiyetine karşı bir haksızlıktır. Çünkü acı ne kadar içsel bir çekilme durumu olsa da kaynağı dışarıdadır. Zaten Özdenören’in hikâyesine konu olan durum ve de olaylar da bedenin ruhu etkilemesi gibi dışın içe tesir etmesi ile ilgili bir hâlin yansımasıdır. Modern hayat, sanayileşme ve çarpık kentleşme, insanın yalnızlığına yönelik çektiği acıların dış kaynaklarıdır. İnsanın hâli pür melâlini, sadece melâl kelimesiyle açıklamak yetmez. Bunun kederi ve tasası da var. İçimizde olup bitenin dışımızdan bağımsız izahları da vardır elbet. Bunu da üstat Rasim Özdenören’in kaleminden okuyalım:
“Acı çeken birinin durumuyla kederli birini özdeşleyebilir miyiz? Acı çeken insan, belki kıvranan, döşünü yumruklayan, belki saçını yolmaya kalkışan, yüzünü tırmıklayan birini çağrıştırıyor. … İster acı olsun ister ıstırap olsun, sanırım keder sözcüğünün bende uyandırdığı duyguya tam karşılık gelmiyor. Istırap ya da acı çeken biri döşünü yumruklayabilir, ama kederli olan? Sanırım kederli olan tümüyle içine kapanır ve onun yüzünü kara bulutlar kaplar. Kederli insan tümüyle kendi içine döndüğünden veya gömüldüğünden devinimsizliğe boğulur…
…
Şu cümleyi üzerinde düşünmek üzere öneriyorum: Babamın ölümü beni kederlendirir (öznellik), Hz. Hüseyin’in şehadetinden acı (ıstırap) duyarım (nesnellik), maden ocağındaki bir arızada mahsur kalan işçilerin kurtarılıp kurtarılamayacağı kuşkusundan tasalanırım. Ne dersiniz?
Kafka’da belki keder vardır, Dostoyevski’de acı, Faulkner’de ise tasa…”
(30-10-2014-Rasim Özdenören-Keder, Acı, Tasa- Yeni Şafak Gazetesi)
Şimdi bu nüansa dayalı tasnife göre Rasim Özdenören’in yazma serüvenine kaynaklık eden hangisidir diye soracak olursanız şunu galiba söyleyebilirim: Bunların hepsi! Yani hem acı-ıstırap hem keder hem tasa! Bu sonuncusuna üstadın hayat-sanat ve edebiyat anlayışındaki özgünlüğüne bakarak İslami Endişe demek daha doğru olur. Özdenören’in özellikle deneme alanında yazdıkları bu tasa (İslami Endişe) kısmına dahil edebileceğimiz türe tekabül etmektedir. (Müslümanca Yaşamak Üzerine- Müslümanca Düşünmek Üzerine Denemeler)