Düş Gören Atların Ölümü

Mehmet Akif İnan, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Sezai Karakoç, Hasan Seyithanoğlu, Bahri Zengin, Zübeyir Yetik ve daha nice atsız adları da saymak gerekir bu koşunun içinde…  Koşanlar koştular veya koşuyorlar hâlâ kendi kulvarlarında bıkmadan usanmadan.

Arif ALTUNBAŞ

Atların, tarihte ilk önce Orta Asya bozkırlarında ehlileştirilerek binek ve savaş aracı olarak kullanıldığı bilinir. Onun için gerek günlük yaşantımızda gerekse kültür ve edebiyatımızda atlar her zaman insanla birlikte anılagelmiştir. Ruh ve düşünce dünyamızın çağlar boyu sürekli koşan, yarışan ve savaşan atları vardır. Dünya, o koşan atlar ve atlılar için dardır.

Evimizde, yurdumuzda, ordumuzda ve medeniyetimizde atların insanımızla birlikte iç içe yaşadığını, hayatımızın bir parçası olduğunu, atların kutsal bir hayvan gibi sevilip sayıldığını da bilmeyen yoktur. At, evlat gibi her evin onuru ve gururudur.

Üniversite yıllarımda Üstat Necip Fazıl’ın “Ata Senfoni” adında bir kitabının olduğunu, rahmetli Hocam Akif İnan’dan öğrendim. Hemen hemen her cumartesi kendisini ziyaret ettiğim evindeki kütüphanesinde otururken, bir gün karşısındaki kabına sığmayan karayağız delikanlıya dönerek, “Ata Senfoni”yi okudun mu yavrucuğum?’’ diye sordu bana. “Hayır efendim” dedim gayri ihtiyari olarak. İşaret parmağıyla kütüphanesindeki bir rafı gösterdi. Orada duruyor. Heyecanla ayağa kalktım. Kitabı elime alınca “Okuyabilir miyim?’’ diye kendisinden rica edince, “Al oku. Ama; okuyunca geri getir. Çünkü, piyasada satılmıyor’’ diye ilave etmişti. O, karayağız delikanlıyı yeni yetişmekte olan acemi bir taya benzettiğini, o kitabın bana çok şeyler öğreteceğini bildiğini sanıyorum.

Benim gözümde Üstat Necip Fazıl, “Medeniyet ve Kültürümüzün” yeniden ihya ve inşası alanında milletimizin düş gören atlarının evliyalarından birisidir. Bu at, bir evliyanın eteğine tutunduktan sonra zamanın İslam düşmanı yöneticilerinin topyekûn imha etmek istedikleri Medeniyet ve Kültürümüzün kahramanı olarak kalem kılıcını kınından çeker, etrafına bakmadan yalınkılıç atılır meydanlara. Bizim evliyalarımızın hepsi mücadele ve savaş adamıdır. Evliya olmak; Allah düşmanlarına karşı savaşmak, Allah’ın dostlarıyla bir olmaktır çünkü.

Yiğit, hak ve hakikat bildiği yolda bakmaz sağına soluna. Soylu bir savaş atı gibi tek başına da olsa, dalar kavganın ortasına. Soylu atlar yiğit savaşçıların, yiğit savaşçılar soylu atların dostu ve arkadaşıdır. Hatta; can yoldaşıdır, kardeşidir. Onun için, “at, avrat, silah” medeniyet ve kültürümüzün üç dokunulmazıdır. Üçü de birbirinden önemli, korunması gerek üç kıymetli değer. Bu üç değerin her zaman başımızın üzerinde yeri vardır. Evin kahramanı, avratlar (eşler); savaşın kahramanı, atlar; barışın kahramanı, kılıçlardır. Anne, baba, kalem ve kelam yani.

“Yiğit; at üzerinde doğar, at üzerinde ölür.” “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.’’ Ama soylu atların ve yiğitlerin savaşı, bitmez. Ölümsüz kahramanların savaşları da ölümsüzdür. At ve yiğit, ölümsüz savaşlarıyla birlikte milletin yüreğinde ve kan damarlarında doludizgin koşturur dururlar.

Soylu atlar soylu sahiplerini, soylu taylar anne ve babalarını çok uzaklardan tanırlar. Taylar, anne ve babalarının coşkun akıp köpüren kanlarını taşıdıkça damarlarında onların huylarıyla huylanır, soylarıyla soylanırlar. Soylu ve cins atlar önden giden atlıların izini, yolunu, kavgasını, mücadelesini sürdürürler. Sakın atları vurmayın!  Atlar yaşadıkça yiğitler, vurulunca ise itler bayram ederler.

İnsanlar da, atlar gibidirler. Doğarlar, büyürler, koşarlar bir ömür boyu. Doludizgin mızrak gibi atılırlar meydanlara. Ve girerler düş gören milletin rüyalarına. Şimşek gibidir kanatları, delip geçerler rüzgârları. Düş gören atların düş gören tayları sürdürürler atalarından yarım kalan koşuları.  Yarım kalan koşulardır ha bire kamçılayan düş gören atları, atlıları.

Atların süvarileri yiğit değilse eğer; onlar, o ata yüktür. Atına yük olmayan her savaşçı her zaman büyüktür. Soylu atların koşularını sürdürür tayları. Bir miras gibi kuşaktan kuşağa devreder koşuları, sevdaları, aşkları, kaygıları, davaları, kavgaları…

Daha tay iken düş gören bir atın etrafında kümelenen acemi tayların düş görme ritimlerine katıldım. Kılıç gibi bir kalem, ustura gibi bir bilinçle eğitildim Horasan erlerinin ve erenlerinin yolunda koşan soylu atların.

İnsan hangi dağın rüzgârı, hangi zirvenin fırtınası, hangi nehrin coşkun akan suyu olursa olsun kılavuzu peygamber ise ulaşacağı denize doğru nereden koşulacağını, hangi yöne yelken açacağını, dağlar gibi dalgaları nasıl ve kiminle aşacağını da bilir. Taylar, seyislerinden öğrenirler nasıl ve ne şekilde yarışacağını… Ne zaman kişneyip şaha kalkacağını. Yazarlar, ustalarından öğrenirler nasıl yazacağını, konuşup haykıracağını…

Bizim ustalarımız edebiyatımıza, “Yedi Güzel Adam” adıyla geçen yedi güzel Müslümanın aynı yol ve hedefe yürüyen kahramanlardır. Bir destan içinde koşup duran, düş gören atların bitmeyen hikâyeleridir bizi hayata bağlayan… Düş gören kalemşorların sevdası, düş gören bir milletin hülyası, düş gören bir ümmetin rüyasıdır düş gören atların rüyası.

Mehmet Akif İnan, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Sezai Karakoç, Hasan Seyithanoğlu, Bahri Zengin, Zübeyir Yetik ve daha nice atsız adları da saymak gerekir bu koşunun içinde…  Koşanlar koştular veya koşuyorlar hâlâ kendi kulvarlarında bıkmadan usanmadan.

Bazen de düş gören atlar, erken uyandı rüyalarından ve sihir bozuldu. Kimileri; politika bitpazarında oyalanıp durdu yıllarca, kimileri; ağır yaralarla kurtuldu sokak savaşlarından. Kimileri de hiçbir kire pasa bulaşmadan düş gören atlarına binerek savaşa savaşa geçtiler nehrin karşı yakasına, ötelerin ötesine koşan bakir rüyalarıyla. Rasim Özdenören de bu soylu düş gören atlardan ve atlılardan bir süvariydi. O da beyaz bir yelkenliye binerek karşı sahile erişti.

Her ne kadar lise çağlarında bulanık bir düşünceye sahip olsa da İstanbul’a Üstat Sezai Karakoç’a gelip Maraş lisesinde iken çıkarmak istedikleri bir derginin ana çerçevesini çizdiğinde üstat Karakoç onların gözüne bakarak, kurduğu “Ama biz Müslümanız…” cümlesi, şimşekler çaktırdı onun kafasında. Karanlık dünyasını aydınlatan bu şimşek, onun düşüncesindeki tüm bamtellerine ayar verdi. İşte o an, yedi güzel adamdan biri olmaya adaydı Rasim Özdenören. Her şey, ilk adımla başlar. İlk adımla başlar; tüm yarışlar, savaşlar ve barışlar. İlk adımla; düş görmeye başlar atlar.

İnsanı adam eden yol arkadaşlarıdır, yoldan çıkaranlar da. Yol arkadaşını iyi seçmeli insan. Bunu başaramayanların çoğu, yol yorgunu olur ve yolda kalır. Yol, arkadaşlarla birlikte yürünür. Arkadaşlarla birlikte olmaz isen yol, yarı yolda kalır. Yolcular aynı düşü ve rüyayı görüyorlarsa; bakmayın siz yolun zorluğuna, zorbalığına. Zafer, her zaman inananın düşlerinin yanındadır. Bazen mağlup da olsalar; galiptir bu yolda olan. Hodri meydan hodri meydan meydan okurlar, bir karınca bile Nemrutlara, Firavunlara… Her an savaş vaktidir düş gören atlar için. Her gün doğacaktır mutlaka güneş. Her yer cihat yurdudur, her adım zafere giden ilk mesafedir inanan için.

Kiminin; kelamıdır, kiminin; kalemidir, kiminin; yüreğidir, kiminin eylemidir meydanlarda gözleri şimşek gibi çakıp Hamza gibi salınan. Bazen; şiirler destan olur, bazen; yazılar aslan. Bazen; kitaplar kaplan ve düş gören atlar, kahraman olur. Rasim Özdenören de “Müslüman bir kişilik ve kimlik nasıl olur’’ temasını kalemiyle yazılarında ve hikâyelerinde sürekli ilmik ilmik işleyen, nakış nakış ören bir ustadır. Düş gören atlar, ustaların tezgâhında dokunur. Uluların yetiştirdiği her usta sadece Allah’ın kuludur. “Yedi Güzel Adam”ı özel adam yapan da zaten budur.

Her takımın ve birliğin bir kaptanı vardır. Düş gören atlar, düş gören ustalarına göre kişner. İnsan, ‘’eşref-i mahlûkat’’ olarak düşünen ve düş gören bir varlıktır. Düş görmeyen atlara beygir denir. Beygirlerle eşeklerin yakınlaşmasından katırlar meydana gelir. İnsan olarak katırlar; soysuzluğun sonsuz yükünü taşıyan hamallardır. Katırın babası ise; emperyalizmin mayın eşekleri olan insanlardır.

Müslüman bir kimlik ve kişilik sahibi olan her insan, düşünce ve düşlerini harekete geçirerek ötelerin ötesi için çalışan, mücadele eden, hak ve hakikat çizgisinde yürüyüşünü sürdüren serdengeçtilerdir. Nereden geldiğini unutmayanlar, nereye ve nereden gideceğini iyi bilenlerdir.

“Yedi Güzel Adam” aynı yolun yolcularıdır, aynı cephenin savaşçıları, aynı aşkın sevdalıları, aynı mücadelenin kahramanlarıdırlar. Tuttuğunuz yol mükemmel bir yol ise yol arkadaşlarınız da güzeldir. O zaman; korkmayın, düşünmeyin, tasalanmayın! O yol da yolculuk da çok özel ve mükemmeldir. Yol arkadaşınız sizinle aynı düşünce ve düşlerin yoldaşı değilse, tek başınıza beş dakikada aldığınız yol ve yolun hikâyesi, ömür boyu bitmeyen bir işkenceye ve yılan hikâyesine dönüşür.

Onlar, hep umut insanlarıydı. Şiirlerinde, hikâyelerinde, nesirlerinde, romanlarında, tiyatrolarında, tüm eserlerinde ve hayat mücadelelerinde her zaman umudun bayrağını yere düşürmemek için mücadele etmişlerdir. Mesela; Üstat Necip Fazıl umut üreten adamdır. Sezai Karakoç bir umut savaşçısıdır. “Umut”, Nuri Pakdil’in ilk ilk kitabının adıdır. Akif İnan’ın “Umut Gazel”, bir direniş destanıdır. Rasim Özdenören’in hayatı, kalemiyle bir ömür “Umut” aşılamakla geçmiştir. Umudun sevdalıları, emekçileri, savaşçıları düş gören atları ve atlılarıdır onlar.

Onlar gittiler

Yalnız bir yemin kaldı aramızda

Ben, şimdi bu yanda

Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim

Namluda.

***

Onlar gittiler

Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında

Ben şimdi bu yanda

Gerilmiş bir an gibiyim

Doğumla ölüm arasına.

Umutsuzluk; inançsızlığa en yakın noktadır. Umut, bir yolda hedefine doğru koşarken, sana yetişen kör bir kurşunun seni yere sermesiyle umut zirve yapar Müslümanda. Ölümsüz düş ve düşüncelerin zırhına bürünmüş bir insana umutsuzluk kurşunu zarar vermez. Yiğidi, dert ve kurşun değil, inançsızlık ve umutsuzluk öldürür.

Düş ve düşüncelere dalmak umuda yelken açmaktır. Ufuklara yürümek, ötelerin ötesine kurulmaktır. Umutsuzluk ve iman, aynı kalpte bulunmaz. Doğru yolda yürüyenler, asla umutsuz olmaz.

Düş gören atlar, doğru denilen, bilinen veya dayatılan yollardan değil, kendi doğrularının ve hakikatlerinin gösterdiği yoldan yürüyerek kendilerinden sonra gelecek insanlara iz bırakanlardır. İz bırakılmayan yol; yol, iz bırakmayan yolcu; yolcu değildir. Önemli olan bir iz bırakmak değil, insanlığa örnek ve rehber olacak güzel bir iz bırakmaktır. Bu iz, hoş bir seda bırakıp gitmektir, nehrin öbür yakasına geçerken geride ümmete bir miras olarak kalan.

Düş gören atların düşüncelerinde Ay’ı hedeflemek vardır. Iskalasalar bile fark etmez. Her hâlükârda inecekleri yer yıldızlardır. Rabbim hepsini de rahmeti, bereketi ve merhametiyle kucaklasın! Onlarla bizim aramızda bir and vardır. Düş ve düşüncelerimizi sımsıcak kucaklayan ve ana gibi onları toprağımızın bağrına basan.

***

Onlar gittiler

Gelen zamandan bir haber gibiydiler.

Ben şimdi bu yanda

İçilmiş bir and için bekleyenim

Kurulmuş saat gibi.

***

Onlar gittiler

Giderken bir muştu gibiydiler. (Erdem Bayazıt)