Rasim Özdenören’in Kadına Bakış Açısı

Yaşadığımız çağ, “kadın meselesi” deyince aklımıza “feminizm” kavramının gelmesini mecbur kılıyor. Halbuki feminizm dediğimiz kavram, 18. yüzyıl Avrupası’nda çıkan ve bugünkü anlamından çok farklı şeyler ifade eden bir kavram.

Selinay KELEŞ

 “Üstünlük yalnızca takvadadır”[1] diyerek İslâm’ın en temel prensiplerinden biri olan âyet-i kerîmeyi zikretmekle söze başlayalım. Bu âyet, her zaman ve her yerde “amasız” bir şekilde bizim ön kabulümüz olsun.

Yaşadığımız çağ, “kadın meselesi” deyince aklımıza “feminizm” kavramının gelmesini mecbur kılıyor. Halbuki feminizm dediğimiz kavram, 18. yüzyıl Avrupası’nda çıkan ve bugünkü anlamından çok farklı şeyler ifade eden bir kavram. İnsanın aklına “kadın” deyince henüz iki yüzyıllık bir kavramın gelmesi, bizi istenilen noktaya taşıdıklarını gösteriyor aslında. Hatta kavramın kendi anlamından çıkıp, birilerinin daha işine yarayacak bir anlama gelmesi de oldukça manidar.

Feminizm, sanayileşme süreci başladıktan sonra kadınların ağır işlerde çalışmaları üzerine ortaya çıktı. O dönemde kadınlar hem güçlerinin çok üstlerinde işlerde çalıştırılıp hem de erkeğe göre daha az ücret alıyorlardı. Dönemin şartlarından dolayı “mecburen” çalışmak zorunda olan kadınlar da “bari çalıştığımıza değsin” diyerek bir isyanda bulundular haklı olarak. Bu mesele, bugün nasıl “kadın istediği her işte çalışabilir” meselesine döndü, bilinmez. Bilinen bir şey var ki Rönesans hareketlerinden sonra, “kendini tanrı yerine koyan insanın” yönettiği bu dünyada para ve güç için her şeyin mübah olması. İşte, kapitalizm ve emperyalizmi doğuran da bu mübahlığın ta kendisi…

Rasim Özdenören de tam bu noktada, “Batı kapitalizmi kadını çalışmak zorunda bırakırken bunun adını ‘özgürlük’, ‘çalışma özgürlüğü’ veya ‘kadın hakları’ olarak koyuyorsa, böyle bir özgürlük anlayışı benim özgürlük anlayışıma ters düşer.”[2] diyerek bu düşünceye olan eleştirisini ortaya koyuyor. Çünkü onun özgürlük anlayışı, belli bir ideolojinin veya bir düşüncenin kölesi olmaktan ibaret değil. O yalnızca rabbine kul olmayı, bir meselede o ne diyorsa onun hak olduğuna inanmış bir adamdı. Bu nedenle lafı dolandırmadan, kadına yapılmış olan bu haksızlıkla bir uzlaşma yoluna girmeden hakkı söyledi ve şöyle dedi: “İslâm Allah’ın indirdiği ve kabul ettiği tek din olarak, başka hiçbir dünya görüşüyle, başka hiçbir fikirle, amelle uzlaşmaya girmeye muhtaç değildir.”[3]

Cenâb-ı Hak, kadını da erkeği de bir ölçü ve fıtrat üzere yaratmıştır. İnsanlığın başladığı ilk günden bu yana kadın da erkek de bu fıtrat üzere yaşamını devam ettirmiştir. Bu sebeple kadın gücünün ve erkek gücünün yapabileceği işler de farklılık göstermek zorundadır. Burada aslolan eşitlik değil, adalet olmalıdır. İşte bu yüzden feminizm, haklı çıkış sebebine rağmen kadın sorununa çözüm önerilerini “fıtrat” unsurunu ön plana almaksızın, erkeğin konumuyla kadının konumu eşitlik ilkesince değerlendirmesi açısından hata yapmıştır.

Kapitalizm tarafından kadının bu çıkmazın içine sokulması karşılıksız değildir elbette. Kadın, bu hayatın içine girerek her aşamada farklı bir katkı sunmaktadır dünyanın sahiplerine. Sanayi devrimi sırasında ucuz iş gücü olarak, ardından moda sektörünün gelişmesiyle tüketici ve medya sektörünün gelişmesiyle de “cinsel bir meta” olarak… Kadınların pek tüketicisi olmadığı ürünlerin reklamlarında bile özellikle kadınların yer alması tesadüf değildir. Hatta reklam kampanyalarındaki hiçbir şey tesadüf değildir. Çünkü bu reklamlar sayesinde giyilen elbiseden, yüze sürülen malzemeye; okunan dergiden, izlenen diziye kadar her şeyi “bir şey” belirlemektedir. Trajikomik olan ise belirlenen şeyi -belki de sadece gösterilen şeyi- yapanların “özgür” kabul edilmesidir. Kapitalizm, kadına sunduğu “Ben istediğim her şeyi yapabilirim!” sloganın arkasına kendi isteklerini sığdırmış ve üzerini masum bir söylem olan “kadın hakları” ile kapatmıştır. Yani, “Anlaşılacağı gibi kadın, çalışma hayatına özgürlüğünü elde etmek için kendi özgür istemiyle bulaşmamıştır.”[4] Tam da bu sebeple Özdenören’in deyimiyle “kadının çalışmasını ona nimet gibi göstermek sahtekârlık sayılmalıdır.”[5]

Diğer yandan, özellikle medya ve reklam sektörünün tam merkezine yerleştirilmiş olan kadın, sadece istismar edilmekle kalmamış, farklı ahlâkî telakkilerle de karşı karşıya kalmıştır. Çoğu toplumda suç olmasa da yanlış kabul edilecek şeyler, normal hâle gelmiş ve bunun adına “sanat” denmiştir. Bugün kadın hakları savunucusu olan sanatçıları(!), aldatmayı, şiddeti veya cinselliği konu olan dizilerin/filmlerin başrolünde görmemiz, buna verilecek en açık örnektir. Üstelik “sanat” adı altında başkasının eşiyle bir şey yaşamak dahi aldatma olarak kabul edilmemekte, hatta bu dizi sahneleri oyuncuların kendi eşleri tarafından gururla karşılanıp alkışlanmaktadır. Ne yazık ki bu durumun en büyük savunucuları da yaptıkları şeylerin kendi iradelerinde olduğunu sanan kadınlardır: “Bu kümedeki kadınlar, örtünmeyi reddederken ayağında daracık pantolon yüzünde bir katman boya ile kendini bir cinsellik ‘nesnesi’ haline getirdiğini göremiyor. Kadın haklarının veya özgürlüğünün savunuculuğunu yapanlar, belki de amaçlarının dışında şimdi, cinselliğin ve çıplaklığın alenileşmesine yol açıyor.”[6] Rasim Özdenören bu meseleyi açıkladıktan sonra herkesin aklına gelen ilk cevaba karşı da bir açıklama yapmayı ihmal etmemiştir: “Belki kimilerinin aklına gelebilir ve diyebilir ki, bunlar ‘film icabı’dır. Fakat bu filmlerin aynı zamanda gerçek hayattan kesitler sunduğunu ve aslında şimdiki Batı hayatının gerçeğinin bu filmlerde yansıtılanları solda sıfır bıraktığını kabul etmek gerekiyor.”[7] Buna ek olarak diyebiliriz ki, insan sürekli olarak gördüğüne alışır ve sonucunda -yüksek ihtimalle- ona meyleder. Bu film ve dizi kültürünün bizim ülkemizde de yayılmasıyla bazı kadınların, önceden “ayıp” tabirinin ötesinde kabul edilen şeyleri, normal olarak benimsemeye meyilli hâle gelmesi de bu durumu göstermektedir.

Feminizm, dünyada yayılırken her toplumda farklı isteklerle var olmaya çalışmıştır. Mesela ABD’de bu istek “eşit ücret” veya “hukukta kadın-erkek eşitliği” meselelerine dayanmaktadır. Türkiye’ye gelindiğinde ise bu meseleler gündemde değildir. Çünkü Türkiye’de kadın ve erkek, hukuk önünde eşittir. O halde, “Türkiye’de Batıdakine benzer bir kadın hareketi meydana getirmeye çalışmak bütünüyle sahte bir çabadır.”[8]

Batı ülkelerindeki hâkim din olan Hristiyanlığın son yüzyıllarda zamanın getirdiği manevi meydan okumaya cevap verememesi sonucu birçok ideoloji ortaya çıkmış ve gücü doğrultusunda yaşadığımız çağda tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Yaşadığımız çağ, yeni bir problem ortaya koyup bizi her fırsatta dünyanın işine yarayacak bir ideolojiye yönlendirmeye çalışmaktadır. Allah’a boyun eğmek hoş görülmezken, “Her şey bana aittir!” kisvesi altında bizden herhangi bir ideolojiye boyun eğmemiz beklenmektedir. İşte, böylece Allah’ın karşısında kendini akıllı sanan insana her gün altın tepside yeni bir ilâh sunulur. Yani, “Allah’tan başka ilâh tanıyana Allah her şeyi ilâh kılar. Allah’tan başkasına kulluk edeni Allah her şeye kul eder.”[9] Ama biz kendimizi “özgür” zannederiz. İşte bu yüzden bugün bize düşen asıl şey, “çağa İslâm’ın gözüyle bakmaktır.”[10]


[1] Hucûrât, 13

[2] Rasim Özdenören, Yaşadığımız Günler, İstanbul 2015, İz Yayıncılık, s. 31.

[3] Rasim Özdenören, Müslümanca Yaşamak, İz Yayıncılık, s. 56,

[4] Rasim Özdenören, Yaşadığımız Günler, s. 33.

[5] Rasim Özdenören, Yaşadığımız Günler, s. 31.

[6] Rasim Özdenören, Yaşadığımız Günler, s. 41.

[7] Rasim Özdenören, Yaşadığımız Günler, s. 38.

[8] Rasim Özdenören, Yaşadığımız Günler, s. 40.

[9] Rasim Özdenören, Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, İstanbul 2021, İz Yayıncılık, s. 99.

[10]Rasim Özdenören, Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, İz Yayıncılık, s. 66.