Özdenören, edebiyatı hakikatle temas kurmak üzere inşa eder. Neredeyse bütün öyküleri insana yitiğini, yani varoluşunu hatırlatır.
Mehmet KAHRAMAN

Her insanın hayatını etkileyen dönüm noktaları vardır; benim yazı hayatımı belirleyen dönüm noktası Rasim Özdenören ile tanışmamdır. O zaman kadar yazmak üstüne hiç düşünmemiş ama bir yandan da durmadan yazan biriydim. Hiçbir metnim yayımlanmamıştı ve dahası ne yapacağımı bilemez haldeydim. Yazmayı seviyordum. Yazmaktan başka çarem yokmuş gibi geliyordu. Sayfalar dolusu yazmış biri olarak mesafe kat edemediğim bir zamanda Rasim Özdenören’in küçük dokunuşu yolumu açtı. Söyledikleri bilinen şeyler olmasına rağmen bende büyük etki uyandırdı. En önemlisi onun sözleriyle edebiyatın, yazmanın ne demek olduğunu zihnimde oturttum diyebilirim.
Bugün okullara söyleyişe gittiğimizde sorulan soruların aynısını ben de sormuştum. O yüzden bu sorular bana tuhaf gelmiyor çünkü insan bir yol bulmak istiyor. Yazmak, resim yapmak veya enstrüman çalmak farketmez; kişi bir şey yapmak ister ama nereden başlayacağını bilemez ya, öyle bir halde kısılıp kalabiliyoruz. Duyacağımız bir söz sanki suyun önünü açmak gibi gelir diye düşünüyoruz, ki çoğunlukla öyle oluyor. Ustalar önce yol yordam öğretiyor, sonra işin esasına dair sorularımıza cevap veriyorlar. Nereden başlamalıyım, sorusu çok basit gibi duruyor ama iyi bir edebiyat eğitimi almamış kişiler için hiç de basit değil maalesef. İyi kitaplara ulaşmak bile bazen çok zor olabiliyor. Şansınız yaver gitmiş ve karşınıza iyi bir öğretmen veya nitelikli bir okur çıkmışsa bu büyük bir nimettir. Herkesin karşısına böyleleri çıkmaz.
Yol göstericilik çok önemlidir çünkü zihninizdeki soruları bir türlü cevaplayamazsınız. Cevap bulamadıkça da bocalar durursunuz. Özellikle genç Müslüman yazarın soruları birçok çelişkiyi de içinde barındırır. İslam dışı bir şey yazıyor olmak, boş ve faydasız işlerle uğraşmak, günaha yaklaşmak gibi düşünceler içinde yazmak hiç de kolay değil. Böyle bir zihinle yazı masasına oturduğunuzda yazacağınız şeylerde ister istemez kısıtlamaya gidersiniz, görünmez sınırlarınız oluşur. Bu durum bir süre sonra mesaj verme kaygısına dönüşür. İstediğiniz konuları anlatamazsınız. Rasim Özdenören, böyle bocaladığım bir dönemde imdadıma yetişti. Âdeta üzerimden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Artık sorularımın cevaplarını bulmuştum. Böylece kalemim hafifledi. Elbette yazmak kolay olmadı ama en azından beni bağlayan prangalardan kurtulmama vesile oldu. Temel soru “neyi”, “nasıl” anlatabilir idim. “İslamî “espri”yi doğrudan doğruya terennüm eden, bize bir İslamî neşve veren esere İslamî eser diyoruz. Bize doğrudan doğruya böyle bir neşve vermemekle birlikte onu kavramamıza yardım eden, kavrayışımıza getirdiği incelik (bilinç) dolayısıyla İslam’ı anlamımızı kolaylaştıran, bize bu yolda bir yaklaşım sağlayan eserlere ikinci tür içinde (yani hizmet eden) yer veriyoruz.” Ruhun Malzemeleri’nde altını çizdiğim bu satırlar yazıdaki ilk keşfimdi. Özdenören’in öykülerini de okuyunca edebiyatın nerede durduğunu anladım. Edebiyat bir hissettirme işiydi. Bilince incelik kazandırmak ancak böyle mümkün olabilirdi. Yazar anlatarak kavrayışımıza incelik getirebilir ancak.

Özdenören, Ruhun Malzemeleri’nde edebiyatı genel bir çerçeve içinde anlatsa da yazan, yazmak isteyen bireyler için de yol açıcı fikirler sunar. Nasıl anlatacağından ziyade neyi anlatması gerektiğini kafaya takmış kişiler için önemli tespitlerdir bunlar. “Önemli olan kullanılan malzeme değil, hangi malzeme kullanılmış olursa olsun, meydana getirilen esere sindirilmiş olan “ruh”tur.” der Özdenören. Seçilen malzemenin dini veya geleneksel olması onu edebî yapmaya yetmez. Kurmaca kendi iç gerçekliğinden hareket eder. Öykü, roman ya da her ne yazıyorsanız kendi görüşlerinizi, toplumsal düşüncelerinizi açıklayacak yerler değildir bunlar. “Hikâye, nüanslara yakalama sanatıdır.” der Özdenören. İnsanın iç dünyasını, açmazlarını, kaybedişlerini, arayışlarını öykü içinde bulmaya çalışırız. Bunu öykü sanatının kendi kuralları içinde yapabiliriz. Anlatılan hikâye, malzeme olmaktan çıkıp ruha işlediğinde kendini gerçekleştirmiş olur. “Malzeme olarak kullanılan bir “gelenek” sadece bir malzeme olarak kalır. O malzeme, aynı zamanda, kendini meydana getiren kanyaktan yoksun bırakılırsa, yani o malzemeyi meydana getiren “ruh”tan soyutlanırsa, o malzemeyi kullanarak varılmak istenen sonuç elde edilemeyecektir.”
Özdenören’e göre edebiyat, “uygarlığın eşyayı, olayları, insanı, kısacası tüm varlık âlemini, o uygarlığın değer yargılarıyla, o uygarlığın tüm duyarlıklarıyla “ifade” etme sanatıdır.” İnsan fıtratı gereği anlatmak ister. İster bireysel olsun ister toplumsal, anlattığımız her şey insana dairdir. Kişi zaman içinde kendi potansiyelinin farkına varır. Bu farkında oluş kendiliğinden gerçekleşmez çoğu kez. Bir hatırlatıcı gerekir bize, belki de uyarıcı. Bu uyarıcı bizi kendimiz olmaya zorlar. Hakikatle temas kurabilmemiz buna bağlıdır. Özdenören bunu “Mevsim Sonu” öyküsünde şöyle ifade eder: “Ben kendi varlığımdan boşalmış olmadıkça hakikatle temas imkânı kuramam. Bizzat kendi varlığım böyle bir temasın kurulmasına engel olur.” Birey kendi varlığından uzaklaşıp olaylara, yaratılışa baktığında hakikatle temas kurabilir. Diğer taraftan gerçekle, bilinçle, öğrendikleriyle var olduğunda engel kendisi haline gelir.
Özdenören, edebiyatı hakikatle temas kurmak üzere inşa eder. Neredeyse bütün öyküleri insana yitiğini, yani varoluşunu hatırlatır. “Tanrı insanları her yönden deneyip denetliyor. Ben onları toprağa bağlamak istedikçe, onlar hem benden hem topraktan nefret eder oldular. Sonunda ikisi de terk etti bizi. Bilirsen, bu da tanrının başka bir deneyişi insanı. Hırslı biri değilim ben. Ama Tanrının varlığına aldırmayan insanların yaşadığı yerde, eninde sonunda seni de hırs bürüyor, gittikçe daha çok edineyim diyorsun, gittikçe daha çok… sonunda, kendi etini, kendi kanını da yiyip tüketiyorsun.” der Çok Sesli Bir Ölüm’de.
Modern dünyanın içinde arzularıyla, hırsıyla, çelişkileriyle yaşayan Müslüman bireyin iç çatışmalarını bütün yalınlığıyla gösterir Özdenören. Bu çağda Müslüman hassasiyetini taşıyarak yaşamaya çalışmak, bazı çelişkileri de beraberinde getirir. Bazen kendimizi konumlandırmakta zorlanırız. İstek ve ideal, helal ve haram dengesinde bocalarız. Edebiyat bize bu dengeyi hatırlatarak durduğumuz yeri gösterir; yalnız olmadığımızı, hislerimizin bir karşılığının olduğunu ifade eder. İnsanın arındığı, hatta yüceldiği anlardır bu zaman dilimleri. O yüzden Toz öyküsündeki şu cümleyi dönüp dönüp okurum: “Başlangıçta yalnızca sevilen vardı, sevilen kendini seviyordu, kendi sevgisinden evreni yarattı. Sonra evrene kendi, yani onu sevmeyi esinledi. Başlangıcı düşünürsen, yerli yerine oturur her şey.”
Özdenören, insanın yaratılıştaki kalitesinin ortaya çıkmasını ister. Fakat bunu yaparken sanattan asla taviz vermez. Söylemek istediğini öykünün, dolayısıyla edebiyatın sınırları içinde söyler. Ona göre, “Öykü yazarı, öykü biçiminde anlatmanın üstesinden gelebilen kişidir.” Konu ne kadar çarpıcı olursa olsun onu öykü kılacak unsurlardan yoksunsa bunun hiçbir karşılığı olmayacaktır. Özdenören, Müslümanca yaşayışı, dini terimleri, tasavvufi konuları öykülerinde çok güzel işlemiştir. Neyi, nasıl anlatması gerekiyorsa öyle anlatmıştır. Öykü “anlatmak” işidir, anlatamadıktan sonra allameicihan olsan neye yarar!
Rasim Özdenören, anlatmış, istediklerini anlatabilmiş bir yazardır. Genç yaşından itibaren edebiyatın gücünü fark etmiş, kalemini “ruhun meselelerine” odaklamıştır. “Yazmaya, uğruna ter dökmeye, acı çekmeye değer tek şey, ruhun meseleleridir.” der. Faulkner’dan alıntıladığı, “Yazmanın amacı insan kalbini yüceltmektir.” sözü her şeyi anlatır aslında. Kendimizden uzaklaştığımız zamanlarda arınmak, aydınlanmak, yücelmek için bir anımsatıcıya ihtiyaç duyarız. Edebiyat, genel anlamıyla sanat, bize başlangıcı, varoluşu, yalnız olmadığımızı hatırlattığı ölçüde yücelme gerçekleşecektir. “Edebiyatın gücü: fikirleri, sizin bilincinizde de yaşanır kılması; fikirleri, sizin bilincinizin de bir parçası haline getirmesi” dir. Özdenören, öyküleriyle, yazılarıyla inanan insanın hassasiyetini, yaşayışını bilincimizin bir parçası kılmayı başarmıştır.
Şimdi başa dönerek toparlayayım ve sözü nereye getirmeye çalıştığımı açıklayayım. Usta yazarlar, öyküleriyle ve yazdıklarıyla yol açtıkları kadar kendinden sonra gelenlere cesaret vererek de yol açarlar. Rasim Özdenören, bana bu cesareti ve güveni veren bir ustadır. Öykü anlayışı, konu seçimi, insani özellikleri beni kendine çekmiştir. Edebi anlayışımın oturmasında onun etkisi büyüktür. Öykü kitapları, denemeleri ve Ruhun Malzemeleri yazı hayatımın dönüm noktası olmuştur.