Bilginin Bilgisi Üzerine

Bilginin ideası veya amacı doğru bilgiye varmaktır. Her felsefenin doğruluk anlayışı farklıdır. Burada farklı felsefelerin doğruluk ölçütlerini açıklamaya girişmek bu yazının sınırlarını aşar. Ancak bir noktaya dikkat çekmek gerekir. İslam kültüründe ve inancında doğru bilgi, söz ile fiilin örtüşmesidir. Eğer söylenen bir söz, dilde varolan anlamında doğru olmakla birlikte, söyleyen kişi o doğruya uygun davranmıyorsa o söz geçerli (doğru) sayılmaz. “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz?” (Kur’an, Saff/61.2).

Durmuş GÜNAY

Prof. Dr., Maltepe Üni Öğretim Üyesi

Bilimsel bilgi, felsefi bilgi, dini bilgi, sanat bilgisi, teknolojik bilgi ve okült bilgi şeklindeki tüm bilgiler, bilgi kapsamı içindedir. Kültür de bilgi alanındadır. İnsan, bilgiye göre yapar ve davranır. Bilgisayarın işletim sistemi ne ise insan için kültür odur. Bilim olmadan yaşayabiliriz ama kültürsüz yaşayamayız. Kültür hayata kılavuzluk eden “söylenmiş ve düşünülmüş en iyi” bilgilerdir.

Bilginin bilgisi terimiyle, ifadesiyle, bilgi felsefesine (epistemolojiye) işaret ediyoruz. Fizik, hareket problemi ile uğraşır. “Fizik nedir?” sorusu ile fizik ilgilenmez. Bu sorunun cevabı ile bir üst merci olan fizik felsefesi ilgilenir. Bir şeyin ne’liğini (mahiyetini) felsefe araştırır. Yunus’un “ilim, ilim bilmektir” dediği, hikmet bilgisi veya felsefi bilgidir.

Varolan, algılanabilen ve gösterilebilen her şeydir. Algılanabilsin veya algılanamasın, gösterilebilsin veya gösterilemesin hakkında konuşulan her şey varlıktır. Var olanın, var olma tarzı üçtür: Zihinde var olan, dilde var olan, dış dünyada var olan. Bilgi, dilde var olan alanındadır. Varolanlar, varlık dairesinin kapsamı içindedirler (Çotuksöken, 2003).

Bilgi, bilen (özne, süje, insan), ile bilinen (nesne, obje) ilişkisinden ortaya çıkar. Nesne, fiziksel bir nesne olabileceği gibi öznenin bilmek için yöneldiği her şeydir. Kaf dağı, dev, yokluk veya hiçlik hakkında söz ediliyorsa onlar da nesnedir. Nesne hakkında öznenin zihninde oluşan yargının (judgement) dildeki izdüşümü olan önerme (proposition) bilgidir. 

Bütün bilgi tarzları -bilimsel, felsefi, sanat bilgisi, dini bilgi- özne ile nesne arasındaki ilişki ile kimlik ve anlam kazanır. Duyu verilerine dayalı algı bilgisi, görünüş bilgisi veya gündelik bilgidir. Özne, nesne ile ilişkisini deney ve gözlem yoluyla kurarsa elde edilen bilgi bilimsel bilgidir. Özne ile nesne arasındaki ilişki akıl ve mantık ile kuruluyorsa bu bilgi felsefi bilgidir. Özne ile nesne arasındaki ilişki inanç bağı ile kuruluyorsa bu bilgi dini bilgidir. Özne ile nesne arasındaki bağ, sanatçının “yaratıcı” yeteneği ile kuruluyorsa ortaya çıkan bilgi sanat bilgisidir.

Nedeni ortaya koyan bilimsel bilgi sürecinde, araştırılan probleme dair öznenin ortaya attığı hipotez, nesne yerine geçer. Bilimin araştırdığı neden bilgisi görünmez, görünenin arkasındadır. Her bilimin konusu onun nesnesidir. Biyolog için canlılar nesne, biyoloji ise bilgidir. Felsefi bilginin öznesi filozoftur. Filozofun ilgili olduğu felsefe alanı nesnesidir. Sanatçı da sanatın öznesidir. Sanatçının konusu nesnesidir.

Modern Batı medeniyeti; Antik Yunan, Roma ve Hristiyanlığın sentezi olarak bilinir. Antik Yunan çok tanrılı (politeist) idi. Modern epistemoloji, teolojik olarak tevhit (birlik) ilkesinden uzaklaştığı gibi diğer alanlarda da parçalanmışlık genetiğine sahiptir. Modern epistemolojideki parçalara ayırma anlayışı Yunan inancındaki politeizmin bir uzantısı mıdır, bilinmez?

Burada bir noktaya daha işaret etmek gerekir: Duyulara dayalı algı bilgisi, duyu ile akıl ayrışmış gibi, sanki akıl devrede değilmiş gibi anlatılır.  Oysa her zaman insanın tüm yetileri, duyum, deneyim, akletme, sezgi hep birlikte iş başındadır. Her şey, her şey ile ilgilidir. İslam inancında varlık, yaratıklardır ve kâinat (evren) bir tek yaratıcı tarafından yaratılmıştır. Tevhit ilkesinin düğümlendiği nokta burasıdır. Varlığa bütüncül bakmak, hakikatine varmanın ön koşuludur. Hakikati araştıran felsefe, genelde varlığın tümel bilgisidir şeklinde tanımlanır. Genelde varlık, varlığı bütün olarak göz önüne almaktır, tümel bilgi ise bütün bilme tarzlarının, felsefe, bilim, sanat, vb. birleşik perspektifinden bakıştır.

Bilimsel bilgi söz konusu olduğunda, akıl yürütme, duyu bilgisine nispetle daha çok role sahiptir. Duyular aracılığı ile bilgi edinilmez, sadece fikir edinilir. Neden(ler) duyular ile algılanamaz. Güneş doğar, batar şeklinde görünür. Bu algı ve olgu bilgisidir. Duyularımız bizi yanıltır. Astronomiden biliyoruz ki, güneş dünyaya göre sabittir. Yerküresi, güneş etrafında dönmektedir. Suya batırılan çubuk kırık görünür, oysa gerçek öyle değildir.  Bunun nedeni ışığın havada ve suda kırılma indisinin farklı olmasıdır.

 “Bırakılan taş düşer” olgu ifadesidir. “Taş yerçekimi dolayısıyla düşer” ifadesi nedeni bildirir ve bilimsel bilgidir. Olgular duyular ile tespit edilir. Ancak olguların nedeni duyular tarafından görülemez. Neden, bilim yoluyla belirlenebilir.

Bilimsel bilgi, neden bilgisi, görünüşün ardındadır. Varlık bilgisini gizler. Giz-ini açmaz, saklar. Uğrunda dirsek çürütmek araştırma yapmak adanmışlık ister. Olumlu bakmak ister. Kavramlar, duyularla elde edilemez. Duyular, tekil var olanı algılamamıza imkân verirler. Kavramlar genellemenin ürünüdür. Genelleme aklın niteliğidir. Varolanın zihindeki tasavvuru olan kavram, akıl yürütme yoluyla tekil var olanlardan soyutlanarak elde edilir.

Felsefenin ve bilimin temelinde insanın bilme ihtiyacı vardır. Bilmenin itici gücü insanın doğasında (fıtratında) bulunan bu ihtiyaçtır. Aristoteles Metafizik kitabına şöyle başlar: “Bütün insanlar, doğasında (fıtratında) bilme arzusu taşırlar.” Ve devamla şöyle der: “Duyularımız bize zevk verir çünkü bilgi verirler. Ancak görme duygusu daha fazla zevk verir çünkü duyularımızın içinde bize en çok bilgi vereni odur”. Duyular yoluyla öğrenmenin %75’inin görme duyusu ile olduğu bilinmektedir.

Bilginin ideası veya amacı doğru bilgiye varmaktır. Her felsefenin doğruluk anlayışı farklıdır. Burada farklı felsefelerin doğruluk ölçütlerini açıklamaya girişmek bu yazının sınırlarını aşar. Ancak bir noktaya dikkat çekmek gerekir. İslam kültüründe ve inancında doğru bilgi, söz ile fiilin örtüşmesidir. Eğer söylenen bir söz, dilde varolan anlamında doğru olmakla birlikte, söyleyen kişi o doğruya uygun davranmıyorsa o söz geçerli (doğru) sayılmaz. “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz?” (Kur’an, Saff/61.2).

Bilimin ve teknolojinin varoluşuna götüren ilk unsur, ihtiyaçtır. Aynı zamanda insan, doğasında (fıtratında) kişilere göre farklı düzeyde olsa da bilmeye ve yapmaya ilişkin merak duygusu taşır. İhtiyaç ve merak isteğini karşılamak istediğinde insan, yetersizlik veya kıtlık niteliği ile karşılaşır. Bu yetersizlikleri yenmek üzere insan, bilim yoluyla kavramsal araçlar ve ihtiyaç duyduğu araçları yapmak için teknoloji üretir. İnsan kor ateşi, elleri ile tutabilseydi, maşaya ihtiyaç duymayacaktı. Kuşlar gibi uçabilseydi uçağa, çok büyük sayılarla zihninde işlem yapabilseydi hesap makinasına, balıklar gibi yüzebilseydi deniz altına ihtiyaç duymayacaktı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. İnsana hiçbir şey hazır verilmemiş, imkân olarak verilmiştir. Doğa (Doğa:Latincede natura, Yunancada physis) bağışlanmıştır. İnsan var ettiği kültür (culture) ile imkanlar dünyasını mümkünler dünyası haline getirmiştir. Bilim ve teknoloji de kültürün bir parçasıdır.

Bilim, açıklama ve öndeyi; teknoloji, yapma bilgisidir. Bilim, yöntemli ve sistemli bilgidir. Bilim, hipotez, deney, gözlem, gerekçelendirme/temellendirme, açıklama (explanation), öndeyi (prediction) yoluyla yapılan etkinliktir. Bilimsel yasalar ve teoriler, bize bilme gücü sağlayan kavramsal araçlardır. İnsan, sınırlı yeteneklerine rağmen, ihtiyaç duyduğu, sınırsız evrenin bilgisine bilim aracılığıyla varmak ister.

Bilme ediminde, asıl önemli olan özne (bilen) ile nesnenin (bilinenin) durum alışıdır. Özne nesneye bilme arzusu (iyilik) ile yaklaşmıyorsa, nesne yüzünü özneye açmıyorsa, bilme edimi gerçekleşemez.

Şeyh Galip’in ünlü beyti;

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

(Hoşça bak kendine alemin özüsün sen

Yaratılmışların gözbebeği olan ademsin sen)

Niçin zatına hoşça bakmalıdır insan? Çünkü kendi varlığının hakikatini doğru anlamanın yolu iyilikten geçer. O yüzden söz konusu olan insanın kendi hakikati ise doğru anlaması ancak kendisine hoşça bakmasıyla mümkündür. Hoşça bakış yoluyla insan kendisinin alemin özü ve yaratılmışları göz bebeği olduğu hakikatini görebilir.

 Varlığa iyilikle bakmak, hoş bakmak, gerçeği çarpıtmak değildir. Aksine gerçeğin hakikatini bize açması için üzerini aydınlatmaktır. Kültürümüzde “hüsnü zan etmek” ifadesi, doğru anlamak için hüsn (güzellikle) ile bakmanın gerekli olduğuna işaret etmektedir. Yoksa gerçekliği deforme etmek veya olduğundan daha güzel görmek için değil.

Platon, Bölünmüş Çizgi Analojisinde (The Simile of the Line), algılanabilir dünyayı güneş, kavranabilir dünyayı iyilik aydınlatır, şeklinde açıklar. Platon şöyle söyler: “… benim düşünceme göre, kavranan dünyanın sınırlarında iyi ideası vardır. İnsan onu kolay göremez. Görebilmek için de, iyi ve güzel ne varsa, hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görünen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur… İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış hayatında bilgece davranabilir …” (Keklik,1990)

Algılanabilir dünyanın bilgisine Platon, “doksa”, kavranabilir dünyanın bilgisine “episteme” adını verir. Doksa, güneşin aydınlattığı nesnenin görünüşüne ait algı bilgisi, nesnenin ne olduğunu bildirir. Episteme ise olayın (vak’a veya vakıa’nın) nedenini açığa çıkarır. İfşa eder. Çünkü Platon’un epistemik bilgi ile işaret ettiği bilimsel ve felsefi bilgidir. Hangi tarz bilgi olursa olsun anlam “açığa çıkarma” da açığa çıkar. Türkçede bir konunun bilgisini ortaya koymak AÇIKLAMA yapmaktır. Yani meydana çıkarmaktır. Meydan açık alandır. “Yazmak” sözcüğünün anlamı da açığa çıkarmaktır. Bir konuda yazı yazmak, o konunun bilgisini ortaya koymaktır, açıklamaktır. Dilimizde “sofra bezini “yaz” denildiğinde dürülü olan sofra bezini demektir. Bilimsel yasalar keşfedilir. Keşfetmek, ifşa etmek, açığa çıkarmak demektir. Yunancada hakikat (bilgisi) “aletheia” dır. Aletheia saklı olanı açığa çıkarmaktır. Keşfin İngilizce karşılığı olan “discover” örtüsünü açmak demektir. Kimi kavramlar medeniyetlerde ortak bir anlama sahiptirler.

Zihin, doğası gereği iyilikle bakılan bilgi nesnesine ilgi duyar. Çünkü zihin iyi olandan zevk duyar, onu bilmek ister. İnsan yaradılışı gereği, algılanabilir ve kavranabilir dünyanın bilgisinden zevk duyar.

Heidegger (1889-1976) bu durumu şöyle dile getirir:

Varlık kendisine negatif bakanlara bilgisini açmaz.

Yunus da (1238-1328) şöyle söyler:

Yunus bir söz söylemiş, hiçbir söze benzemez

 Münafıklar elinde örter mana yüzünü” 

Kendisinden yaklaşık 650 yıl önce yaşamış olan Yunus’u, şiiri çok seven Heidegger okumuş mudur, bilinmez? Varlığın da kişiliği vardır sanki. Hem Yunus için hem de Heidegger için bu böyledir. Kendisine iyilikle bakanlara varlığın anlamı yüzünü açar, ses verir. Şairler varlığın sesini duyarlar. Varlık ile diyalog halindedirler. Yunus sarı çiçek ile konuşur, “annen baban var mı” diye sorar. Sarı çiçek, “annem babam topraktır” diye cevap verir. Dertli dolap derdi dolayısıyla inler. Irmaklar Allah Allah deyu akar. Bütün bir kâinat orkestra cümbüşü içinde yaşamaktadır.

Şair, tabiatın ve tarihin sesini duyar. Sezai Karakoç bu durumu şöyle dile getirir: “Şiir Tanrı armağanıdır. Tanrı’nın önünde samimi yaşama sonucunda elde edilen bir armağandır. Şiir hakikatin doğa ve tarih içinde atan nabzı, çarpan yüreğidir. Şiir ruh pencerelerini Allah’a açtıkça şiirdir”.

İnsan, iç ve dış dünyasından bilgi edinir. İnsanın içinde bulunduğu nesneler evrenine “dış dünya”,  hayal ettiği, hüzünlendiği, düşlediği dünyaya “iç dünya” adı verilir. “…nöro-serebral sistemin (sinir-beyin sisteminin), organizma ile dış dünyanın bağlantısını sağlayan giriş ve çıkış yolları, bütünün ancak %2’sini temsil ederken %98’i iç işleyişle ilgilidir (Morin,2013). İç işleyiş ile işaret edilen iç dünyamızdır. Buradan açıktır ki iç dünyamız bize daha çok bilgi verir. Hayvanlar dış dünya, duyu dünyası ile sınırlıdır. Hayvanların duyuları insandan çok daha güçlüdür.

Pozitivizm (olguculuk), deney ve gözlem yoluyla biriktirilmiş olgulardan hareketle tümevarımcı akıl yürütme ile doğrulanmış yasa ve teoriler elde etmeyi ve bu yasa ve teorilerden tümdengelim yoluyla açıklama ve öndeyilerde bulunmayı öngörür. Ancak tümevarımcı akıl yürütme, geçersiz (veya olasılıkla geçerli) bir akıl yürütmedir. Tümevarımın geçerliliğini kanıtlamanın bir yolu bulunamamıştır. Bu, felsefede tümevarım problemi (problem of induction) olarak bilinir (Chalmers,2008).

K. Poper (1902-1994), tümevarımcı akıl yürütme tarzını bütün ayrıntıları ile çürütmüştür. Yasa taslağı olan hipotezi doğrulamanın bir yolu yoktur. Ancak hipotez, yanlışlamacılık (falcificationizm) bilim görüşünü ortaya atan Popper’e göre yanlışlanabilir. Yanlışlama, yanlış çıkabileceği senaryolar tasarlayarak hipotezi çürütmek için test edilmesidir. Yanlışlanamadığı sürece o hipotezi geçerli saymaktır.

Metafiziği dışlayan aklı ikinci plana atan pozitivizmin Batı dünyasında, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, pabucu dama atılmıştır. Ancak modernizme ve birçok felsefeye kısmen de olsa pozitivizm bulaşmıştır. Pozitivizm, insanın duyuları dışındaki yetilerini dışlaması, zihni duyuların beton duvarları içine hapsetmesi, özellikle ülkemizde, bilimsel üretim ve gelişme üzerinde büyük zaaflar meydana getirmiş derinliksiz bir felsefedir. Felsefeye, hoş bakmayan pozitivist görüşe dayalı eğitim sistemi ülkemizde, nesillerin zihnini, E. Morin’in işaret ettiği %2’lik duyu verilerine dayalı düşünme tarzına hapsederek biçimlendirmiş ve kısırlaştırmıştır. Pozitivizmden etkilenen modernizmin karakteristiklerinden biri geçmişe negatif, diğeri geleceğe pozitif bakmaktır. Pozitivizm, şimdi çözülemeyen problemlerin gelecekte kendi bilim anlayışı ile çözülebileceği ön yargısını yerleştirir.

Heidegger şöyle ifade eder: “16. ve 17. yüzyıllar boyunca doğa biliminin büyüklüğü ve üstünlüğü, tüm bilim adamlarının filozoflar olmasında yatar … pozitivizmin karakteristiği ise şudur: Pozitivizm, olgularla ya da başka ve yeni olgularla yeterli bir şekilde işi götürebileceğini, oysa ki kavramların her nasılsa ihtiyaç duyulan, fakat bu felsefe olacağı için çok fazla haşir neşir olunmaması gereken salt geçici çareler olduklarını düşünür. Dahası, bilimin hâlihazırdaki durumunun komedisi -ya da daha doğrusu trajedisi- pozitivizmin pozitivizm aracılığıyla aşılacağının düşünülmesidir. Elbette ki bu tutum, yalnızca vasat ve ilave mahiyetindeki çalışmaların yapıldığı yerlerde yürürlüktedir.” (Heidegger,1998).

Pozitivist felsefeyi benimseyen kimi düşünürler, özgürlüğü savunurlar. Özgürlükten anladıkları, onların düşüncelerini benimsemektir. Eğer pozitivist yaklaşımın dışında bir yaklaşımı dile getirirseniz asla tahammül göstermezler.

Metafiziği reddeden, derinliksiz, sınırlayıcı, kısırlaştırıcı, materyalizme ve pragmatizme götüren pozitivist zihniyetin kalıntıları ve etkilerinden eğitim sistemimiz arındırılmalıdır.

Kaynaklar

Morin, E. (2013). Geleceğin Eğitimi İçin Gerekli Yedi Bilgi. (H.Dilli, Çev.). 4. Baskı, İstanbul:

İstanbul Bilgi Üniversitesi.

Duralı, Ş.T. (2017). Felsefe-Bilim Nedir?, İstanbul: Dergah Yayınları.

Heidegger, M. (1998). Bilim Üzerine İki Ders, (Hünler, H., Çev. ),  İstanbul:Paradigma Yayınları

Çotuksöken, B. (2003). Felsefi Söylem Nedir?. İstanbul: İnkilap Kitabevi.

Günay, D.(2001). Bilimin Matematiksel (olan) Temeli, İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, Bildiriler Kitabı, Sayfa: 313-325, Mantık,Matematik ve Felsefe I. Ulusal Sempozyumu, 26-28 Eylül 2003, Assos-Çanakkale.

Dinçer, K.(2015). Kısaca Felsefe, 2. Basım, Ankara: Pharmakon Yayınları.

Mengüşoğlu, T.(2013). Felsefeye Giriş, Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Çüçen, A.K. (2014). Bilgi Felsefesi, İstanbul: Sentez Yayıncılık.

Keklik, N.(1990). Felsefede Metafor, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Chalmers, A.F.(2008). Bilim Dedikleri, İstanbul: (Arslan, H., Çev.),  İstanbul:Paradigma Yayınları.