“Kudüs Yazıları”na Bir Bakış

Kitapta makaleler arası geçiş yaparken Kudüs’ün sokaklarını Taha Kılınç’ın rehberliğinde dolaşıyormuş hissine kapılıyorsunuz. Fakat bu seyahat esnasında, mesela; Filistin’in El Halil şehrindeki Halîlurrahman Külliyesi’nin ortadan ikiye bölündüğünü, Hz. İshak ve eşi Refika’nın kabirlerinin Müslümanların ayrılmış olduğu bölümde yer alırken; Hz. İbrahim ve eşi Sâre’nin kabirleri bölünmüş alanın arasında; Hz. Yakup ve eşi Hz. Lea’nın kabirlerinin ise caminin Yahudilere tahsis edilmiş kısmında olduğunu anlıyorsunuz. Ya da İsrail İşgalinin gözüne kestirdiği Şeh Cerrah mahallesini, parsel parsel satılan sokaklarını görüp duyduktan sonra hayretinize karışan hüznünüzü, kahrınızı anlatacak cümle bulamıyorsunuz.

Nihal PAKIRDAŞI

“Filistin, İslâm dünyası için cami avlusunda bulunmuş bir bebek gibi adeta. Tamamen terk edilemiyor, ama eve alınıp öz evlat gibi de bakılamıyor. Belli zamanlarda dile dolanan, hamasi nutukların içinde adı bol bol geçen, ancak bir türlü rekabet ve düşmanlıklara meze olmaktan kurtulamayan bir konu Filistin.”

Yukarıdaki can alıcı cümlelerin sahibi Taha Kılınç. Asıl hüviyetine kavuşma noktasında uyuyanların uyanmasına, görmeyenlerin görmesine, duymayanların duymasına var gücüyle çabalayan Taha Kılınç için Filistin; öz evlat. Kılınç, Ortadoğu ve İslâm dünyası üzerinde yaşanan sorunları kendine dert edinen ve bu bağlamda önemli çalışmalara imza atan bir yazar. Filistin üzerine büyük bir hassasiyetle eğilen Kılınç, Kudüs söylemlerinin çoşkusuna ve iddiaların büyüklüğüne karşın, mukaddes şehri anlama ve anlatma noktasında toplumun yeterince ilgisinin ve bilgisinin olmadığı kanaatinde. Kudüs konusunun ezbere dayalı söylemlerle, dönemsel heyecanlarla geçiştirilemeyecek kadar önemli olduğunu vurgulayan yazar, bu sorumluluğunun teker teker hepimizin omuzlarında duran bir görev olduğunu “Kudüs Yazıları” kitabında ısrarla hatırlatıyor.

1980 Anamur doğumlu olan Taha Kılınç, çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı ve genel yayın yönetmenliği yapmasının yanı sıra İslâm coğrafyalarına da sıklıkla seyahat eden bir seyyah. Taha Kılınç’ın elimize ulaşan kitabı ilk baskısını 2018’de yapmış. Kudüs konusuna “nereden başlayalım?” sorusuna cevap niteliğinde olan eser, “Kudüs Yazılarını” oluşturan 30 metne ev sahipliği yapıyor. Taha Kılınç’ın akıcı üslubuyla ele alınan metinler, okuyucusunu Kudüs meselesinin kökenine götürüyor. Kudüs merkezli, dünya üzerinde yaşanan olayların iç yüzünü okuyucusuna gösteren yazar, konunun tahayüllerimizin üzerinde girift ve hassas olduğunu özenle ortaya koyuyor.

Yazar kitabında; 1951 yılında bir cuma vakti Mescid-i Aksâ’da Ürdün Kralı Abdullah’ın; 1975 yılında kendi sarayında kendi adını taşıyan yeğeni tarafından Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın; 1973’te Yom Kipur Savaşı’nın zafer kutlamalarında Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın; Oslo süreci içinde 1995’te Tel Aviv’in en büyük meydanlarından Malkey Yisreal’de yerleşimci bir Yahudi tarafından İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in ve 2001’de başkenti Nablus olacak bir Filistin devletinin kuruluşu için taslak plan hazırlayan İsrail eski Turizm Bakanı Rehavam Zeevi’nin Kudüs’te suikast sonucu öldürülmeleri sonucunda, İsrail’in Kudüs siyasetine suikastlerin nasıl yön verdiğini detaylı bir şekilde gösteriyor.

Büyük İsrail projesi için askeri alanda sınır tanımayan yönetim, kültür konusunda da ölmüş bir dil olan İbranice’yi Ben Yehuda’nın büyük uğraşları sonucunda İsrail’in kuruluşuna 26 yıl kala modern dönemde yeniden diriltiyor. Bu konuda insanüstü bir çabayla çalışan Eliezer Ben Yehuda 1922 yılında öldüğünde yeni kurulacak devletinin dilini de kültür altyapısını da kurum ve metinlerini de hazır bir şekilde bırakıyor. Kitapta karşılaştığımız bu ilginç anektod ise, bir toplumun kendi inanç ve değerlerini korumada, devamlılığını sağlamada dilin ne kadar önemli olduğunu anlamamız noktasında önemli bir ayrıntı. Bu ayrıntıya dikkat çeken Taha Kılınç ise, “kahrolsun” diye slogan attığımız devletlerin dünyevi işlerinde nasıl ciddiyet ve inatla çalıştıklarına, aslında bizim klâsik dönem İslâm dünyamızın da böyle çılgın adamlarla dolu olduğunu ve köklerimizde var olan bu çalışma disiplinine tekrar geri dönmemiz gerektiğini haklı bir ısrarla dile getiriyor.

Taha Kılınç’ın kitabında önemle dikkat çektiği konulardan diğeri de Kudüs’e gitmenin şart olduğu. Yusuf El Karadâvi’nin verdiği fetvalar neticesinde önceki dönemlerde Kudüs ziyaretinin kesintiye uğradığına değinen yazar; bu fikri eleştirel bir yaklaşımla ele alıyor ve “Evet, Kudüs ziyareti şarttır. Kudüs’e sahip çıkmak, ancak bizzat orada yer alabilmekle, mescitlerinde saf tutabilmekle olur. Hiçbir şehri uzaktan kumandayla kontrol edemezsiniz. Kudüs’te bulunma, oradaki Müslümanları ekonomik, siyasi ve duygusal yönden desteklemek şarttır. Kudüs’ü ziyaret tarihsel kökenlerimizi hatırlamak, bağlı bulunduğumuz manevi zincirin halkalarını daha da sağlamlaştırmak için de şarttır” şeklindeki çok anlamlı ve bir o kadar da değerli önerilerini dile getiriyor.

Kitapta makaleler arası geçiş yaparken Kudüs’ün sokaklarını Taha Kılınç’ın rehberliğinde dolaşıyormuş hissine kapılıyorsunuz. Fakat bu seyahat esnasında, mesela; Filistin’in El Halil şehrindeki Halîlurrahman Külliyesi’nin ortadan ikiye bölündüğünü, Hz. İshak ve eşi Refika’nın kabirlerinin Müslümanların ayrılmış olduğu bölümde yer alırken; Hz. İbrahim ve eşi Sâre’nin kabirleri bölünmüş alanın arasında; Hz. Yakup ve eşi Hz. Lea’nın kabirlerinin ise caminin Yahudilere tahsis edilmiş kısmında olduğunu anlıyorsunuz. Ya da İsrail İşgalinin gözüne kestirdiği Şeh Cerrah mahallesini, parsel parsel satılan sokaklarını görüp duyduktan sonra hayretinize karışan hüznünüzü, kahrınızı anlatacak cümle bulamıyorsunuz.

Ayrıca Taha Kılınç eserinde zor zamanlarda yalnız bırakılan Kral Faysal’dan; 2009’da Obama’nın ABD’ye başkan seçilmesinin ardından Libya lideri Muammer Kaddafi’nin yazdığı mektuba. Nekbe’den; en sıkıntılı anlarda bile yüzlerindeki tebessümü eksik etmeyen “Makdisi” ünvanını taşıyan Kudüs’teki müslüman halkın özellikle gençlerin göğüs göğüse mücadele ettiği beş ayrı cepheden; 2015 yılında Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Diyanet İşleri Başkanı iken Mescid-i Aksâ’da verdiği hutbenin Ortadoğu dengelerini nasıl oynatabileceğine ve Kudüs’ün direnişinde yaşanan birçok ayrıntıyı geniş bir perspektifle okuyucunun dikkatine sunuyor.

Taha Kılınç kitabının birçok yerinde bir konu hakkında doğru tavır almanın derinlemesine kazanılan bilgiyle mümkün olabileceğini hatırlatıyor ve okuyucusuna Kudüs konusuna dair çeşitli okuma önerilerinde bulunuyor. Ayrıca yazılarında, kutlu Kudüs mücadelesinin romantizminden bir an önce sıyrılıp her kişinin kendi çapında ciddiyetle aklını başına alması gerektiğinine dikkat çeken Kılınç, kulağımıza kutlu bir sırrı da fısıldıyor. Kudüs’ü ilk fetheden Hz. Ömer’in bu kutsal toprakları adaletiyle dizayn ettiğini, ardından gelen Selahaddîn Eyyûbî ve Sultan Abdülmecid’in bu fetih ahlakını takip ettiğini dile getirdikten sonra, onların şehrin ruhuna yabancı olduğunu bizlere müjdeliyor ve ekliyor;

“İsrail, insanlık ve Ortadoğu tarihinde kanlı bir parantez olarak kalacak. Kudüs ahalisini yıldırmak için ortaya koyduğu işgal, tedhiş ve tehcir uygulamaları, yine tarihin sıkıcı sayfalarına gömülüp gidecek. Kudüs’ün ruhuna karşı duyarsızlık noktasında Haçlıları bile geride bırakan militan Siyonizm, bu muazzam şehrin tarihsel serüvenine minik bir çentikten fazlası da olmayacak.”

* Taha Kılınç, Kudüs Yazıları. İstanbul: Aşina, 2022.