Barış içerisinde yaşanılan gayrimüslim topluma karşı adaletli olmak Allah’ın sevdiği bir husustur. Onlar ile güzel insanî münasebetler kurmak ve ortak faaliyetler yapmak Kur’an’ın arzuladığı bir husustur.
Hakan AYDIN
Dr., IGMG Eğitim Başkan Yardımcısı ve ILM Akademi Müdürü

Müslüman toplumların gayrimüslimler ile beraber yaşam tecrübeleri Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında başlamıştır. Sahabe-i Kiram bu bağlamda birbirinden çok farklı üç devir geçirmiştir. İlk başta Mekke’de Kureyşlilerin zalim müşrik nizamına maruz kaldıktan sonra Habeşistan’a hicret edip, adil bir Ehl-i kitap nizamın altında azınlık olarak hayatlarını sürdürdüler. O zamanlar daha Hristiyan olan Ashame isimli Habeşistan kralı (Necaşi) Müslümanlara bütün dini ve içtimai özgürlük haklarını verip onları koruma altına almıştır. Akabinde Medine-i Münevvere’ye göç edip Müslüman bir çoğunluk olarak Resulullah’ın irşadı altında adil bir nizam kurmuştular.
Yaklaşık 1440 senelik İslam tarihinin son 100 yılında Müslümanlar yeni bir durumla karşı karşıya kalmışlardır. Müslümanların azınlık, barış içerisinde ve devamlı olarak bir ülkede yaşamaları yeni bir tecrübedir. Peygamber (s.a.v) zamanındaki Habeşistan dönemine uygun bir yaşamı tecrübe eden Müslüman toplum, “Gayrimüslimlerle Münasebetler” bağlamında hassas bir dönemden geçmektedir. Aşırı uzaklaşmalar düşmanlığı, aşırı yakınlaşmalar ise benliğinden uzaklaşma neticelerini oluşturabilmektedir. “Gayrimüslimlerle Münasebetler”, konusu dinen teorik bilgiler ve tecrübi rol modellikler ile beraber oluşturulmaya ve yeniden inşa edilmeye başlandı.
Allah Teâlâ, Maide Suresi’nde gayrimüslimlerden kitap ehli olanlarla münasebetlerimizde bazı önemli hususlara değinmektedir: “Bugün size iyi ve temiz nimetler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir; sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir…”[1]
Gayrimüslimlerin kitap ehl-i olanlarının helal olan yiyeceklerinden beraberce yemek ve bu vesile ile bir masa etrafında buluşmak ve kaynaşmak arzu edilmiştir. İçerisinde yaşadığımız ülkelerde ehl-i kitap olan ve olmayan gayrimüslim toplum çoğunluktadır. İslam çerçevesinde kalarak bu toplum ile münasebetlerimizi sürdürmek durumundayız.
Müslüman şahsın insanlara karşı sorumlulukları şu çerçevede olmalıdır:
1- Kişinin en yakın ailesi olarak ifade edilen anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aileye karşı görev ve sorumluluklar en üst seviyededir.
2- Büyük aile ve akrabalar olarak ifade edilen yakınlara karşı ikinci derecede sorumluluklar bulunmaktadır.
3- Ancak mü’minlerin birbiriyle kardeş[2] oldukları gereği, Müslüman olan diğer mü’minlere karşı “Din kardeşliği” görevleri bulunmaktadır.
4- Mü’minlerin dışında kalan diğer bütün insanlara karşı görevler bulunmaktadır. Komşuluk ilişkileri, öğretmen-öğrenci münasebetleri, iş ortamı münasebetleri, okul arkadaşlıkları ve diğer ortamlarda gayrimüslim kişilerle olması gerekli insani münasebetler dinimiz tarafından açıkça belirlenmiştir. İnsanlar tam bir din özgürlüğüne sahiptirler.[3] Hak dinin “İslam”[4] olduğunu unutmadan, diğer dinlerin dünya görüşlerinin de var olacağını ve insanlar tarafından yaşanmasının yine “İslam” dini tarafından yeryüzü imtihanının bir parçası olarak kabul edilen bir durum olduğunun bilinmesi gerekir. Her şeyden önce kişi, insan olması itibariyle tabiî bir değere sahiptir. Çünkü onun hakkında Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “And olsun ki biz, insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan onları üstün tuttuk.”[5]
Yukarıda sayılan kesimlerin hepsi eşit derecede “insan” olma onuruna yakışan münasebeti hak etmektedirler. Bir gruba olan sorumluluk ve görevlerin daha fazla olması, diğer grubun daha az değerli olduğu anlamına asla gelmez. Çekirdek aile ve akraba boyutunda olan kişilerin gayrimüslim olmaları söz konusu ise, bu kişiler de “aile” yakınlığı boyutunda ilgiyi hak etmektedirler. Gayrimüslim olanlar ile “din” ayrılığı vesilesiyle şu ayet-i kerime akıllardan çıkarılmamalıdır: “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”[6]
Din ayrılığı vesilesiyle doğal olarak aynı mabet içerisinde ibadet edip kucaklaşmak, aynı bayramı veya dini özel günleri idrak etmek veya dini söylemlerle birbirimize hitap etmemiz mümkün olmaz. Herkes kendi din mensupları arasında bu münasebetler içerisinde bulunur. Her dinin kendi örfi uygulamaları kendi mensupları arasında uygulanır. Gayrimüslimler ile münasebet içerisinde bulunurken İslam ahlak kurallarından feragat edilmez. Yukarıda ifade edilen noktaları Hz. Peygamber Efendimiz ’den rivayet edilen şu hadis-i şeriften öğrenmekteyiz:
“Komşuların üç farklı dereceleri vardır. Bir komşunun bir hakkı olur, o da hak bakımından en düşük olan komşudur. Bir komşunun iki hakkı vardır. Bir komşunun da üç hakkı vardır, o da komşuların en faziletlisidir. Bir hakkı olan komşu, akraba olmayan müşriktir. Onun komşuluk hakkı vardır. İki hakkı olan komşu, akraba olmayan Müslüman komşudur. Onun İslam ve komşuluk hakkı vardır. Üç hakkı olan komşu ise, akraba olan Müslüman komşudur. Onun İslam, komşuluk ve akrabalık hakkı vardır.”[7]
Barış içerisinde yaşanılan gayrimüslim topluma karşı adaletli olmak Allah’ın sevdiği bir husustur. Onlar ile güzel insanî münasebetler kurmak ve ortak faaliyetler yapmak Kur’an’ın arzuladığı bir husustur. Hz. Ebubekir (ra)’ın cahiliye döneminde boşadığı Kuteyle isminde bir eşi vardı. O evlilikten Hz. Aişe (ra)’nın ablası olan Hz. Esma (ra) doğmuştur. Medine döneminde, Müslüman olmayıp müşrik kalan annesi Hz. Esma’ya gelip ona farklı hediyeler takdim ettiğinde kendisi bu ikramı reddedip sert bir üslup ile “Senden hediye kabul etmem! Resulullah izin verene kadar da yanıma gelme!” diye karşılık verdi.[8] Hz. Aişe (ra) bu olayı Peygamber Efendimiz ’e taşıdığında şu ayet nazil oldu:
“Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever.”[9]
Bir sonraki ayette uzak durulması gereken gayrimüslimlerin kim olduğu açıklanıyor:
“Allah ancak, din konusunda sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dostluk kurmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık etmişlerdir.”[10]
Allah’ın emir ve yasaklarına teslimiyet gösteren Müslümanlar, farklı inanç mensuplarına yönelik ilişkilerinde ve konuşmalarında bile, terbiye ve nezaket kurallarına riayet etmeleri gerekmektedir. Çünkü bu davranış biçimi, insan olmanın bir gereğidir; ayrıca kötü söz ve davranış insanın aslî fıtratına aykırı olduğu için genellikle bu tür olumsuz söz ve davranışlar insanları tepki psikolojisine iter. Nezaketten yoksun olarak ifade edilen her türlü söz, kişiyi ve temsil ettiği kimliği itici kılacaktır. Bu husus, özellikle Batı coğrafyasında hayatlarını idame ettiren Müslümanların daha da çok dikkat etmesi gereken bir durumdur. Çünkü yaşadığımız gayrimüslim coğrafyada, biz Müslümanlar sadece şahsımızı değil, tabiri caizse İslam dünyasının vitrini konumundayız. Güzellik adına ortaya konulacak tüm hâl, hareket ve sözler aynı zamanda İslam’ın hanesine artı olarak yazılacaktır. Ortaya konulacak çirkinlikler ise, İslam’ın yanlış bilinip tanınmasına sebebiyet verecektir. Güzel ve çirkin söze, Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’inde çok güzel bir misalle izah etmektedir:
“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti). (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.”[11]
Gayrimüslim Toplum Tecrübesi Olarak Hz. Yusuf (as)
Yusuf Suresi (1-101 ayet-i kerimelerinde), “kıssaların en güzeli” ifadesiyle anlatılan, Hz. Yusuf’un hayatının bir gayrimüslim ülkede geçmesi yönüyle de bu kıssadan alınacak önemli dersler bulunmaktadır. Rabbimiz Kur’an’da, “Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde, almak isteyenler için ibretler vardır” buyurarak, Yusuf kıssasına dikkat çekmektedir. Farklı din ve dünya görüşlerine mensup insanların barış içerisinde bir arada yaşadığı toplumlar açısından önemli hususlar bu surede ifade edilir. Yine aynı zamanda çoğulcu toplumun içerisinde yaşayan Müslüman bireyler ve oluşturdukları kurumlar açısından bu sureden alınması gereken önemli dersler ve ibretler bulunmaktadır.
Diasporada Bir Müslüman Olarak Yusuf Peygamber
Yakub (as)’ın 12 oğlundan birisi olan Yusuf, büyük kardeşleri tarafından ihanete uğramış ve bir su kuyusuna bırakılmıştır. Yoldan geçen bir kervan, su ihtiyacını karşılamak üzere su kuyusuna gelmiş ve orada güzeller güzeli bir erkek çocuğu ile karşılaşmışlardır. Yusuf’u Mısır’a götürüp satışa çıkarmışlar ve Mısır devleti yöneticisi tarafından Yusuf köle olarak satın alınmıştır. Bulunduğu ev sakinleri tarafından iyi muamele görmüştür. Yaşadığı Mısır devleti içerisinde artık azınlık statüsünde bir Müslüman ve aynı zamanda peygamber olarak hayatını idame ettirecektir. Yetişkin hale gelen Yusuf’un ilk imtihanı iffeti ile ilgili olmuştur. Evin hanımı kendisiyle yakınlaşmayı arzu etmiş ve Yusuf kendisinden uzaklaşınca da ona iftira atmıştır. Bu iftira Yusuf’un hapse girmesine sebep olmuştur.
Allah’ın işaret ve ikazı olmasaydı Yûsuf (a.s.)’ın bu teklife meyletmiş olabileceği burada ifade edilmiştir. Büyük günahlara düşmemek için Allah’ın koruması altında olmak gerektiği buradan anlaşılmaktadır. Şu ayet-i kerime de bunun delilidir: “Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder…” (Ankebût suresi, 29:45) Gerçekten de namaz ibadetinin, namaz kılanları kötülüklerden alıkoyan bir özelliği vardır. Namaz ve hayırlı ameller, kişiye kötülüklere düşmekten korunma hususunda yardımcı olur. Yeter ki kul samimiyet ve ihlas ile kulluk görevlerini ifa edebilsin!
Hapis Hayatı ve Gayrimüslim Arkadaşları
Haksızlıkla hapse mahkum edilen Yusuf, hikmetli ve olgun tavırlarından burada da asla vazgeçmemiştir. Kur’an’da anlatıldığına göre iki arkadaşı vardır ve onlara karşı sadece iyi bir örnek insan olarak tutum ve davranışlarda bulunmuştur. “El-emin” yani güvenilir bir insan olarak kabul gören Yusuf ve arkadaşları arasında geçen münasebetlerden şunu anlıyoruz. Tebliğ vazifesi öncelikle güzel örneklik ile olmalıdır. Öncelikle güven ortamını inşa eden Yusuf Peygamber, sonrasında sözlü olarak inancını anlatmaya başlamıştır.
Diasporada Bir Müslüman Yönetici Olarak Yusuf Peygamber
Bu esnada suçsuz olduğu anlaşılıp hapisten çıkmış ve sonrasında kralın yanında güvenilir bir konuma gelmiştir. Haksızlığa uğramış olsa da Yusuf, yaşadığı ülkenin kalkınmasına katkıda bulunmak istemiştir. Kral tarafından Mısır’ın maliyesinden sorumlu olan vezir olarak atanmıştır. Yani, günümüzün deyimleriyle Başbakan ve Maliye Bakanı statüsünü kazanmıştır. Yaşanan bunca olaya rağmen Yusuf’un hiçbir zaman dürüstlükten ayrılmaması, bilgisiyle ve yaşantısıyla herkesin güvenini kazanmış olması hepimiz için önemli bir örnektir.
Yusuf Kur’an’da ifade buyrulan şu özellikle hareket etmiş, kötülükleri iyilikle ve hikmetle önleyip düşmanları dost kazanmıştır:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş! Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir.”
Yusuf Peygamber ve Mısır Yasaları
Kur’an’da kardeşi Bünyamin ile ilgili konuların anlatıldığı kısımlarda, Yusuf’un Mısır yasaları ile ilişkileri anlatılır. Öncelikle, barış ve güven içerisinde yaşadığı ve idarecisi olduğu ülkenin yasalarını hiçbir zaman ihlal etmemiştir. Kendi inancı gereği var olan kuralları uygulamak istediği vakit, o günün şartlarına göre öncelikle bu kuralın uygulanılmasını legal hale getirmiştir. Yani günümüzün deyimiyle, yasanın değiştirilmesi için çaba sarf etmiş ve sadece değişikliğini gerçekleştirebildiği kuralları uygulayabilmiştir. Kur’an ifadesiyle, bu tutum ve tavır övülmüştür. “…İşte biz Yûsuf’a böyle bir tedbiri öğrettik, yoksa Allah dileyip bunu öğretmeseydi kralın kanununa göre kardeşini alıkoyamazdı. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her bilenin üstünde daha çok bilen biri vardır.”
Mısır Devleti ekonomisinin zor dönemlerinin, başarılı bir şekilde atlatılabilmesi Yusuf Peygamber sayesinde mümkün olmuştur. Mısır toplumunun güvenini kazanmış ve bir Müslüman olarak “güzel örnek” olma özelliğini hayatının sonuna kadar devam ettirmiştir. Özetle bu kıssanın dersleri olarak bu bağlamda şu hususlar zikredilebilir.
1. İffet dersi: Yusuf Peygamber’de iffet duygusu, zirve noktadaydı. Bu yüzden Züleyha’nın en çekici tekliflerini şiddetle reddetmişti. Hatta iffetini korumak uğrunda zindana girmeye, eziyet çekmeye bile râzı olmuştu.
2. Güzel ِörneklik ve tebliğ dersi: Yusuf (as) öncelikle güzel yaşantısıyla örnek olmuştur. Güvenini kazandığı zindan arkadaşları kendisine bir vesileyle gelince bunu bir fırsat bilmiş ve inancını tebliğ etmiştir.
3. Vefa ve sadakat dersi: Yusuf Peygamber (as)’ın, Züleyha’nın isteklerini reddetmesi, onun vefasını ve sadakatini de ortaya koymaktadır. O, yanında kaldığı, ekmeğini yediği, iyiliğini gördüğü Mısır Azizi’ne hıyaneti asla düşünmemiş, daima vefalı ve sadık kalmıştır.
4. Sabır dersi: Yusuf Peygamber (as)’ın hayatı, bütünüyle sabrın yüceliğini gösteren bir ibret dersidir. Hz. Yusuf (as), yaşamında karşılaştığı sıkıntı engellerini sabırla aşmış neticede zindandan saraya çıkmış, başarıya ve mutluluğa ulaşmıştır.
5. Af dersi: Yusuf (as)’ın hayatından alınacak büyük bir ders de: Kötülük yapanı af ve hoşgörü ile karşılayıp, iyilikle karşılık vermektir.
6. Kِötülükleri iyilikle ve hikmetle önleyip düşmanları dost kazanma dersi: Kur’an’da ifade buyrulan şu özellikle hareket etmiştir:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş! Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir.”[12]
Yusuf (as) bu özelliğiyle Batı ülkelerinde yaşayan Müslüman azınlığa bir örnektir. Gayrimüslim toplum tarafından kendisine karşı yapılan haksızlıklara boyun eğmemiş, fakat hikmetli ve güzel davranışı da hiçbir zaman terk etmemiştir. İçerisinde bulunduğu gayrimüslim toplumun güvenini kazanıp o ülkenin en üst makamlarına kadar ulaşıp maliyesinden sorumlu hale gelmiştir. Kendi hayatı müddetince bu toplumun Müslüman olmamış olması onu bu özelliklerinden hiçbir zaman alıkoymamıştır.
Dr. Hakan Aydın
IGMG Eğitim Başkan Yardımcısı ve ILM Akademi Müdürü
[1] Maide Suresi, 5:5; bu ayet-i kerimede Yahudi ve Hristiyanların, Allah’ın adını zikrederek boğazladığı ve bizim dinimize göre de helal olan hayvanlar kastedilmektedir. Aynısı tabii ki meyve ve sebze gibi zaten helal olan gıdalar için de geçerlidir.
[2] Hucurat Suresi, 49:10
[3] Bakara Suresi, 2:256
[4] Ali İmran Suresi, 3:19
[5] İsra Suresi, 17:70
[6] Kafirun Suresi, 109:6
[7] Taberâni: Müsned-i Şâmiyîn, H.No: 2458
[8] Bkz. Taberi Tefsîri, 60:8 ayetin tefsiri
[9] Mümtehine Suresi, 60:8
[10] Mümtehine Suresi, 60:9
[11] İbrahim Suresi, 14:24-26
[12] Fussilet Suresi, 41:34-35