Fakat “inanmak” statik bir kelimeye dönüştürülürse bir adım ötesi yoktur. İnanmak kendi odasına çekilmiş, hayatla irtibatını kesmiştir artık. İnancın eyleme taalluk eden tarafları hayattan bir karşılık bulamayınca kitaplarda, konferanslarda ve gece yarılarına kadar süren tartışmalarda kendine bir yaşam alanı bulmaya çalışacaktır.
Hüseyin AKIN
Şair-Yazar

İnsan adına hayat denen pratik yaşamdan kovmak istediği şeyleri yazıya konu edip tanımların insafına terk eder. Yaşanan şeyler mevzubahis olmaktan çıkmış fiil halini almıştır. Bir kavramı ya da mefhumu doğru düzgün bir yere yerleştirememişseniz onun yersiz yurtsuzluğunu tescilleyip evsizleştirmekten başka çareniz kalmamış demektir. Sözgelimi bugün “iktisat” diye bir kelimeyi çarşıda pazarda dolaştırıp serbestçe kamuya açabilirken “İslam iktisadı” ya da “İslam’da İktisat” diye bir başlık attığınızda, aktüel hayatın kendi bünyesine kabul etmediği bir retorikten bahsetmiş olursunuz. Zira bir şey İslam’da var ise, zaten onun varlığını ayrıca ifade edip söze konu etmek, abesle iştigalden öteye gitmeyecektir. Ne vakit “İslam” hayatımızdan çekilmiş ve biz İslam’dan uzaklaşmışız o vakitten sonra bir kavramı tek başına kullanmak hiçbir şey ifade etmeyecek hale gelmiştir. “İktisat” kelimesini okuduğumuzda neden İslam iktisadı aklımıza gelmiyor da hemen önüne “İslam” kelimesini yerleştirmek zorunda kalıyoruz.
“İslam’da Namaz” şeklinde bir başlık gördüğünüzde şayet şaşırıp garipsemiyorsanız siz de bu tuhaflığın bir parçası olmuşsunuz demektir. “Namaz” kendini anlatabilmek için illa bir kelimeye yaslanmak zorunda mıdır ki? “Yumurtalı Omlet” demenin gereksizliği ne ise “İslam’da Namaz” demenin lüzumsuzluğu da odur. “İslam” nasıl tek başına bir anlamlar manzumesi ise “namaz” da bir başına koca bir ummandır. İktisat denilince ilk akla gelen yaşanan ekonomi oluyorsa, bu yaşananın kitabi olana galebesi anlamına gelir.
Cahiliyeyi kitaptan öğrenen kaç kişi acaba şunun şurasında? Yok denecek kadar az. Çünkü yürürlükte ve pratik hayatiyete sahip bir öğreti, artık öğreti olmaktan bile çıkmıştır. Bir şeyi kitaplardan ve de hitaplardan öğreniyor ve bunun ardı arkası kesilmiyorsa ortada tek kelimeyle oturmamışlık vardır. İslam neden sürekli öğrenilen bir sistem olmaktan çıkıp da hayat içinde bizzat kendisi, kendisine yönelenleri yaşayarak öğreten haline gelmiyor? “Öğrenmenin yaşı ve sonu yok” dediğinizi duyar gibiyim. Fakat bu, ayrıntılar için geçerlidir. Öz ve omurga bilgi, temel esasların bilgisidir ki uygulayarak hayata yerleşir. Tedris için sürekli dirsek çürütmeye gerek yoktur. Temel esas ve düsturlar öğreninceye kadar öğrenilen, öğrendikten sonra fiiliyata geçirilen şeylerdir. Sürekli öğrendiğin şeyleri tekrar tekrar öğreniyorsan bir kazağı sürekli örüp örüp sökmekten başka bir şey yapmıyorsun demektir. Dışarıdan öğrenilen bilgiler, hakikate ulaşmayı geciktiren bilgilerdir. Zorunlu ve sahici bilgi, fıtratın doğruladığı bilgilerdir. Hayatta kalma bilgisi, bu anlamda fıtri bir bilgidir ki uzun uzadıya tedrisi gerektirmez.
Hayat yaşamaktır. Yaşamak bir kelimeyi, kavramı ve mefhumu hayat içinde ait olduğu göreve iade etmektir. Yaşayan bir mefhumu cümle ipine dizmek, onu müzeye kaldırmak ya da ona hayattan el çektirmektir. Sevmek bir bilgi değildir. İnanmak ve bilmek de öyle. Bilmek fiili bile bilmenin çok ötesindeki pratik bir dünyaya (ontoloji) işaret ettiği için bilgi olmanın sınırlarını aşar. Bir kelimeye fiil diyorsak onu bir faaliyete gönderiyoruzdur. Fiiliyata geçmemiş bir fiil, müze eşyası gibidir.
İslam dünyası asırlar boyu hep aynı dairede bir kısır döngü içerisinde dönüp durmuştur. “Amel imandan bir cüz müdür?” sorunsalı, mezhepleri inandığını yapmakla, yaptığına inanmak tercihleri arasında meşgul etmiştir. İnanmak, inandığını yapmaktan bağımsız bir fiil mi? Evet her ne kadar durağan bir hâl gibi düşünülse de “inanmak” fiili bir durumdur. Ne zaman ki inanmanın eylemsel tarafı kişiyi inandığının gereğini yapmaya ikna ya da icbar ederse, o vakit iman ile amel arasında birbirini nakzeden durum da ortadan kalkmış olacaktır. Fakat “inanmak” statik bir kelimeye dönüştürülürse bir adım ötesi yoktur. İnanmak kendi odasına çekilmiş, hayatla irtibatını kesmiştir artık. İnancın eyleme taalluk eden tarafları hayattan bir karşılık bulamayınca kitaplarda, konferanslarda ve gece yarılarına kadar süren tartışmalarda kendine bir yaşam alanı bulmaya çalışacaktır. Modern çağdaş hayat inancın ve amelin birbirinden ayrı olduğu noktasındaki görüşün yarattığı esneklikten bir hayli istifade etmiştir. Söylemek başkadır, eylemek başkadır anlayışı seküler, laik, kartezyen düşüncenin felsefesini geliştirmek için yararlandığı bir dolaşım alanıdır.
Eylemenin kanalları tıkandığında söylemenin, söyleme dönük düşüncenin yolları da sonuna kadar açılacaktır elbet. İslam’da Eylem, İslam’da Kanal, İslam’da Tıkanma, İslam’da Söylem…uzat uzatabildiğince. Çünkü bu yollar doğru adreslere falan giden yollar değil “izafi ve görece” olanla yoldaşlık yaparak bir çıkmaza doğru sürüklenen yollardır. Yola da kılavuzluk etmek lazım. Zira yol da O’nundur!