Asım Gültekin, dergiciliği okul olarak görmenin yanında bir kimlik mücadelesi olarak değerlendiriyordu. Türkiye’de Müslümanların uyanışını dergilerle bağdaştırıyor ve bu uyanış sürecinin de dergilerle sürebileceğini düşünüyordu.
Burak ÇETİK

Başlığı, ‘dergiciler piri’ olarak da düşünmüştüm aslında zira “Asım Gültekin denilince akıllara ne gelir?” sorusu sorulsa çoğu kişinin aklına dergiciliği gelecektir. Fakat daha detaylı anlatabilmek için dervişliğine vurgu yapmak istedim. Asım Gültekin ömrünü derviş gibi yaşadı. Sarı hırkası da adeta bunu teyit eder nitelikteydi. Hırkayı dervişliğin bir alameti olarak görüyor ve adeta paradigmaya karşı çıkarcasına hırkayı giyiyordu. Bu yazıda Asım Gültekin’in hayat hikâyesine daha yakından bakacağız.
1975 yılında Amasya’nın Taşova ilçesinde doğdu. Okul için İstanbul’a gelene kadar Yeşilırmak’ın kenarında yüreğinde Müslümanların sevgisiyle oynuyordu küçük Asım. Dergilerle de bu sırada yolu kesişti. İlçelerine gelen çocuk dergilerini okuyarak zihin dünyasını inşa etmeye başladı. Dergiler onu daha çok okumaya sürükledi. Böylelikle kütüphanelerle tanıştı. Arkadaşlarıyla kütüphanelere gidiyor ve okuyarak dünyayı güzelleştirmeyi hedefliyordu. Zira onlar kitabın getireceği devrime iman etmişti.
Lise yıllarında İstanbul’a gelerek Kartal İmam Hatip Lisesi’ne yerleşti. Lise yılları da okuyarak geçti. Okumanın yanında âlimlerin, şairlerin ve düşünürlerin meclisinde bulunarak fikri dünyasını beslemeye devam etti. Yurtta kalırken yurda geç girme pahasına arkadaşlarıyla beraber İskenderpaşa Camii’ne gelerek Mahmud Esad Coşan’ın sohbetlerine katılıyordu. Bu sohbetlerin hazzını unutamadığından bahsederek ömrü boyunca lisedeki gibi dertli bir hayat sürdü.
Üniversiteye geçtiğinde Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kaydolarak eğitim hayatına devam etti. Üniversite okurken bir grup arkadaşıyla beraber Biat isminde bir dergi çıkardı. On sayı süren bu dergide öncü isimlere yer verilirken, günümüzde bilinen birçok yazar da bu dergide yazı hayatlarına ilk adımlarını attı. Bu isimlerin bazıları şu şekilde; Mevlana İdris Zengin, Zeki Bulduk, Mürsel Sönmez, İbrahim Tenekeci, İsmail Kılıçarslan.
Üniversiteyi bitirdikten sonra çeşitli şehirlerde edebiyat hocalığı yaptı. Öğretmenlik değil hocalık, bu noktaya dikkat çekmek gerekir. Zira kendisi öğretmen kelimesini kullanmaz ve sevmezdi. Bu meseleye etimoloji başlığında değineceğiz. Çeşitli yayınevlerinde editör, danışman ve yayın kurulu üyesi olarak görev aldı. Dergiciliği hiçbir zaman bırakmayan Asım Gültekin; Biat, Seher, Kitap Postası, Cafcaf ve CF dergilerini çıkarırken; Temmuz, Yörünge, Yedi İklim, Şehrengiz, Düş Çınarı, Kırklar, Gerçek Hayat, Genç gibi dergilerde yazdı.
Dergiciliği ve Dergi Fuarı
Dergi çıkarmak görünürde kolay olsa da bünyesinde birçok sıkıntı barındırır. Baskısı ve dağıtımı kitaba nazaran daha zordur. Dolayısıyla bir derginin kendini duyurması ve satışının yapılması pek mümkün değildir. Eskiden bu durumun daha zor olduğu bilinen bir husus. Eğer bir kitap fuarında ufak bir yer bulabilirse sevinen dergiciler, genelde yer bulamıyor ve dergisini tanıtamıyordu. Süreç böyle ilerlerken Asım Gültekin ve birkaç dergici bir araya gelerek “Bizim neden fuarımız olmasın?” sorusunu sordu. Bunun üzerine altyapısı hazırlandı ve çalışmalar başladı.
Dergilerin bir araya geleceği, daha iyi tanıtım yapacağı, nice kardeşliklerin oluşacağı bu fuarın ilki, Türkiye Yazarlar Birliği’nin Sultanahmet’teki İstanbul şubesinde yapıldı. Küçük bir alanda bir avuç derginin katılımıyla başlayan bu özgün fuar ilk yapıldığında belki de dünya çapında bir etkiye sahip olacağı hiç düşünülmemişti. Katılım ve teveccüh yoğun olunca fuarın yeri değişti ve artık dergi fuarıyla anılan Sirkeci Tren Garı’na taşındı. Sultanahmet’te bir avuç dergiciyle başlayan fuar zamanla dergicilerin ortak hareket ettiği bir birlik haline gelerek önce Türkiye sonra da Dünya Dergiler Birliği adını aldı.
Asım Gültekin, zamanla bu birlik sayesinde birçok kişinin yetişmesine vesile oldu. Okul dergileriyle fuara katılan birçok genç, fuarda yazarlarla, şairlerle, sanatçılarla tanışma fırsatı buluyor ve bir dergi çıkarmanın ne kadar önemli olduğunu görüyordu. Zira yazarların ilk adresi her zaman dergiler olur. Dergilerde kendini yetiştiren yazarlar zamanla kendinden sonra gelenleri yetiştirir ve bu süreç sürekli devam eder.
Asım Gültekin, dergiciliği okul olarak görmenin yanında bir kimlik mücadelesi olarak değerlendiriyordu. Türkiye’de Müslümanların uyanışını dergilerle bağdaştırıyor ve bu uyanış sürecinin de dergilerle sürebileceğini düşünüyordu. Sırât-ı Müstakîm, Büyük Doğu, Diriliş ve Mavera gibi dergilerin, Türkiye’de kuşaklar yetiştirdiğini ve bu yetişen kuşakların farklı dergilerle yeni kuşaklar yetiştireceğini söylüyordu.
Asım Gültekin’in dergiciliğini zikrederken Cafcaf’a ve Hacamat’a değinmeden geçmek olmaz. Türkiye’de dini değerlere saygılı bir mizah ve karikatür dergisi çıkarmayı hedefleyen Asım Gültekin ve arkadaşları ilk önce Cafcaf isminde bir karikatür dergisi çıkardı. Bu dergide kendilerine mahsus bir dil ve mizah çizgisi yakalayınca, Türkiye’de her kesimin ilgisini çeken bir çalışma oldu. Cafcaf’tan yaklaşık sekiz yıl sonra Hacamat isminde bir farklı mizah ve karikatür dergisi çıkarmaya başladılar. Cafcaf yine çıkıyordu ama yanına bir kardeş dergi olarak Hacamat gelmişti.
Etimoloji ve Dil Çalışmaları
Asım Gültekin, “Dil Evi Etimoloji Topluluğu” adında bir topluluğun başkanlığını yapıyordu. Aynı zamanda etimoloji üzerine yazılar yazıyordu. Sadece kelimelerin değil aynı zamanda sayıların da etimolojisi üzerine çalışmalar yapıyordu. Bu çalışmalarını Birden Bine isimli bir kitap haline getirdi. Kitap Türkçede neden sıfırın olmadığını anlatarak başlıyor. Aynı zamanda ilginç soruların cevaplarını arıyor. ‘Mesela dört neyi örter?’, ‘Yetmiş kime yetmiş?’ bu soruların peşine düşerek rakamların ve sayıların ruhuna nüfuz etmeye çalışıyor.
Kelimelerle uğraştığı etimoloji yazılarında genellikle kök ses teorisi üzerinden kelimeleri irdeliyor. Kök ses teorisi kelimelerin köküne ve tek sese inene kadar kelime üzerine düşünme fırsatı sunuyor. Asım Gültekin yazılarında bu alanı kullanarak aslında etimoloji üzerine düşünmenin o kadar da çetrefilli olmadığını ve hata yapabilecek olmayı da göze alarak kelimelerin köküne inilmesi gerektiğini söylüyor adeta. Mesela bilmek kelimesini irdelerken b harfini kaldırarak kelimenin kökünü ilmek olarak alıyor. Daha sonra b harfinin benliğe dair bir harf olduğunu vurgulayarak bilmek ile benlik arasında bir ilişki kuruyor. Burada hemen akıllarımıza Yunus’un ‘ilim kendin bilmektir’ mısrası geliyor. Kök ses teorisine karşı çıkanlara ‘alışık değilsiniz diye kelimeleri kavrama çabamıza neden karşı çıkıyorsunuz?’ şeklinde sitem etmeyi de ihmal etmiyordu.
Bazı kelimelerin ve tamlamaların kullanımından da rahatsızlık duyuyordu. Bu kelime ve tamlamaların bir kısmı şu şekilde: ‘İslâmî, İslâm dünyası’ İslâmî kelimesinin farklı kapıları aralık bıraktığını düşünüyordu. Bir şey ya İslâm’a uygundur ya da değildir, uygun olmayan şeylere kılıf bulmak için bu kelimenin kullanıldığını düşünüyordu.
Alışmak Ölümüne Karşı kitabında mevzuyu şu şekilde açıklıyor: “Kulların, biz Müslümanların kendi yaptıkları kusurlu uygulamaları İslâmî kılıfına sokup tartışılmaz, eleştirilemez doğrular gibi sunmasına karşıyız! Nesnelerin, varlığın İslâmî denilerek sanki İslâm’ın dışında evrende bir şey varmış gibi, Allah ile irtibatsız bir nesne varmış gibi, İslâmî demedikleri şeyin asli imiş gibi algılanmasına karşıyız.” (Alışmak Ölümüne Karşı-14)
İslâm dünyası tamlamasına karşı olmasının sebebi ise tüm dünyanın Müslümanlara ait olduğuna dair inançtır. Biz yeryüzüne İslâm’ı hâkim kılmak üzere gönderilmiş vazifeli kullarız dolayısıyla Müslümanları belli bir coğrafyaya hapsedemeyiz. Bu noktada da şunları söylüyor: “İslâm dünyasına karşıyım! Dünyanın bir emanet olduğunun bilincindeyim! Ve bu dünya biz ne kadar layık olamasak da bizim! İnsana emanet edildi bu dünya! Dünyanın sadece bir kısmı değil, tamamı.” (Alışmak Ölümüne Karşı-12)
Alışmak Ölümüne Karşı
Ne yaparsanız yapın alışmayın, diyordu Asım Gültekin. Kitabının adını koyarken de Alışmak Ölümüne Karşı demişti. Alışmayı, ölüm olarak görüyordu. Peki neydi ‘Alışmak Ölümü’? İnsanlar kötü alışkanlıklardan bahsediyor fakat alışkanlığın kötü bir durum olduğunu söylemiyor. İyi alışkanlıklar var mıdır? İyi alışkanlık dediğimiz şeyler alışkanlık mıdır? Mesela namazı alıştığımız için mi kılarız yoksa ibadet olduğu için mi? İnsanlara iyilik yaparken alışkanlık diye mi iyilik yaparız yoksa Allah’ın emri olduğu için mi?
Kötülüklere alışmamalıyız tabi ki. Ama alışmaya da alışmamalıyız. Genel olarak alışmamalıyız. Alışkanlık beraberinde durmayı ve tekdüzeliği getirir. Asım Gültekin bu tekdüzeliğe ve durağanlığa karşı çıkıyor alışmayın dediğinde. İnsanın vücut fonksiyonları ölüm gerçekleştiğinde çalışmayı bırakır ve durur. İnsanın ruhu da alışmaya alıştığında ölür. Sevgiye veya ağlamaya alışmak mümkün müdür? İnsan birisini alıştığı için sevebilir mi? İnsan alıştığı için ağlayabilir mi? Alışmak bir duygu betimlemesinden ziyade görev gibidir. Bilinci yok eder.
Asım Gültekin şöyle söylüyor kitabında: “Kılacaksak namazımızı bilinçle kılalım, bilinçle huşu ile kılamıyorsak en azından huşu ile kılamıyor oluşumuzdan utanarak kılalım! Ama sakın alıştığımız için kılmayalım! İyi alışkanlıktır diye yapageldiğimiz işler aslında bizim değil; içimizdeki makinanın yaptığı motor hareketlerdir. Kötü işlere alışmanınsa zaten defterimizden çıkarılması gerekmiyor mu!” (Alışmak Ölümüne Karşı-83)
Sonuç
Asım Gültekin hakkında birçok şey yazılabilir. Ezgi-marşlara bakışı, Hızırla Kırk Saat Eylemleri, öncülere vefası, dervişmeşrep olması, dut ve güllaç sevgisi… Değinilecek o kadar çok konu var ki sadece yüreğine dokunduğu insanlardan görüş alsak ciltler dolusu yazı olacaktır elimizde.
Asım Gültekin’i anlatmak biraz zor. Çünkü hem çok yönlü birisi hem de etrafındaki çoğu insanla farklı anıları var. Herkesin farklı özelliğini anlatabildiği bir derya adeta kendisi. Kimisi onunla sıkı bir dost olurken, kimisi ağabey kimisi kardeş olmuştu.
Biz en çok hoca demeyi sevmiştik. Hocanın mirası kendisinden sonrakilere devredeceğini düşünmeden belki de. Geride kalanların devraldıkları mirasın hakkını vermesi duası ve Asım Hoca’ya rahmetle…