2000-2010 arasında restorasyonu tamamlanıp açılan cami “mabed” hissini tam manasıyla veremiyor. Namaz kılma yerinin bir “platform” kıvamında olması, Roma ve öncesi dönemlere ait kalıntıların bariz şekilde ayyuka çıkarılması gibi birtakım turizme dayalı faaliyetler caminin hüviyetine zarar veriyor.
Zübeyir ŞEKERCİ

Yine bir sabah namazı yolculuğu. Organizasyon amirimiz Gürsel Tanrıverdi abi bu sefer rotayı İstanbul dışına, İznik Ayasofya’ya kırdı. İstanbul içi yapılan sabah namazı buluşmaları bizi kesmemiş ve Gebze Çoban Mustafa Paşa Camii sonrası bu sefer rotayı İznik Ayasofya olarak belirlemiştik. Gece 00-01 gibi yola çıkıp varacak şekilde plan yapıldı. Fatih Camii’nden hareket edildi, yolculuk başladı. Osmangazi köprüsünden geçmeden hareket edildiği takdirde 10 dakika fark edeceğini hesaplayan Şeref Hocamızı, navigasyonun Ali Cengiz oyunları bekliyordu. Belirli süre gidildikten sonra mütemadiyen köprüye yönlendiren navigasyondan ötürü oldukça fazla bir vakit kaybı ve unutulmayacak gece yolculuğu hatırası gerçekleşti. Tezek kokuları, virajlı yollar ve in cin… Sabah ezanından 25-30 dakika evvel Ayasofya Camii’ne vardık. Ekibin diğer aracı bizden evvel oradaydı. Abdestleri alıp camiye yöneldik. Ezana az bir vakit kalmıştı. İznik Ayasofya uzun bir süre âtıl kalmış, Yunanların saldırısına uğramış ve bir dönem büyükbaş hayvanların meskeni olmuş ancak esasında kılıç hakkı olan bir camii.
2000-2010 arasında restorasyonu tamamlanıp açılan cami “mabed” hissini tam manasıyla veremiyor. Namaz kılma yerinin bir “platform” kıvamında olması, Roma ve öncesi dönemlere ait kalıntıların bariz şekilde ayyuka çıkarılması gibi birtakım turizme dayalı faaliyetler caminin hüviyetine zarar veriyor. Ancak her şeye rağmen ecdadın kılıcın hakkını nasıl verdiğini, Mimar Sinan’ın Müslümanca dokunuşlarını ve okunan aşırların ruha verdiği o eşsiz lezzet, manevi atmosferi yaşamımıza vesile idi. Rabbim ecdada rahmet etsin.
Namaz sonrasında müezzin, caminin tarihçesinden bahsetmiş, sünnet gereği tanışma faslı yapılmış ve akabinde İznikli bir kardeşin kahvaltı ikramına geçilmişti. Kahvaltı oldukça neşeli ve zihin açıcıydı. İznik’te görev yapan ancak doğma büyüme İstanbullu ve aile dostumuz olduğunu orada öğrendiğim Coşkun Yıldız hocanın Müslümanların durumu ile ilgili enteresan tespitleri ve “ne olmalı?” ile ilgili sunmuş olduğu şeylerle devam eden kahvaltı, bitti ve ziyaretler için yola koyulduk.
İlk durak Mahmut Çelebi Camii. Ufak ve ferah bir cami. Camiden çıktıktan sonra Osmanlı’nın ilk medresesini ziyaret ediyoruz. Nice müderrisin yetiştiği bu güzide medresenin şu an maalesef üç odası hariç çini işlerinin yapıldığı bir mekân konumunda. Coşkun hocalar uğraşıp üç odayı ihya etmeye çalışmış. Müderris odası olarak kullanılan mekân şu an İznik ile ilgili eserlerin bulunduğu bir kitaplık. Hoca içeride biraz bilgi verip diğer kısımları gezdirdikten sonra yola devam ediyoruz. Çini ve çömlek sanatlarıyla ilgilenen bir büyüğümüzün dükkanına gidiyoruz. Türkiye içinde ve dışında mesleğini kıymetli bir şekilde temsil eden amcamız, bize ufak bir sunumda bulunuyor. Oradan ayrılıyoruz ve İznik’in dinginliğine eşlik ediyoruz. İznik, “sakin kent” statüsü verilmiş bir belde. Nüfusu dengeli, havası temiz ve büyükçe beton yapılara izin verilmiyor. İstanbul’dan buraya gönüllü gelmiş Coşkun Hoca’ya hak vermek için yeterli sebepler…
Yeşil Camii’ye vardık, içeride soluklandık. Kimileri Tahiyettü’l-mescid namazını eda etti, kimimiz sohbet etti, kimimiz dinlendi. Ardından cami bahçesinde çay içmeler ve birtakım derin sohbetler. Coşkun Hoca, Murat Hoca, Gürsel abi, Şeref Hoca ve Ümit Bey’imizi orada bırakıp Davud Kayseri, Sarı Saltuk, Su kanalı ve Lefke Kapısı’nı görmeye yola çıkıyoruz. Yola çıktık dediysem belde küçük, 15-20 dakika en uzak mesafe. Önce Davud Kayseri’ye gidiyoruz; yerli halktan yol tarifi alıyor ve makama varıyoruz. Makam dedikse, bir parkın içerisinde, bir ağacın gölgesinde pek de bakımlı olmayan bir mezar. Osmanlı’nın fikir tohumlarının babalarından olan bir zatın mezarının hali düşündürücü. Dua edip, Sarı Saltuk merhumun makamına gidiyoruz. Yol üstü Su Kanalı ve Lefke kapısını görüyoruz. Asli hüviyetini kısım kısım koruyan Lefke Kapısı’nın surları maalesef dengesiz genç âşıklar tarafından dumura uğratılmış, yazılarla hasar verilmiş bir halde. Rabbim bizi ıslah etsin.
Oradan çıkıp Sarı Saltuk’a gidiyoruz, makama varıyoruz. Sarı Saltuk hakkında pek çok farklı yerde pek çok farklı rivayet var. İznik’ten İç Anadolu’ya, Bulgaristan’dan Balkanlara kadar uzanan hikâyeler… Makamda duamızı okuyup çay bahçesinde oturan ihtiyarların yanına dönüyoruz. Öğlen ezanına az vakit var. Yalova’dan gelenlere veda edip Ayasofya bahçesinde soluklanıp muhabbete revan oluyoruz. Gürsel abinin isteği üzerine öğle namazını başka bir camide cemaatle kılmaya gidiyor ve Çelebi Camii’nde namazı kılıyoruz, Gürsel abi, 90 yaşındaki Mehmet amcayla birlikte müezzinlik yapıyor. Sonrasında bu cami müdavimi çınarla tanışıyoruz, muhabbet ediyoruz ve vedalaşıyoruz. Akabinde öğlen yemeğini yemeye gidiyoruz. Yemek öncesinde, sırasında ve sonunda yine muhabbet. Bitmiyor Müslümanların dertleri, mübarek.
Ardından kitap ve dergi hediyeleşmesi ile geziyi noktalıyoruz. Coşkun Hoca’ya teşekkür ediyoruz, diğer ekiple de vedalaşıyoruz. Şeref Hoca’mızın isteği üzerine İznik Gölü’nün kıyısına çekiyoruz ve Eşref Rumi mısraları eşliğinde gölü seyreyliyoruz. Göl, renk cümbüşü ile bizi selamlıyor. Birkaç farklı mavi tonlar güzel bir tablo oluşturuyor. Rabbim yaratmış…
Kalkıyoruz ve dönüş yolunda köprüyü kullanıyoruz. Zira bu sefer navigasyon mağduriyetine yer verme niyetimiz yok. Yoğun trafik ardından İstanbul’a varıyoruz ve ekipçe vedalaşıyoruz. Başka ziyaret/ seyahat için programı sonlandırıyoruz…
Ya nasip!