Necdet Subaşı’na Milliyetçilik Hakkında Üç Soru

“Irk ayrımı ve derecelendirme politikalarının kötü etkileri ayyuka çıkmış durumda. Sadece siyah- beyaz ayrımıyla sınırlı olmaksızın dünyanın hemen her yerinde ırk tasallutu geride kalan mazlum ve zayıf milletlerin yaşama enerjisini sönümlendirmek için hiçbir kural tanımıyor.”

Dr., Yazar Necdet Subaşı’na milliyetçilik hakkında sorduk.

İNSİCAM

   S: Dünya tarihinin son üç asrında en etkin fikir, siyasî akım ve hareketlerin başında milliyetçilik geliyor. Sizce milliyetçilik insanlığa ne getirmiş ne götürmüştür?

Tanışmak, bilişmek ve süreklilik içeren bir iletişim içinde olmak üzere yaşamaya ikna olmuş insanlık için milliyetçilik, ayrıştırıcı, bölücü ve insanları birbirine düşürücü yeni bir darlık çizgisi üretti. Yaratılmış hayali kurgular üzerinden inşa edilen etnik yapılar bloklaşmayı, rekabeti ve sınır ihlallerini olağan bir ilişki biçimine dönüştürdü. İnsanın tekil olarak sahip olduğu kıymeti, içinde yer almaya zorlandığı etnik tablo içinde görünmez kılındı. Bunun yanı sıra ulusal kimlikler, varlık dünyasındaki temel ve meşru referans kalıplarını kullanılmaz bir forma hapsetti. Ulus temelli yapılanmalar, etnik gerilimler ve bu kargaşa üzerine kurulan ulus devletler, geleneksel toplumların din, kültür ve coğrafya endeksli varlık bilinçlerini kullanılmaz bir şekle dönüştürdü.

  S: Ulus devletler ve milliyetçilik bağlamında neler söyleyebilirsiniz? Neredeyse her ulus devletin sınırları içinde birden fazla ulus barınıyor. Bu durum, nasıl bir sonuç doğurmuştur?

19. yüzyıldan itibaren hâkim paradigmatik müdahaleler gündelik hayattaki her kavrama olduğu gibi millet kavramına da uzanmış ve onu semantik açıdan çarpıtmayı öncelemiştir. Ulus devlet modelinin tercih edildiği modern devlet paradigmasında millet kavramı ulus kavramının soy ve nesep öncelikli yapısıyla eşleştirilmiştir. Bu kavramsal kargaşa uzunca bir süre etnik kimliklerin milliyetçi yönelimleri konusunda özellikle Müslüman toplumlarda bir kafa karışıklığına yol açmıştır. Yine bu kargaşa içinde mesela “İbrahim’in milleti” ya da “Muhammed ümmeti” gibi kavramların sosyal temsil dünyasındaki ağırlığı kaybolmuş, bunun yerine Türk milleti, Arap milleti, Fars milleti gibi yeni terkipler kullanılmaya başlanmıştır. Oysaki Kur’an terminolojisinde yer alan millet kavramının bugün Türkçede kullanıldığı şekliyle ulus, budun, ırk, kavim ya da Batı dillerinde kullanılan formuyla “nation” ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır.

Soy vurgusunun çekicilik kazandığı modern ulusçu söylemlerde Müslüman toplumları birleştiren ümmet ve millet kavramları ya terk edilmiş ya da kavramın tarihsel ve kültürel ağırlığı zayıflatılmaya çalışılmıştır. Nitekim bugün din karşıtı söylemler içinde sıklıkla suçlayıcı bir itham olarak kullanılan ümmetçilik veya İslam milliyetçiliği gibi ifadelerle dile getirilen tanımlamalar da son tahlilde mevcut yönelimlerin perspektifini yansıtmaktadır.

Nihayet millet ifadesi geleneksel İslam’da din bağıyla birbirine bağlanmış toplulukları ifade ederken günümüzde bu kavram önemli ölçüde anlam kaybına maruz bırakılmıştır. Kavramın Hz. İbrahim’e atfen kullanılan “tevhid” etrafında kenetlenme vurgusu günümüzde ırk ve ulus kavramları merkeze alınarak kullanılmaktadır. Artık milliyetçilik dendiğinde kök anlamındaki dinsel aidiyetlerden ve buna bağlı yakınlıklardan ziyade etnik, coğrafik hatta kültürel kodlara vurgu yapılmaktadır.

Etnik izolasyon çabası toplumsal birliği, ortak hedef ve ufuklar içinde dayanışma ruhunu olabildiğince aşındırmış ve zayıflatmıştır. Kimliğin ulusala, etnisiteye ve ırka varacak bir daralmayla tanımlandığı yeni söylem repertuarında artık geçerli olan ölçüt, antropolojinin sömürge döneminden kalan “artık” metodolojisini güncelleyerek geçerli kılınmaktadır.

   S: Dünyanın bugün geldiği siyasal ve toplumsal karmaşa ve sorunlarda milliyetçiliğin bir tesirinden söz edebilir miyiz? Sizce bu sorunlardan çıkış yolu nedir?

Kuşkusuz evet. Artık dünya haritaları etnik hegemonik sınırlar üzerinden çizilmiş durumda. Irklar, uluslar ve kuşkusuz ulus devletler de yeni kodlar üzerinden bir hiyerarşiye tabi kılınıyor. İnsanları bir tarağın dişi gibi sayan kurucu manevi disiplinlerden artık kurumsal yaşam ünitelerinde eser yok. Irk ayrımı ve derecelendirme politikalarının kötü etkileri ayyuka çıkmış durumda. Sadece siyah- beyaz ayrımıyla sınırlı olmaksızın dünyanın hemen her yerinde ırk tasallutu geride kalan mazlum ve zayıf milletlerin yaşama enerjisini sönümlendirmek için hiçbir kural tanımıyor.