Sekülerleşme ve Din

Neden Avrupa ve Amerika sorusu akıllara gelebilir elbette, bunun iki temel sebebinden bahsediliyor. Birinci sebep modernleşmenin kaynağı ve ulaştığı zirve noktası olmalarından ötürü, bu iki coğrafyanın dinin konumunu tespit etme açısından önemli olması. İkinci ise kökenleri itibariyle sekülerleşme ve din ilişkisi üzerinde son derece kayda değer bir bilgi birikiminin bu coğrafyalarda olmasıdır.

Betül ZEYREK

İlk baskısını 2007 yılında yayınlamış olan bu eser on yılı aşkın bir süre sonra yani 2020 yılında İbn Haldun Üniversitesi Yayınları tarafından yeniden baskıya uygun görülmüş ve yeni baskıya özel bir önsöz yazılarak basılmıştır.

Yazar Sayın Mehmet Özay: “1969 yılında Üsküdar’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Üsküdar’da tamamladı. Özay, yüksek lisansını Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü’nde ve doktora çalışmasını aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde tamamladı. 2007-2010 yılları arasında Endonezya Cumhuriyeti Açe Eyaleti’ndeki bazı devlet ve özel üniversitelerde alanıyla ilgili dersler verdi. Bu dönemde, Osmanlı-Açe ilişkileri, Açe tarihi ve sosyolojisi alanlarında çalışmalar yaptı. 2010-2013 yılları arasında Malezya Teknoloji Üniversitesi (UTM) Eğitim Fakültesi’nde araştırmacı öğretim üyesi olarak çalıştı. Araştırmalarını Açe ve Malaya çerçevesinde sömürgecilik tarihi, sömürge sonrası bağımsızlık hareketleri ve Müslüman toplumların sosyolojisi üzerine devam ettirdi. Çalışmalarını çeşitli uluslararası konferanslarda bildirilerle gündeme taşırken, aynı zamanda İngilizce, Türkçe kaleme aldığı makaleleri ulusal, uluslararası yayın organlarında yayınlandı. Osmanlı Devleti ve Modern Türkiye Cumhuriyeti ile Malay dünyası ilişkileri, sömürgecilik etiği, misyonerlik vb. alanlarda çalışmalarına devam etmektedir.”

Kitabın içeriğinden bahsetmeden evvel konunun çok ağı olmasına rağmen akıcı bir anlatımının olduğunu iade edeyim. Bu tür eserlerde konu ağır anlatımda, bir o kadar ağır olunca okumakta çok zorlanabiliyorsunuz. Anlatım anlaşılır bir şekilde sunulmuş okuyucuya. Yine de konu ile alakalı ya da en azından kavramlar ile alakalı bir ön bilgi olmasının yerinde olacağını düşünüyorum. Hazır bulunuşluk yeteri kadar olursa, anlatılan husus daha iyi anlaşılacak ve yanlış anlaşılmanın da önüne geçilmiş olacaktır. Ağır bir konunun bu kadar anlaşılır olması beni şaşırttı diyebilirim.

Okurken dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise bu eserde sekülerizm kavramı ele alınırken çok geniş bir alanı kapsadığı için sınırlandırma yapılmış olmasıdır. Bu şekilde ele alınan yönü daha geniş bir inceleme ile ele alınmıştır.  Sosyoloji bağlamında ele alınan bu kavram beraberinde öncü isimlerin görüşlerine yer verilerek sadece farklılaşma, rasyonelleşme ve dünyevileşme ile bağlantılı olarak ele alınmış ve son dönemde ortaya çıkan gelişmeler de göz ardı edilmemiştir.

Sekülerleşme ister kişisel inanç anlamında ister kurumsal pratikler veya siyasi otorite anlamında olsun kutsal olanın bilimsel olana boyun eğmesidir. Yani bilimselleşme ya da kutsaldan kurtulma da denebilir. Sekülerizm dine karşı bir tavır olarak başlayarak, zamanla modernleşmenin farklı aşamalarından geçerek dinden yoksunlaşmaya, karşı olmaya hatta dinsizliğe götürmüştür. Ayıca sekülerizmin temelinde din olmasından dolayı farklı inanç sistemleri de araştırmaya konu olmuştur. Özellikle bu çalışmada bahsi geçen “din” ile temelde Hristiyanlığa özelde ise Katolik mezhebine vurgu yapılmaktadır.  Çünkü modernleşme ile ortaya çıkan değişimin dine yansıması en çok Batı’da ortaya çıkmıştır.

Çalışmanın temelini oluşturan soru Batı’da din sosyolojisi çalışmalarında son zamanlarda karşımıza çıkan “Din gerilemekte midir?” sorusudur. Batı toplumlarında din olgusunun tezahürü bu çalışmanın çerçevesini oluşturmaktadır. Modernite, sekülerleşme ve din ilişkileri ele alınmakta, özellikle günümüzde sekülerleşmenin konumu açısından gelinen noktadan bahsedilmektedir.

Bu alanda yapılan çalışmalar, bu eserde toplanıp sunulduğunda karşımıza çıkan şey modern toplumda yaşananların bir sekülerleşme değil dini bir değişim olduğudur. İçinde yaşanılan çağ ne kadar modern olursa olsun insanoğlu yaşanılan olumsuzluklar sonucunda doğaüstü referansları gündemde tutmuştur. Yani yaşanılan olumsuzluklar neticesinde kutsal terk edilmemiş, aksine eski olan dini yaklaşımlar üzerinden yenilerini geliştirmek ve daha tatminkâr çözümler üretmek gündeme gelmiştir. Daniel Bell’in ifadelerinde olduğu gibi: “Din bir ideoloji, bir başka ifadeyle salt toplumsal düzenlemeleri gündeme getiren bir olgu değil, aksine insanoğlunun karşı karşıya kaldığı varoluşsal problemlere yanıt sunabilen kadim bir cevaptır.” (s. 272) Modern insanın doğaüstü varlığa yönelme istek, arzu ve ihtiyacının önüne geçilememiştir, denenmiş lakin başarısız olunmuştur.

Modernleşme, sekülerleşme ve din ilişkilerine dair günümüze kadar geliştirilmiş paradigmaların ele alındığı bu çalışma; giriş, beş bölüm ve sonuç kısmından oluşmaktadır. Birinci bölümde genel olarak konunun tarihi perspektifi, dinin sosyolojideki yeri, sosyologlar tarafından ele alınması ve tanımı üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde sekülerleşmenin sosyolojik temelleri ana başlık altında, genel olarak toplumsal değişim karşısında din, dini değişim, modernite kavramının kökeni, din ve modernite arasındaki ilişki ele alınmış. Üçüncü bölümde sekülerleşme konusu paradigmatik modeller bağlamında ele alınmış, modernitenin zorunlu olarak sekülerleşmeye yol açacağı yönündeki ideolojik yaklaşımlara değinilmiştir. Bu bölüm daha kapsamlı, daha detaylı olması ve kurucu sosyologların genel görüşleri etrafında sekülerleşmenin her yönü ile ele alınması, açıklanması sebebiyle bu çalışmanın ana bölümünü oluşturmaktadır. Dördüncü bölümde, yeni dini hareketlere yer verilmiş ve varoluş nedenleri üzerinde durulmuştur. Beşinci bölümde ise ABD-Avrupa dindarlığı arasındaki farklar ve din-sekülerleşme, Avrupa ve Amerika çerçevesinde karşılaştırmalı olarak ele alınmış, modern batı dünyasında kutsalın görünümleri üzerinde durulmuştur.

Neden Avrupa ve Amerika sorusu akıllara gelebilir elbette, bunun iki temel sebebinden bahsediliyor. Birinci sebep modernleşmenin kaynağı ve ulaştığı zirve noktası olmalarından ötürü, bu iki coğrafyanın dinin konumunu tespit etme açısından önemli olması. İkinci ise kökenleri itibariyle sekülerleşme ve din ilişkisi üzerinde son derece kayda değer bir bilgi birikiminin bu coğrafyalarda olmasıdır. Bu çalışmanın sonuç bölümünde bu araştırmalar neticesinde ulaşılan sonuçlar şu şekilde sıralanmış:

1)Değişim, toplumsal ilişkilerde göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir olgudur.

2) Aydınlanma düşüncesinin bir ürünü olan modernleşme ile birlikte din kurumlarında olduğu gibi bireylerin kutsalla ilişkilerinde ve dini pratiklerinde de bir dizi değişiklik gerçekleşmiştir.

3) Din olgusunun açılımıyla ilgili olarak bireylerin kutsalla, dini kurumlarla ve kendi aralarındaki sosyal ilişkilerde gerçekleşen bu değişimin bireysel, kurumsal ve toplumsal boyutları vardır.

4) Bu üç boyut bağlamında farklı tanımlara konu olan sekülerleşme olgusu, çağdaş dünyada bir vakıa olarak ortada durmaktadır.

5) Bütün bu değişim-dönüşüm sürecine rağmen, kurucu sosyologlar ve sosyal bilimcilerin dinin geleceğine dair biçtikleri karamsar tablo gerçekleşmemiştir.

6) Modernleşme, sekülerleşmeye neden olmakta; ancak sekülerleşme lineer bir süreç değil, aksine YDH’in ortaya çıkışında olduğu üzere, sekülerleşme ve din olguları birbirlerini etkileyen diyalojik bir ilişki içerisindedir. İnsanlar gerek bireysel gerek cemaat boyutunda kutsalla ilişkilerini sürdürmektedirler.

7) Bireyler modernleşmenin bir sonucu olarak geleneksel toplumlarda olduğunun aksine, dini yönelimlerini öz düşünümsellik yöntemiyle bizzat kendileri üstlenmişlerdir. (s. 275-276)

Bu çalışma hazırlanırken birtakım zorluklarla da karşılaşılmış. “Din tanımı konusunda evrensel bir konsensüsün olmaması ve dinin gerileyip gerilemediğine karar vermedeki zorluk, tarih boyunca çeşitli farklı anlamlar yüklenmiş bir kavram olan sekülerleşme kavramı bağlamında yapılan tartışmalarda da bir konsensüsten söz edilmesini imkânsız hâle getirmektedir.  Dolayısıyla, sosyologlar arasında sekülerleşmenin nedenleri ve sonuçları ya da sekülerleşmenin gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda görüş birliğinden bahsetmek mümkün olmamaktadır.” (s. 22) Ayıca “Modern dünyada dinin değişime maruz kaldığı ve dolayısıyla sekülerleşmeyle ilgili pek çok alan araştırmasına yer verildiğini görüyoruz. Ancak aynı araştırmanın birbiriyle çelişen yorumlarına rastlamak doğaldır.” (s. 23)

Son olarak bu sonuçlar bağlamında diyebiliriz ki her ne kadar açılımları noktasında bir ittifak söz konusu olmasa da din olgusu günümüz modern dünyasında yerini korumuştur ve korumaya devam edecektir. Sekülerleşme ve dine olan yönelim aynı anda gerçekleşmektedir. Yazarımızın da ifade ettiği gibi “Ne biri diğerine galebe çalmakta ne de ötekini ortadan kaldırmaktadır.” (s. 275)