Lakin umut kesilmez elbet, kim bilir belki bir sonbahar yağmuru ıslatır da kurumuş duvarlarını, bir kabul olmuş duaya rastlar yakarışların. Bir Yunus’un teri damlar bağrına da onun hatırına akar kuruttuğun çoban çeşmesi. Belki o çeşmeden damlalar dolar bağrına da bilirsin o vakit. Bu Yunus da nereden çıktı, nereden gelir, nereye gider. Hakikatte Yusuf kimdir, ya ben kimim? Kenan neresi?
Derviş Çelebi

Kendinizi kör kuyu gibi hissettiğiniz oldu mu hiç? Öyle ki içine atılan küçük bir çakıl taşının yankısını bile kendine saklayıp geri vermek istemeyecek kadar hasis, duvarlarında yeşermeye çalışan bir tutam yosundan bile yoksun, bir kurbağa sesine olsun muhtaç. İçinde var olan bir damla suyu da o kutlu gün için saklayan… Yıllardır Yusuf’un yolunu gözleyen, Yusuf’tan mahrum, bir kuyu.
Oysa hatırlar mısın bir zamanlar, gümrah yer altı nehirleri beslerdi seni, suyun ağzına kadar dolar taşar da minik dereler peydah olurdu eteklerinde. Suyundan, kenarında mola veren kervanlar, gökyüzünde haşmetle süzülen kartallar içerdi. Arılar nasiplenirdi, suyunla beslenen yaban çiçeklerinden. Nice kurumuş dudaklara serinlik, nice yanan gönüllere şifa oldun. Şiirler yazıldı, senin suyundan nasiple akan, yamacına sığınmış çoban çeşmesine.
Heyhat, zamanla Yusuf’u değil de kardeşlerini dost belledin kendine, kirlettin o güzelim berrak suyunu. Sonra, kaynağını unuttun da gelenin, kendini koydun yerine. Kerameti kendinden menkul saydın, unuttun suyunu ihsan edeni. Ateşten yaratılanı suya tercih ettin eyvah, kibrin sahibine ram oldun. Çoban çeşmesinden de esirger oldun suyunu, ona yazılan şiirler, körükledi kıskançlığını. Esirgedin dolup taşan suyunu kenarında akan minik derelerden, suyunda yıkanan serçeleri küstürdün, dere kenarında serpilen çiçekleri kuruttun. Hasedin güneşini yükselttin de tepende, buhar oldu gümrah suların. İşte böyle, böyle kör ettin gözlerini, seni besleyen nehirlerin. Nihayet adın kör kuyu diye tesmiye olunur oldu. Sonra aylar yıllar geçti de bekler oldun kapımı çalar mı? Kenan illerinden bir Yusuf, diye.
Şimdi bekliyorsun, bir Yusuf teşrif eder de haneme onun yüzü suyu hürmetine bağışlanır mı günahlarım diye. Nehirler duyarda bu kutlu misafirin sesini, dolar mı yine kurumuş damarların, şenlenir mi evin, ocağın. Ve fakat nasıl kabul olur ki duaların? Tövbeler nasuh olmayınca ve bir o kadar da tevhidin hakikatinden habersizse sızlanmaların, Yusuf’un adına aşina, aslına yabancıysa yakarışların. Dudakları susuzluktan çatlamış, yalvaran bakışlarla dibinizi gözleyen garip bir yolcunun bakışına duyarsız, Şirin’in aşkıyla dağları delen, başında mola verip bir damla suya muhtaç Ferhat’ın aşkından habersiz? Seher yelinin türküsüne hasret, öyle yapayalnız, öyle tek başına, terk edilmiş. Oysa, o kapını çalan yolcu Yusuf idi, bilemedin. Dağları delen Ferhat da Yusuf’un ta kendisiydi göremedin.
Lakin umut kesilmez elbet, kim bilir belki bir sonbahar yağmuru ıslatır da kurumuş duvarlarını, bir kabul olmuş duaya rastlar yakarışların. Bir Yunus’un teri damlar bağrına da onun hatırına akar kuruttuğun çoban çeşmesi. Belki o çeşmeden damlalar dolar bağrına da bilirsin o vakit. Bu Yunus da nereden çıktı, nereden gelir, nereye gider. Hakikatte Yusuf kimdir, ya ben kimim? Kenan neresi?