Terör Devletine Adım Adım: Theodor Herzl

Theodor Herzl, Yahudi milletini, dilini, ülküsünü ve devletini “arz-ı mevud” ideali ile birleştiren akıl olarak tarih sahnesine çıktı. Zengin ve güçlü sermayedarları milliyetçi akımların etkisiyle kendilerine ait bir ulus devlet yaratma projesine ortak etti. Siyonizm sürecini yöneten ve siyonist mirası devreden en önemli figür haline geldi. Siyonizm hakkında yapılan çalışmaların büyük bir kısmı Herzl’in kendi eliyle yazdığı hatıratına, günlük ve yazışmalarına dayanıyor.

Şehnaz FINDIK

Devletleşme sürecinde siyonizm, Yahudilerin Filistin topraklarında bir ulus ve devlet inşa etmesini hedefleyen anlamlı, organize ve etkili bir teorik zemin oluşturdu. Bununla beraber Yahudilerin bu yeni kurulacak devlete iştiyakla sarılmaları, dil ve ulus birliğine sahip çıkmaları ve bu devletin asli unsurları olduğunu iddia etmelerini kolaylaştıracak motivasyon ve kabiliyeti üretti. Adanmış Yahudi sermayesini, bürokratlarını, siyasi figürlerini; orta sınıftan eğitimli, kültürlü ve heyecanlı birçok Yahudi gencini bir araya getirerek harekete geçirdi. Güvenli, sürekliliği olan ve adım adım “genişleyen” bir Yahudi devleti için etnik ve teopolitik zemini oluşturdu. Dolayısıyla uluslararası toplumun Yahudi göçü ve devletinin inşası için odaklanacağı muhtemel “meşru çizgileri” sabırla çizmek çok da zor olmadı. 20. yüzyıla gelindiğinde parçalanan imparatorlukların ve artan ulus devletlerin sömürü düzeninden kaynaklanan zafiyeti de siyonistlerin işlerini epey kolaylaştırmış oldu. Bu davanın savunulmasında öne çıkan en önemli siyonist figür Theodor Herzl’di.

Herzl, 1860 yılında Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de doğdu. Kendisi daha sonra siyonizmin ve Yahudi devletinin en önemli temsilcilerinden oldu. Dindar bir Yahudi ailesine sahip, orta sınıfa mensup inançlı bir Yahudiydi. Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu ve yine doktorasını da burada tamamladı. Avukatlık yaptığı yıllarda Yahudilere yönelik sözde ırkçı, baskıcı ve tahkir edici söz ve eylemlerin karşısında durmak için edebiyat ve basın alanına yöneldi. Siyonizmin en etkili savunucusu, yürütücüsü ve geliştiricisi olarak görülen Herzl, siyonizmi teorik çerçeveden kurtaran reçetenin de sahibidir. Nitekim öne sürdüğü “Yahudi Devleti” ideali ile sonraki yıllarda kurulacak sözde İsrail Devleti için kurucu ilkeler ortaya attı. Bu ilkeler en genel tabiriyle ekonomik iş birliği, diaspora yönetimi ve İbranice dilinin yeniden üretimini öngörüyordu. Dolayısıyla Herzl, siyonizmi uluslararası siyasi bir hareket ve senkronize bir Yahudi gücü haline getirdi.

1904 yılındaki ölümüne kadar Herzl, siyonizm adına mücadele ettiği süreçte kendi yazdığı günlüklerinde Osmanlı Devleti’nin çöküşüne dair çizdiği yol haritasıyla çokça dikkat çekti. 1896 tarihli “Der Judenstaat (Yahudi Devleti)” adlı eserinde Herzl, dünyanın çeşitli yerlerinde dağınık halde bulunan Yahudi halkını asimilasyondan kurtarmak ve gerçek bir Yahudi milleti teşekkül etmek için çalışmalarını derinleştirdi. “Evet, biz bir devlet oluşturacak kadar ve hatta herkese örnek olacak güçlü bir devlet oluşturacak kadar kuvvetliyiz. Bu ideali gerçekleştirecek bütün insani güce ve kaynağa sahibiz”[1] diye ifade ettiği uluslaşma süreci için ciddi bir yol haritası belirledi. İnandığı davanın “sınırları belli bir Yahudi yurdu” kurmak olmadığı apaçık ortadaydı. Herzl, Yahudilerin üstün ırk olarak insanlığa hükmetmesi gerektiğini, çünkü insan haklarının ancak kendileri gibi eğitimli ve zengin kimselerce korunacağı gibi görüşlere de sahipti. Bu konuda Der Judenstaat’ta (Yahudi Devleti) “Diğerlerinin de tarihi hatalarından ders çıkarabiliriz; tıpkı aynı yolla kendi hatalarımızdan ders çıkarabileceğimiz gibi. Zira, biz modern bir toplumuz ve dünyadaki en modern toplum olmayı diliyoruz”[2] diyordu. Gerçekten de Herzl için Yahudiler başka toplumlarca sindirilmiş ve asimile edilerek Avrupa kültürünü benimsemeye zorlanmıştı. Artık ayağa kalkmak ve tek bir vatan için güç toplamak gerekiyordu.

Gücün ekonomik ve siyasi tahakkümü kolaylaştıracak yönü Yahudiler için çok önemliydi. Her ne kadar Herzl’den önceki süreçte kolektif örgütlenen Hovevei-Hibbat Siyon (Siyon Severler) adlı grup Çarlık Rusya’sının baskılarına karşı Filistin’e göçü teşvik etse de Filistin’e yönelik ilk önemli göç Herzl’in ideali ile gerçekleşmeye başladı. Milliyetçi akımların da etkisiyle Herzl, Avrupa’da tetiklenen kırılmalara karşılık Yahudilerin maruz kaldığını iddia ettiği ırkçılığı sonlandırmak istiyordu. Ancak bu idealin arkasındaki sorularda ekonomik ve sosyal sorunlarla boğuşan Avrupa halklarının bunca buhranın içerisinde neden Yahudileri günah keçisi olarak gördükleri konusunda herhangi bir alt metin yoktu.

Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olan Yahudi sermayedarlar ve onların Avrupalı iş birlikçileri, kurmak istedikleri “yeni dünya düzeni”nde Yahudilere bir rol biçmişti ve artık diplomatik seferlere başlamanın tam zamanıydı. Dolayısıyla ilk göçler, liberal ve kapitalist sistemi besleyen ana omurgaya, yani Batı Avrupa’ya ve Amerika’ya yapılmalıydı. Hibbat Siyon (Siyon Severler), Herzl’in tarih sahnesine çıkmasından hemen önce Filistin’e yapılacak sistematik göçlerin (aliyah) adeta bir provasını alıyordu. Önce siyasete yön vermek üzere Amerika’da ve Batı Avrupa’da ciddi bir Yahudi lobisi oluşturulmalıydı. Böylelikle bugün çokça aşina olduğumuz siyonist lobiler kurulmaya başlandı.

Dünya Siyonist Kongresi’nin Herzl önderliğinde 29 Ağustos 1897’de bir araya gelmesiyle siyonizmin kurumsallaşma süreci hızlandı. Herzl, bu kongre sonucunda Dünya Siyonist Teşkilatı’nı da resmen kurmuş oldu. 1890 sonrasında hızla yayılan Hibbat Siyon şubeleri artık resmi bir kimlikle ve dünyanın her yerinde “Büyük İsrail” ideali için çalışacaktı. Böylelikle Yahudilerin ulus devlet kozunu kullanarak kendilerine yurt aradıkları davaları süreç içerisinde bir dünya sistemi dizayn etmeye evirildi. Yahudi yurdu arayışının şekli sınırların ötesine geçerek bir Yahudi “tahakkümü”ne dönüşmesi kaçınılmaz olarak gerçekleşmeye başladı.

Yahudi çiftçilerin Filistin’e yerleştirilmesiyle başlayan süreçte bir birlikte yaşama formu belirleyen Herzl, bilhassa bu süreçte Yahudilerin Filistin’e gelen birkaç “Musevi” aileden ibaret komşular olduğunu vurguluyordu. Müslümanların Osmanlı tecrübesi sayesinde yüzyıllardır ehli kitap ile birlikte sorunsuz bir halde yaşaması, Herzl ve ortakları için Filistin’e açılan kapı olmuştu. Musevi tüccar, esnaf, zanaatkâr ve çiftçileri stratejik yerlere yerleştiren bu formun yanında Herzl, Filistin’e şekil verecek hamleleri siyaseten destekleyen örgütlerin de kurulmasını öngörüyordu. Bu örgütler eliyle ulus birliğinin tesis edilmesi hızlandırılacak ve İsrail hayalinin gerçekleşmesi sağlanacaktı. Herzl, bu hayaline adım adım yaklaşırken muhataplarına şu sözlerle meydan okumayı da görev biliyordu: “Ben Basel’de yahudi devletini tesis ettim. Bunu bugün yüksek sesle söylesem bütün dünyada bir kahkaha tûfanı kopar. Fakat bundan beş sene, belki elli sene sonra muhakkak herkes bunun böyle olduğunu anlayacaktır”[3]

Öte yandan Herzl’in yerleşim planının arkasında Yahudilik dinini nasıl bir motivasyon aracı haline getirdiği bir başka konuydu. Yahudileri konsolide etmek için dini değerleri, Arz-ı Mevud inancını, bitmeyen sürgün hikayelerini romantize ederek Mesih inancına alan kazandırmaya başladı. Kurtarıcı inanç, kurtarıcı lider ve kurtarıcı devlet için Yahudiliği pergelin bir ucuna sabitleyerek çerçeveyi biraz daha genişletmeye başladı. Bu anlamda İbraniceyi Yahudi ulusunun ve kurulacak Yahudi devletinin ortak dili olarak yeniden üretmeye koyuldu. Yahudilerce unutulmaya yüz tutmuş bu dilin bir başka özelliği de Yahudiler için kurulacak devletin gerçek manada bir ulus devlet olduğu inancını güçlendirmeye yönelik katkısıydı. Herzl bu konuda da şu sözleri kaleme alıyordu: “Onların berbat bir şekilde büyümüş jargonlarından, hâlâ kullandığımız Getto dillerinden, hırsızlara ait hapishane ağızlarından vazgeçmeliyiz. Bizim ulusal öğretmenlerimiz gerekli olan dikkatlerini bu konuya vereceklerdir ve kendisini genel ilişkiler, konuşmalar için büyük faydası olduğunu ispatlayan dilimiz herhangi bir baskıyla ve dayatılmadan ulusal dilimiz olarak benimsenecektir. Toplumumuzun ırkı kendine özgüdür; biriciktir; çünkü, biz sadece babalarımızın inancıyla birbirimize sıkı sıkıya bağlanmışız”[4]

Yahudi devletinin nasıl olması gerektiğine dair yazdığı reçetesinden hareketle Herzl’in romantik ve reel unsurları bir arada kullanabilmek hususunda yetenekli olduğunu söylemek mümkündü. Nitekim Herzl, siyonizmi, Arz-ı Mev’ûd yani Filistin dışında kalan bütün Yahudileri anavatanlarında toplamayı ve Süleyman Mabedi’ni de Siyon dağı üzerinde yeniden inşa etmeyi hedefleyen din ve millet temelli bir ideoloji olarak yeniden teşekkül etmişti. Bunu yaparken de dinsel, dilsel, jeopolitik, sosyo-ekonomik ve küresel alanlarda birçok faaliyeti organize eden ciddi teorik ve pratik çalışmalara da öncülük etmişti. Ancak siyonizmin karşılık bulması ve planlarının zamanında işlemesi önündeki tek engel Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’in inadı olacaktı. Bilhassa günlüklerinde Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına yönelik yazdıklarına bakarak siyonizmin önündeki en büyük engelin Osmanlı Sultanı olduğu anlaşılıyordu: “Türkiye’de telaş. Acaba Şark Meselesi Türkiye’nin bölünmesi suretiyle bir hâl şekline bağlanamaz mı? Avrupa kongresinde mümkündür ki (Belçika ve İsviçre gibi) tarafsız fakat bize ait olacak toprak parçası da biz alalım. (Paris,10 Kasım 1895)”[5]

Herzl, Osmanlı’nın parçalandıktan sonra geride bırakacağı Filistin parçasına sıkı sıkıya sarılmıştı. Bu hususta bu toprak parçasının ilk etapta tarafsız bir toprak olarak Yahudilere hibe edileceğine inanıyordu. Bilhassa bu topraklara sahip olduktan sonra tarafsızlık vurgusuyla olası bir karşı savaş ihtimaline karşın ulusun güvenlik ve kolluk ihtiyacını artırmayı ön görüyordu. Neticede Yahudilerin savaşma içgüdüleri henüz geri gelmiş değildi: “Yahudi Devleti tarafsız olarak algılanacak. Bu yüzden, dahili ve harici güçlere karşı korunmak için sadece profesyonel bir orduya ve tabi modern savaşın her türlü gereği olan ekipmana gereksinim olacak.”[6]

Osmanlı Devleti’nin gün be gün çöküşünden heyecan duyan Herzl, bu süreçte sık sık Sultan Abdülhamid ile karşı karşıya geldi. İttihat ve Terakki üzerinden Sultan’ın Yahudilere karşı sempatisini artırmaya yönelik çabalarda bulundu. Bilhassa finans ve iş birliği anlamında Osmanlı Devleti ile yakın temas içerisinde olmak istiyordu. Kendisi bu durumu hatıralarına şu şekilde kaydetmişti: “Bulgaristan İmar ve İskân bakanı ve bizim teşkilât üyelerinden Carl Herbst’in bildirdiğine göre Genç Türkler (Jön Türkler) gazetelerinde bizim projelerden bahsediyorlar ve böyle bir avantajdan faydalanmadığı için de hükümeti itham ediyorlar. 25 Kasım 1899”[7]

Theodor Herzl, siyonizm teşekkülünde Yahudi lobilerine gücü elde etme ve onu bir baskı aracı haline getirme konusunda destek sağladı. Bu baskı sayesinde Yahudilerin kendisine yahut Yahudi gruplarına karşı yürütülecek herhangi bir istenmeyen eylem söz konusu dahi olmamalıydı. Eylemlerin niteliği ne olursa olsun herhangi bir devlet Yahudileri kızdırmaktan çekinmeliydi. Baskı mekanizmasına istinaden örülecek geniş bir ağ ile halkların Yahudiler konusundaki ısrarlı ötekileştirmeleri yahut ırkçılıkları “Anti-Semitizm” çatısı altında baskılanmaya mecburdu. Dolayısıyla Yahudiler, kurumsal yapıları, örgütleri, şirketleri ve devletleri kontrol altına alabilecek siyasi ve ekonomik gücü ellerinde bulundurmalıydı. Siyonizm, en temelde böylesi bir dünya sistemi ön görmeliydi. Herzl, bu konuda da “Eylem bireylere karşı hatta en güçlü Yahudi gruplarına karşı bulunulacak, fakat yönetimler bütün Yahudilerin geneline karşı bir eylemde bulunmayacak… Yahudilere karşı herhangi resmi bir haksız tavrın başlaması kalıcı bir ekonomik krizi meydana getirir. Bu yüzden hiçbir silah etkili biçimde bize karşı kullanılamaz, çünkü bu silahlar onları kullanan ellere zarar verir. Bu arada kin ve düşmanlık çok hızlı ilerler. Zengin bu zararı çok fazla hissetmez, ama fakir bunu fazlasıyla hisseder.”[8] sözleriyle ısrarını ortaya koyuyordu. Küresel sistem içerisinde ekonomik ve sosyal alanlarda karşılıklı bağımlılığı artırdıkça ve etkili bir manipülasyon yürüttükçe Yahudi imajını koruyacak doğal kalkanı da edinmiş olacaktı.

Theodor Herzl, Yahudi milletini, dilini, ülküsünü ve devletini “arz-ı mevud” ideali ile birleştiren akıl olarak tarih sahnesine çıktı. Zengin ve güçlü sermayedarları milliyetçi akımların etkisiyle kendilerine ait bir ulus devlet yaratma projesine ortak etti. Siyonizm sürecini yöneten ve siyonist mirası devreden en önemli figür haline geldi. Siyonizm hakkında yapılan çalışmaların büyük bir kısmı Herzl’in kendi eliyle yazdığı hatıratına, günlük ve yazışmalarına dayanıyor. Dolayısıyla siyonizm için bir nevi açık kaynak niteliği taşıyan yazıları, günümüz İsrail terör devletinin de omurgasını oluşturuyor. Dünyanın neresinde olursa olsun Yahudilerin temel ilkeleri haline gelen ve onları güdüleyen Herzl’i okumak, siyonizmin arka planda neyi hedeflediğini anlamamıza yardımcı olacak.


[1] Theodor Herzl, Yahudi Devleti, çev. Hasan İlhan (Ankara: Alter Yayınları, 2018), 32

[2] A.g.e., s. 90.

[3] David Vital, The Origins of Zionism, Oxford 1975, s. 233-234, 260, 396.

[4] Herzl, s. 91.

[5] Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye, Koloni Yayınları, İstanbul: 2000, s. 59.

[6] Herzl, age, s. 94.

[7] Kutluay, s. 207-208.

[8] Herzl, age, s.100.