Siyonizm Filistinliler için neredeyse 150 yıllık bir mesele ve 105 yıllık bir distopyadır. Müslüman devletlerin ve Müslümanların Filistinlilerin yaşadığı bu felakete yıllardır kayıtsız kalması acı gerçekleri değiştirmediği gibi İslamiyet’te mukaddes bir belde olan Kudüs’ün Müslümanlar açısından giderek uzak bir hayal olabilme riskini de ortadan kaldırmamaktadır.
Semiha KARAHAN
İstanbul Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Doktora Öğrencisi

İsrail’in Gazze’yle olan savaşı siyonizm ideolojisini, İsrail’i ve Filistin’i dünyanın gündemine taşıyarak en aktüel ve akut meselelerden biri haline getirmiştir. Devletler, kendi politikaları doğrultusunda bu savaşa karşı farklı cevaplar vermiş aynı zamanda İsrail ve Filistin’e dair bakış açılarını ortaya koymuştur. 7 Ekim’den bugüne halklar da bu savaşa karşı tepkisini meydanlarda göstermiştir. Özellikle Batı’daki halklar (konuya ilgi duyan kesim) kendi içlerinde bütünlük sağlayamayarak İsrail veya Filistin tarafgirliği açısından ikiye bölünmüştür. Filistin lehine mitingler düzenlenmesi ve her ne kadar çoğunluğu Müslüman olsa da yüz binlerce insanın meydanları doldurması kitlelerin Filistin için gösterdiği kayda değer ilk çabadır. Bir başka ifadeyle Filistinliler uzun bir süreden sonra nihayet görünür hale gelmiştir. Ayrıca bu savaş halkların siyonizmin mahiyeti hakkında bilgi edinmesi ve kendi devletlerinin siyonizme karşı duruşunu analiz etmesine olanak sağlamıştır.
Güncel gelişmeler bir yana, siyonizm oldukça uzun geçmişe sahip kronik bir meseledir. Siyonizm neredeyse 400 yıldır dünya siyasetini şekillendirirken özellikle 19. yüzyıldan itibaren başta Filistin olmak üzere Ortadoğu’nun kaderini yönetmiş oldukça uzun metrajlı çok boyutlu, devinimleri olan teopolitik bir ideolojidir. Genellikle Yahudilerle ilişkilendirilen siyonizm, Hristiyan siyonizmi ve Yahudi siyonizmi olmak üzere iki ana kola ayrılır. Siyonizm ifade olarak Yahudiler tarafından üretilmiş bir terimdir. Ancak Siyonist düşüncelerin ilk defa Yahudiler değil Hristiyan Protestanlar tarafından ortaya atıldığı ve bu fikrin ilk “resmi” temsilcisinin 17. yüzyılda İngiltere olduğu bilinmektedir. İngilizlerin bu düşünceleri zamanla hem bazı Hristiyan devletler ve halkları hem de bazı Yahudiler tarafından benimsenmiş böylece siyonizm bir ideolojiye dönüşerek etkinlik kazanmıştır. Dolayısıyla siyonizm sadece Yahudilerle değil, Hristiyanlarla da ilişkili bir ideolojidir. Hatta Hristiyan siyonizmi, siyonizmin çoğunluk ifadesidir. Çünkü yapılan araştırmalar her on siyonistten birinin Yahudi, diğer dokuzunun ise Hristiyan olduğunu ortaya koymuştur. Bu gerçekler aynı zamanda J. Biden gibi bazı liderlerin “Siyonist olmak için Yahudi olmak zorunda değilsiniz” ifadesinin içerdiği anlamın ta kendisidir.
Siyonizmi birçok boyutuyla tarihi süreci içinde inceleyip tanımak yeni hadiselere dair bakış açısı geliştirmek adına değerli bir adım olabilir. Nitekim yaşanan son gelişmeler hiçbir zaman statükocu olmayan siyonizmin devinimlerinden ve dönemeçlerinden sadece biridir. Bu dönemecin Yahudileri, Hıristiyanları ve özellikle Filistinliler olmak üzere Ortadoğu’daki Müslüman halkları direkt etkileyecek neticeler doğurması mümkündür. Bu düşüncelerle bu yazıda, Hristiyan siyonizmi, Yahudi siyonizmi hakkında genel bir tanıtım yapılmaya ve siyonizmin Filistin halkı için ne anlama geldiğine dikkat çekilmeye çalışılacaktır.
Hristiyan Siyonizmi: Hegemonyacı, Binyılcı ve Kıyametçi
Siyonist düşüncenin temelleri İngiltere’de 17. yüzyılda ortaya konarak “Yahudi Restorasyonu” şeklinde adlandırılmıştır. Yahudi Restorasyonu, İngiltere, Hollanda, Fransa, Almanya ve ABD’deki Protestanların Mesihçi ve binyılcı dokudaki dindarlıklarıyla, Tanrı’nın Krallığını inşa etme dürtüsüyle, kendilerinin üstün halk olduklarına duydukları inançla ve sömürgeci ve hegemonyacı karakterdeki ekonomik ve politik çıkarlarını düşünerek kurguladıkları ve benimsedikleri bir teopolitikadır. Ve 1899’da yeni bir isim alarak Hristiyan siyonizmi tabiriyle yoluna devam etmiştir. Hristiyan siyonizmi, Yahudilerin Filistin’e dönmesi, orada devlet kurması ve tapınağın üçünce defa inşa edilmesi gerektiği ve bu yolda Hristiyanların, Yahudilere yardım etmekle görevli olduğuna dair teolojik olarak motive edilmiş bir inançtır ve Hristiyan kıyametçiliğinin özel bir ifadesi olup binyılcı nosyonda Mesihçi bir ideolojidir. Kısacası tarihte ilk olarak Yahudi Restorasyonu ifadesiyle boy göstermiş Hristiyan siyonizmi; kıyametçi ve binyılcı teolojisi ve sömürgeci ve hegemonyacı yapısıyla bir İngiliz projesidir.
Reformasyonla ivme kazanarak Avrupa’da yaygınlaşan binyılcılık; 17.yüzyılda ahir zamanda yaşadıklarına inanan İngilizlerin, Yahudilere ve Filistin’e adeta kafayı takmasının böylece Yahudi Restorasyonu fikrini üretmesinin nedenidir. Çünkü binyılcı inanışa göre İsa Mesih’in geri dönmesi ve onunla binyıllık bir altın çağ yaşanabilmesi için gereken koşullardan bazısı Yahudilerin restore edilmesiyle ilgilidir. İngiltere bu restorasyonun, Yahudilerin Filistin’e döndürülmesi ve orada Hristiyanlığı kabul ederek seçilmişlik payelerini geri kazanmasıyla gerçekleşebileceğini iddia etmiştir. Binyılcı İngilizlerin düşüncesinde bunların gerçekleşmesiyle İsa Mesih dönerek Kudüs’te binyıl sürecek krallığını kuracaktır. Dolayısıyla kendileri için parlak bir gelecek hayal eden İngilizler, Yahudileri Tanrı’nın Krallığı’nın kurulmasına doğru giden ütopik yolda birer araç haline dönüştürmüştür.
Yahudi Restorasyonu fikrinin altında sadece dini bir motivasyon yoktur. İngiltere’nin sömürgeci anlayışı doğrultusunda şekillendirdiği politik ve ekonomik çıkarlar da mezkûr fikrin doğması ve yaygınlaşmasında önemli birer unsurdur. İngiltere Yahudi Restorasyonuyla, Yahudilere yeşil ışık yakarak onların ekonomik güçlerini sömürmeyi ama aynı zamanda onları Filistin’e döndürerek onların mevcudiyetinden tamamen kurtulmayı, sömürdüğü Yahudi sermayesiyle zenginleşerek Osmanlı İmparatorluğu’na karşı güç kazanmayı ve Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurmasını sağlayarak hem kendisine bir savunma hattı çizmeyi hem de sömürmeyi planladığı Ortadoğu’da vücut bulmayı hedeflemiştir. Bu hedeflerden de anlaşılacağı üzere İngiliz düşüncesinde Yahudilerin Avrupa’da ihya edilmesi mümkün değildir, Yahudiler mutlaka Avrupa’dan gitmelidir. Bu da aslında Yahudi Restorasyonunun anti-semitik ve hegemonyacı doğasına işaret etmektedir. Nitekim Hristiyan siyonizminin ilk temsilcisi İngiltere, Yahudilerin ve Filistinlilerin kaderini hegemonyacı bir tavırla tayin etmiş, Yahudileri zaman ve mekân olarak Filistin’e sıkıştırmış, Filistinlileri ise yok saymış, hükümsüz kılmıştır.
Hristiyan siyonizmi, 17. yüzyıldan itibaren İngiltere’nin iç ve dış siyasetini şekillendirmesinde önemli rol oynamıştır. Mezkûr ideoloji özellikle Hollanda, Fransa ve Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından benimsenerek devletlerin de karakter yapısına işlemiştir. Protestanlar arasında yaygınlaşan Yahudi Restorasyonu fikri, 19. yüzyılın hemen başında Yahudi dünyasına sirayet ederek Yahudi siyonizminin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Böylece uzun yolculuğunda önemli bir dönemece varmayı başaran İngiltere, Yahudi siyonizminin en büyük destekçisi olmuştur. Osmanlı’nın giderek güç kaybettiği 19. yüzyıl konjonktürü İngiltere’ye, Ortadoğu’da sömürgeci hakimiyetini kurabilmesi ve Yahudi siyonistleri kullanarak kendi emellerini gerçekleştirebilmesi için fırsat doğurmuştur. Fırsatı değerlendiren İngiltere, İsrail’in kurulmasını sağlamış ve kendisi için Müslüman devletlere karşın bir fedai görevi yapacak İsrail’i bir sınır karakolu olarak bölgeye tayin etmiştir. 2. Dünya Savaşı sonrasında küresel güç haline gelen ABD İsrail’in hamisi olmuş ve güçlenmesini sağlamıştır. Bugün Hristiyan siyonizminin görünen en büyük temsilcisi ABD’dir ve (Hristiyan) nüfusunun neredeyse yarısı siyonisttir.
Hıristiyan siyonistler, Yahudi siyonistlere birçok alanda destek vererek, hem kendi Mesihçi inançlarının gerekliliklerini yerine getirmekte hem de asırlarca Avrupa’da zulmettiği Yahudilere ve Holokost’a karşı kefaretlerini ödediklerini iddia etmektedir. Yani kendi günahlarının kefaretini Filistinlileri yok sayarak ödemektedir! Bu tutum yüzlerce yıl anti-Semitik Batı’nın artık filosemitik olduğu gibi bir izlenim verse de bu ikircikli bir davranıştır ve Yahudiler için çok trajik sonuçlar doğuracak bir risktir. Çünkü Hıristiyan siyonistler kendi kıyametçi senaryoları gereği; zamanı geldiğinde yani İsa Mesih döndüğünde özellikle Kudüs’te Müslümanlara ve vaftiz olmadıkları takdirde! Yahudilere hayat hakkı tanımayacaktır! Binaenaleyh Hristiyan siyonizmi, Protestan Hristiyanlar için 400 yıllık bir meseledir ve kendi üstünlüklerini ispat etmek için Yahudileri ve Müslümanları figüran olarak kullandıkları ikircikli bir teopolitikadır.
Yahudi Siyonizmi: Ütopik, Dünyevi ve Anakronik
Kudüs’ün Tanah’taki isimlerinden biri olan “siyon” kelimesinden türetilmiş siyonizm, “modern Yahudi ulusal bağımsızlık hareketidir” ve 19.yüzyılda Avrupalı Yahudiler tarafından üretilmiş bir ideolojidir. Bünyesinde emperyalizm, kolonyalizm ve milliyetçilik kavramlarını barındıran siyonizm hedeflerini; milliyetçi bir yapıda İbrani kimliği inşa etmek, diasporadaki Yahudileri Filistin’e döndürerek orada egemen bir Yahudi devleti kurmak şeklinde sıralamıştır. Yahudilere bu zaman ve bu mekânda parlak bir gelecek vaat eden siyonizm ulus ve toprak eksenli bir ideolojidir ve diğer milliyetçiliklerden kendisini farklılaştırabilmiştir. Öyle ki dindar veya seküler hemen her siyonist, özellikle “Vaat Edilmiş Topraklar ve Seçilmişlik” gibi dini doktrinleri kendi ideolojilerinin bir yapıtaşına dönüştürmüş ve bunlarla seküler kavramları harmanlayarak ortaya bir teopolitika koymuştur. “Tevrat’a adeta demir atan Siyonizm”, kendisine görece kutsiyet ve meşruiyet kazandırmıştır. Siyonistler Tevrat’ı dini hükümlerinden kopartarak ve bir tarih kitabı gibi okuyarak Yahudiler için kutsal bir geçmiş kurgulamıştır. Böylece devlet kurmak için aradıkları toprağı ve milliyetçi bir kimlik inşa etmek için istedikleri bilinci Tevrat’ta bulabilmiştir. Binlerce yıl önce Hz. Musa’nın yurt edinmek için Mısır’dan “çıkış” yaptığı Kudüs merkezli Filistin ve seçilmiş halk olarak antik dönemde boy göstermiş İsrailoğulları, siyonizm için mevcut Yahudilere servis edilen hedefler haline gelmiştir. Siyonistler bazen Tanah’taki geçmişi şimdiye taşımış bazen de kendilerini geçmişe ışınlamıştır. Bu anakronik okuma sayesinde ilk siyonistin Hz. İbrahim, kendilerinin de Hz. Yuşa’nın arketipi olduğunu iddia edebilmişlerdir.
Siyonizm, Avrupa’da “çıkış ve siyon” metaforlarıyla bir ütopya hedeflemiş ve bu hedefine de 1948’de Filistin’de İsrail Devleti’ni kurarak ulaşmıştır. Böylece İsrail, siyonizmin en önemli başarısı ve kurumsal yüzü olmuştur. Keza ortaya çıktığı dönemde siyonizm, siyonist Yahudilerin düşüncesinde, binlerce yıllık sürgünün neden olduğu acıları sonlandırabilecek bir kurtuluş reçetesiyken bugün siyonizm, siyonist Yahudiler için onlara vatan güvencesi veren ve acı hadiseler yaşamalarına engel olabilecek bir güçtür. Üstelik siyonist Yahudiler açısından önemli bir güç olmayı başaran İsrail, kendi tarihlerini kendilerinin yazmalarını sağlayarak Yahudi halkını edilgenlikten etken hale geçirmiş böylece yüzlerce yıllık soyutlanmadan sonra tarihe giriş yapabilmelerinin önünü açmıştır.
Lakin bu düşünceler her Yahudi için geçerli değildir. siyonizm, Yahudileri siyonist, anti-siyonist ve a-siyonist olmak üzere üçe bölmüştür. Anti-siyonist seküler Yahudiler siyonizmi, dünya görüşleri ve kendi vicdani ve ahlaki paradigmalarıyla bağdaştıramadıkları, dindar anti-siyonistler ise Tevrat’ın hükümlerini çiğnediği için ideolojiye muhalefet etmektedir. Nitekim siyonizmin Yahudilikle ilişkisi ve bu ilişkinin ne kadar sağlıklı olduğu mevzusu ideolojinin ilk döneminden bugüne kadar önemli bir tartışma konusu olmuştur. Binaenaleyh Yahudi siyonizmi, Avrupa’da ortaya çıkmış ve Filistin’de gerçekleşmiş bir ütopyadır ve Yahudilerin farklı tonlarda yorumladığı 170 yıllık bir meseledir.
Filistinliler İçin Siyonizm: Distopik, Hayati ve Vatani
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere Hristiyan siyonizminin “Tanrı’nın Krallığı” ve Yahudi siyonizminin “çıkış ve siyon” metaforlarıyla kurguladığı ütopyanın varış noktası Filistin’dir. Siyonistler kendi ütopyalarını Filistin’de gerçekleştirebilmiştir. Ancak bunu yaparken de Filistinliler için bir distopyanın doğmasına neden olmuşlardır. 7 Ekim’den sonra yaşanan acı hadiseler bu distopyadaki siyonist devinimlerin sadece son fazıdır.
Siyonist devinimleri, Filistinliler kendi vatanlarında yıllardır, insani ve hukuki olmayan hadiselerle defalarca tecrübe etmiştir. Bu tecrübeler Filistinliler açısından felaket manasına gelen “Nekbe” adındaki durumla eşdeğerdir. Nekbe, genelde 1948 İsrail’in kuruluşuyla başlatılsa da tarihi gerçekler Nekbe’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Kudüs hakimiyetini kaybettiği Aralık 1917’den hemen sonra başladığını göstermektedir. Dolayısıyla içeriğinde, toprak işgali, cinayet, zorla göç, mülteci sorunu, iş gücünün çalınması, hukuksuz tutuklama ve yargılama ve açık hava hapishanelerinde yaşama zorlanma gibi haksızlıkları barından Nekbe’nin 105 yıldır Filistinlilerin distopik tondaki kaderi olduğu aşikardır. Nitekim Gazze, 7 Ekim’den önce de yıllardır açık hava hapishanesiyken Gazzeliler de ölüme mahkûm edilmiş insanlardı ve İsrailli bazı akademisyenlerin de dediği gibi Gazze “imkansız bir yaşam uzamıydı ve dünyada görebileceğiniz en büyük adaletsizlikti.” Diğer taraftan Filistinlilerin siyonizm ile Osmanlı yönetimindeki Filistin’e gelen siyonistler ve 1882’de başlayan aliyalar (Yahudi göçler) vasıtasıyla felaket günlerinden daha önce tanıştığı ve siyonist hareketin şiddetini giderek arttıran toksinomik açılımlarını zamanla daha yakından tanıdığı ve tattığı da bir gerçektir.
Filistinliler İngiliz manda yönetiminden, İsrail’in kuruluşuna, 1967 Savaşı’ndan bugüne kesintisiz bir şekilde adaletsizliklerle dolu bir distopyada yaşamaktadır. Batı Şeria ve Gazze’de açık hava hapishanelerinde yaşamaya mahkûm edilen, Kudüs’ün Yahudileştirilme politikası kapsamında çeşitli zorluklar altında Kudüs’te mevcudiyetlerini korumaya çalışan Filistinliler duvarlarla çevrilmiş bölgelerle birbirlerinden ayrıştırılmıştır. Filistinliler topraklarından zorla sürülmeye çalışılmakta, toprakları çalınmakta, öldürülmekte, yargısız infaza tabi tutulmakta, çocuklar da dahil olmak üzere binlercesi hapislerde suçsuz yere yatmakta, su ve tüm doğal kaynakları çalınmakta, işgalci siyonist yerleşimcilerin (sivil) her an silahlı tehdidine maruz kalmakta, tarım arazileri, zeytin ağaçları heba edilmektedir. Kısacası toprak ve toplum bütünlükleri olmayan Filistinliler “apartheid” devletin tüm zorluklarıyla mücadele etmekte ve her geçen gün topraklarının daha da küçüldüğüne şahit olmaktadır. Filistinliler topraklarını, işgal eden ve etmeye devam siyonistlere adeta Hz. Davud’un Golyat’la antik dönemdeki savaşını hayal ve taklit ederek direnmeye çalışmaktadır.
1948’den itibaren mülteci durumuna düşen hiçbir Filistinlinin vatanına geri dönüş imkânı bulamadığı da belirtilmelidir. Ancak İsrail’e göç etmek isteyen her Yahudi bunu yapmakta özgürdür. “1950 geri dönüş yasası” gereği İsrail’in kapıları her Yahudiye açıkken bunun toplu bir göç şeklinde yapılmasını sağlayanlar Hristiyan siyonistlerdir. Bu gerçekler göz önünde tutularak Gazze’nin bugün yaşadığı hadisenin yeni bir toprak işgali ve zorla göçe tabi tutulma politikası olduğunu anlamamak abesle iştigaldir. Bu da zaten Filistinlilerin hayatlarının çalınması ve vatansız bırakılmalarıyla eşdeğer düzlemdedir.
Binaenaleyh siyonizm, Filistinliler için neredeyse 150 yıllık bir mesele ve 105 yıllık bir distopyadır. Müslüman devletlerin ve Müslümanların Filistinlilerin yaşadığı bu felakete yıllardır kayıtsız kalması acı gerçekleri değiştirmediği gibi İslamiyet’te mukaddes bir belde olan Kudüs’ün Müslümanlar açısından giderek uzak bir hayal olabilme riskini de ortadan kaldırmamaktadır.