Berlin Konferansı’nda Afrika topraklarının Avrupalı güçler arasında dağılımı Afrika’daki kültürel yapıları ve gelenekleri de bozmuştur. Berlin Konferansı’nın sonucu, Afrika topraklarını sömürgeleştiren ülkelerin değişen emperyalist etkileri nedeniyle günümüz Afrika siyasi iklimi üzerinde önemli bir etkiye sahipti.
Mustafa EFE
AFSAM Afrika Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı
Afrika’daki Batı soykırımlarının sebebi ve başlangıcı sömürgeciliktir. Coğrafi Keşifler diye masum bir ifade ile öğretilmeye çalışılan sömürgecilik harekâtı, Batı soykırımlarının ilk sistematik çalışmasıdır. Batılıların sömürgecilik faaliyetlerinde de aslında ilk hedef Afrika kıtası değildi. Batılı sömürgeciler Sahraaltı Afrika’yı asıl hedefleri olan dillere destan zenginliğiyle bilinen Hindistan’a gitmek isterken tesadüfen buldular. Bilinçli bir güzergâh seçimi değildi. Doğuya doğru gittikçe Hindistan’ın bulunacağı düşüncesiyle yola çıktılar. Zaten Amerika kıtalarını da buldukları zaman orayı Kristof Kolomb Hindistan zannetmişti. Bundan dolayı da Kızılderililere İngilizcede “Red Indian” yani Kırmızı Hintliler demiştir ki bugün de hâlâ aynı şekilde kullanılmaktadır. Amerika’daki ilk Batılı soykırımcı da Kristof Kolomb’dur.
Afrika kıtasının çevresini keşfeden Batılı sömürgeciler uzun yıllar içeriye giremediler. Bundan dolayı Atlas okyanusunun ve Hint okyanusunun sahil şehirlerinde sömürgeler kurmuşlardır. İspanyollar, Portekizler, Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar, Belçikalılar, Almanlar, İtalyanlar Afrika kıtasını sömürmek için çalışmışlardır. 1884-1885 Berlin Konferansı’nda bütün kıtayı Avrupalı güçler paylaşmışlar ve neredeyse bugünkü Afrika haritası ortaya çıkmıştır. Berlin Konferansı ile Afrika’yı sömürgeleştiren ülkelerin ve güçlerin emperyalist yöntemleri sadece Afrika topraklarına değil, Afrika halkına da zarar verdi. Topraklarından ve doğal kaynaklarından yoksun bırakıldı. Halk bu sömürgeci güçlere hizmet etmek için kendi ana topraklarında köleleştirildi. Berlin Konferansı’nda Afrika topraklarının Avrupalı güçler arasında dağılımı Afrika’daki kültürel yapıları ve gelenekleri de bozmuştur. Berlin Konferansı’nın sonucu, Afrika topraklarını sömürgeleştiren ülkelerin değişen emperyalist etkileri nedeniyle günümüz Afrika siyasi iklimi üzerinde önemli bir etkiye sahipti.
Sömürgeciler Afrika toplumlarının siyasi, sosyal ve ekonomik bütün işleyişini altüst etmişlerdir. Kendilerine muhtaç kılacak bir sistem kurmuşlardır. Aynı zamanda Afrikalıları köleleştirerek götürmüşler ve Afrika kıtasının nüfusunun artmasını engellemişlerdir. Tarihin en büyük köle tüccarı İngiltere’dir. Köle ticaretinde en önde gelen ülke olmasının sebebi de Yeni Dünya’nın yani Amerika’nın geniş arazilerinde çalışacak insan kaynağı temini idi. Bugün Afrika’da var olan iç savaşlar, etnik çekişmeler, sosyal, siyasi ve ekonomik problemler aslında beyaz adamın Afrika’yı keşfi ve buralarda sömürgeci düzenler kurmalarıyla ortaya çıkmıştır.
Berlin Konferansı’ndan önce Afrika, birçok yerli gruptan oluşan farklı bölümlere ayrılmış haldeydi. Arazi farklılıklarından dolayı yerleşim yerleri ve krallıklar/şeflikler fiziksel özelliklere göre bölünmüştü. Bu fiziksel özellikler, Afrika’daki sıradağları, nehirleri ve oluşturdukları ticaret yollarını içeriyordu. Bu yerli kabileler arasında yüzlerce farklı dil vardı. Çoğunun kendi dini gelenekleri vardı. Ancak birçok kabile, sömürgecilerin keşif kolu misyoner kuruluşlardan Hristiyanlık gibi yeni inançlar öğrendi. Sömürge yönetimleri kurulunca önce kabile şefleri Hristiyanlığı kabul ettiler, sonra da kabilenin üyeleri. Sömürge yönetimleri, üniversite yönetimleri ve misyonerler tarihin en büyük iş birliklerinden birini yaparak kara kıtanın en ücra köşesine bile ulaştılar. Üniversitelerin hazırladıkları sosyolojik, arkeolojik ve antropolojik çalışmaların sonuçlarını kullanan misyonerler, ülkeye nüfuz ederek sömürge yönetimlerini meşrulaştırdılar; onlar da koskoca bir kıtanın kaynaklarını beyaz adamın ülkesine taşıdılar. Avrupalılar Afrika’yı daha erken zamanlarda keşfetmek istediler. Fakat çoğu zaman bu kâşifler yolda hastalanıp ölüyordu. Avrupalılar Afrika’daki yaşam koşullarını hiç bilmedikleri için başarısız olmuşlardı. Daha sonra kendilerini koruyacak ilaçlar ürettikten sonra Afrika’nın derinliklerine girebilmişlerdir. İşte bu noktadan sonra Afrika kıtasında çok ciddi işgallere ve katliamlara girişmişlerdir. Ve Batılılar Afrika kıtasından insanlık tarihini utandıran soykırımlara imza atmışlardır.
Kafatası arşivcisi Batılılar/Avrupalılar/Beyaz Adam yani “Avrupalı Adam” sanayileşme devrimini gerçekleştirip ürettiği araç-gereç, silah ve ilaçla insanoğlu üzerinde daha fazla tahakküm kurabileceğini görünce insanlık tarihinin en büyük vahşetlerini gerçekleştirmiştir. Sadece maddi araç-gereç değil değer yargıları açısından da vahşi bir yaklaşım benimsemiştir. Batı’dan çıkan kapitalist ve sosyalist ideolojileri savunan blokların kavgası milyonlarca insanın soykırıma uğramasına sebep olmuştur. Gelenek göreneklerinde herkese misafirperverlik gösterme alışkanlığı olan hür insanları köleleştirip köle pazarları oluşturup buralarda satmışlardır. Batılılar önce Amerika’da daha sonra Güneydoğu Asya’da ve Afrika’da ve İslam dünyasında sonra tekrar Güneydoğu Asya’da insanlık tarihinin en vahşi soykırımlarını gerçekleştirmişlerdir. Birçok ülkede soykırımlar kitlesel soykırım şeklinde gerçekleşmiştir. İspanyollar, 1500’lü yıllarda bugünkü Kuzey ve Güney Amerika’daki yerli Amerikalıları soykırıma uğrattılar ve yerli nüfus yüzde 90 ile yüzde 98 arasında azaldı. 1491 yılında Batı yarım kürede tahmini 145 milyon insan yaşıyordu. 1691 yılına kadar yerli Amerikalı nüfusun yüzde 95’i yok edildi. İspanyollar Güneydoğu Asya’da işgal edip sömürgeleştirdikleri Endonezya takımadalarında bulunan bölgelerde de soykırım yaptılar. Portekizliler ve Hollandalılar sömürgeleştirdikleri bütün bölgelerde soykırımlar yaptılar. İngilizler 1600’lü yılların başından itibaren soykırımlara başladılar. İngiliz ve Fransız yerleşimcilerin/işgalcilerin 1626 yılında Saint Kitts adasında gerçekleştirdikleri “Kalinago soykırımı” ilk soykırımlarıdır. 1636-1638 yıllarında ise Pequot soykırımını gerçekleştirdiler. 1675 yılı aralık ayında Narragansett soykırımını gerçekleştirdiler. Nisan 1709’da Fransızlar bugünkü Kanada topraklarında soykırım ve asimilasyon yaptılar. Meksika’da Apacheler, Güneydoğu Meksika’da Mayalar, Yaquiler; Şili’de Mapucheler, Arjantin’de Chacolar, Paraguay’da Triple Allience savaşıyla Paraguayları; Amerika Birleşik Devletleri Mystic soykırımı, The Trail of Tears, Sand Creek, Mendocino, Cherokee, Muscogee (Creek), Seminole, Chickasaw, ve Choctaw soykırımları; İsrail’in Filistin soykırımı, Sırpların Boşnak soykırımı, Fransa’nın Cezayir, Çad, Vietnam, Fas, Kamerun, Ruanda Tutsi soykırımları, Belçika’nın Kongo soykırımı ve daha niceleri Batılı soykırımcıları tarafından işlenmiştir.
Batılıların Afrika’daki soykırımlarının ve katliamlarının sebebi neredeyse bütün Afrika ülkelerinde bulunmaktadır. Bu sebep şudur: İngiltere başta olmak üzere Fransa, Belçika, Portekiz, Almanya İtalya vs. hepsi sömürgelerinden çekilmek zorunda kaldıkları zaman bana yâr olmayan bu ülke hiç kimseye de yâr olmasın diyerek hem kendisine bağlı kalacak şekilde hem de yerli halkların birbirleriyle sürekli çatışma halinde olacakları şekilde bırakarak çekilmişlerdir. Yıllarca sömürdükleri, köleleştirdikleri yetmemiş gibi koskoca bir kıtanın gelecek nesillerinin de rahat etmemeleri için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Mesela ayrıldıkları bütün ülkelerde iktidarı o ülkede azınlık olan gruba bırakmışlardır. Onları sömürürken de azınlıkları ön planda tutmuşlar ve yönetimde onları kullanmışlardır. Ülkeden ayrıldıktan sonra da demokrasi ve cumhuriyet edebiyatıyla çoğunluk olan gruba yaklaşarak siz çoğunluk olduğunuz halde nasıl olur da azınlık olan bu grup ülkeyi yönetir. Haydi demokrasi ve cumhuriyet için gösteri yapın gerekirse ayaklanın biz sizi uluslararası alanda destekleyeceğiz, medyası, yardım kuruluşları, BM, AB aklınıza ne gelirse devreye sokacağız. Eğer bunların da hiçbirisi çare olmazsa size istediğiniz her türlü finans ve silah yardımını yapacağız ve iktidarı söke söke alacaksınız” derler. Ve bu süreç bu şekilde de olur. Afrika ülkelerine Batı ülkelerinden giden yardım kuruluşlarının yüzde doksan beşi bu fitne tohumları ekmek, istikrarsızlık ortaya çıkarmak ve Hristiyanlaştırmak için gitmektedirler.
Fransa’nın ve BM’nin Tutsi Soykırımı
Tutsi soykırımı, 6 Nisan 1994’ten temmuz ortasına kadar yaklaşık 100 gün devam etmiştir. 100 gün zarfında 800 bin ile 1 milyon arasında Tutsi ve ılımlı Hutu boğazlanmıştır. Ruanda iç savaşlarındaki en büyük acımasızlığın vuku bulduğu bir soykırımdır. Fransa’nın Ruanda soykırımındaki rolüne ilişkin dönemin Cumhurbaşkanı François Mitterrand’a ait arşivlerin tamamı, Fransa’nın Hutular’a askeri, siyasi ve medyatik desteğini doğruladığı ve Fransız yetkililerin soykırım hazırlığı yapıldığına dair bilgilendirildiğini teyit etmişti.
Yirminci yüzyılın son on yılında yaşanan Ruanda Tutsi soykırımı, sözde Yeni Dünya Düzeni’nin kayıtlarında sonsuza kadar kanlı bir leke olarak kalacaktır. Bu soykırım, Batılı ülkelerin, BM’nin ve diğer uluslararası kuruluşların iki yüzlülüğünü ve soykırımcı karakterini ortaya çıkarmıştır. Bu soykırım, siyasi entrika, göz yumma, beceriksizlik, ihmal ve düpedüz kötü niyeti ve ırkçı bir rejimin dünyadaki en güçlü ulusların burnunun dibinde iyi planlanmış bir soykırım yürütmesine Batılı ülkelerce nasıl izin verildiğini ortaya koyuyor.
Ruanda’daki Tutsi soykırımını inceleyen birçok gözlemci ve araştırmacıya göre Ruanda’daki “Barışı Koruma Gücü”ndeki küçük bir artış BM Güvenlik Konseyi’nin asgarî bir kararlılık gösterisiyle birleştiğinde katliamların soykırım boyutlarına ulaşmasını önleyebilirdi.
Aslında Hutularla, Tutsiler aynı dili konuşurlar, aynı geleneklere sahipler, aynı bölgelerde yaşıyorlar. Fakat Belçikalı sömürgeciler geldikleri zaman bu iki kabileyi iyice ayırmak için icat ettikleri etnik kökenlerine göre kimlik kartı verdiler. Tutsileri de üstün tuttular. Tutsiler iyi işler, eğitim fırsatları vs. gibi bütün avantajları kullandılar.
Soykırımda kilisenin ve papazların da rolü oldu. Çoğunlukla insanlar kiliselere ve okullara sığınmışlardı. Buralarda da toplu halde öldürüldüler. Soykırım devam ederken BM ve Uluslararası Toplum çeşitli eleştiriler yaptılar. Durumun vehameti medyaya yansımasına rağmen Fransa, Belçika ve ABD başta olmak üzere ülkelerin çoğunluğu katliamlara karşı hiçbir şey söylemediler. Ruanda’daki BM Barış Gücü Komutanlığı Kanada’da idi. BM Güvenlik Konseyi Barış gücüne katliamı durdurması için izin vermedi. Kigali’de BM’deki Belçika askerlerinin yerleştiği Ecole Technique Officielle okulundaki Belçika askerleri çıkarıldıktan sonra oraya sığınan binlerce kişi öldürüldü. ABD Mogadişu savaşını kaybetmesini bahane ederek yardım etmeyi reddetti. Fransa, Çin ve Rusya içişleri olarak görüp karışmayı reddetti. BM tamamen başarısız oldu. Dahası BM altında görev yapan kimi Batılı ülkelerin askerleri soykırıma çanak tuttu.
İngiltere’nin Mau Mau Soykırımı
Kenya’nın gerçek sahibi olan yerli Kikuyu halkı, 1939 yılında İngiliz sömürge yönetiminin yeni toprak yönetmeliğiyle kiracılık hakları da ellerinden alındı. İngiltere’nin Uganda Demiryolu Projesi ve ekilebilir tarım arazilerinde Kenya halkını ağır şartlarda çalıştırmasıyla birlikte tarım arazilerinin büyük bölümü azınlık olan Avrupalılara verilmesi Kikuyular başta olmak üzere bölge halklarının bağımsızlık isteğiyle isyan etmesine sebep oldu. Kikuyu halkı, Meru halkı ve Embu halkı tarafından yönetilen Kenya Toprak ve Özgürlük Ordusu (KLFA), ayrıca Kamba ve Masai halklarından birlikler de içeriyordu.
Bağımsızlık mücadelesi sırasında on binlerce kişi soykırıma uğratılmıştır. Mau Mau Soykırımı, Kenya’nın İngiltere’den bağımsızlığını kazanana kadar devam etmiştir.
Fransa’nın Cezayir Soykırımı
Osmanlı devleti gücünü kaybetmeye başlayınca, 1830 yılında Fransa Cezayir’i işgal etti. Bu işgal Fransa’nın Kuzey Afrika’daki işgallerinin başlangıcıydı. Fransa Cezayir’de 1830 yılından itibaren 132 yıl süren sömürü ve işgal döneminde, dolaylı olarak tehcirle, doğrudan ise kurşuna dizerek veya kireç fırınlarında yakarak milyonlarca Cezayirliyi katletmiştir. Sadece 1945 yılından bağımsızlık kazanılıncaya kadar geçen sürede 1 milyonun üzerinde insan katletmiştir. Fransız sömürge yönetimi sınırlara yerleştirdiği elektronik kablolar ve toprak altına gömülen mayınlarla da on binlerce Cezayirliyi soykırıma uğratmıştır. Fransa, 1960’lı yıllarda nükleer silah elde etmesinin ardında Cezayir topraklarında gerçekleştirdiği nükleer denemeler sonucunda meydana gelen ölüm, hastalık ve fiziksel dezenformasyonlara maruz bırakarak 100 bin Cezayirliyi soykırıma uğratmıştır.
Fransa’nın tarih soykırımı, dil soykırımı ve kültür soykırımlarını tarif etmek imkansızdır. Fransızlar, Cezayir’deki Osmanlı dönemi ve öncesine ait bütün belge ve arşivleri alıp ülkelerine götürmüşlerdir. Arapça okuma ve yazmayı yasaklamışlardır.
Almanya’nın Herero ve Nama Soykırımı
1884-1885 Berlin Konferansı’nda Batılı sömürgeci devletler kendi aralarında Afrika’yı paylaştıkları zaman Namibya’yı da Almanya’ya bıraktılar. 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak tarihe geçen Namibya soykırımı ya da diğer adıyla “Herero ve Nama Soykırımı” Alman İmparatorluğu tarafından yapılan tarihinin en büyük vahşetlerinden biridir. 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak kabul edilen bu soykırımı Almanya ırksal hiyerarşi ideolojisi ile meşrulaştırıyordu. Güneybatı Afrika’daki Nama ve Herero soykırımı diğer soykırımları gibi birçok yönden Amerika’daki Yuki soykırımı ile Avustralya’daki Tasmanya soykırımına benzetilmektedir. Her üçünde de kendini human (insan) olarak vasıflandıran birçok beyaz yerleşimci tarafından yerliler subhuman (insan-altı, alt-insan: insan olmayan, insanla aynı kategoride bulunmayan, insandan daha aşağıda bulunan) olarak görülmüştür.
Herero ve Nama soykırımı, Almanların 1904 ile 1907 yılları arasında yaptığı soykırım olup 1908’de Alman birliği tekrar kuruluncaya kadar yaklaşık 100 bini aşkın Afrikalı öldürülmüştür. Soykırım 1915’e kadar devam etti.
Namibya’da kurulan Alman Sömürge yönetimi Almanya’dan gelenleri yerlilerden zorla alınan topraklara yerleştirme politikası güdüyordu. General Lothar von Trotha Ekim 1904’te de 14,000 askerle bölgeye gönderildi. Hererolara yazdığı mesaj şöyledir:
Ben, Alman kuvvetlerinin muzaffer komutanı, bu mektubu Herero halkına gönderdim… Bilesiniz ki tüm Hererolar burayı terk edecektir. Alman sınırları içinde bulunacak silahlı ya da silahsız her Herero, bir hayvanla beraber olsun olmasın vurularak öldürülecektir. Şu andan itibaren karınızı ya da çocuğunuzu da bu topraklarda istemiyoruz. Onları da ya süreceğim ya da vuracağım. Hererolarla ilgili kararım budur. Korgeneral Lothar von Trotha.
Namibya’daki en ekilebilir arazinin önemli bir kısmı hâlâ Alman yerleşimcilerin/işgalci sömürgecilerin torunlarına aittir.
Almanya’nın Maji Maji Soykırımı
Maji Maji soykırımı, 1905-1907 yıllarında, o sırada Alman Doğu Afrikası olarak bilinen günümüzde Tanzanya’da meydana geldi. Alman Doğu Afrikası’ndaki Afrikalıları ihracat için pamuk yetiştirmeye zorlayan Alman sömürgeciler insanların isyan etmesine sebep oldu. İsyanın sonunda çoğunluğu açlıktan sivillerden olmak üzere 250.000–300.000 kişi soykırıma uğradı.
Alman Doğu Afrikası’nda (şimdi Tanzanya, Ruanda, Burundi ve Mozambik’in bir parçası) olduğu gibi Alman Güneybatı Afrikası’nda (bugünkü Namibya), Kamerun ve Togoland’de de (bugün Gana ve Togo arasında bölünmüş) Almanlar tarafından aynı soykırımlar gerçekleştirilmiştir.
İtalya’nın 1937 Habeş Addis Ababa Soykırımı
İtalyan Doğu Afrika Valisi Rodolfo “Fezzan Kasabı”na suikast girişimine misilleme olarak başta 19 Şubat 1937’de İtalyan faşistlerin ayrım gözetmeksizin katlettikleri 30.000 sivil başta olmak üzere 100 binlerce kişiyi soykırıma uğrattılar. İtalyan hükümeti Etiyopya’da 1935-1940 yılları arasında önemli sayıda savaş suçu işledi. En dikkate değer olanı hardal gazı kullanımı ve İsveç Kızılhaç’ı tarafından işletilen bir sahra hastanesinin bombalanmasıdır. Ancak Habeş Addis Ababa soykırımı ve diğer toplu katliamlar bugüne kadar İtalyan hükümeti tarafından aksi yöndeki ezici tarihi kanıtları görmezden gelerek reddediyor.
Belçika’nın Kongo Soykırımı
1865-1909 yılları arasında Belçika kralı olan II. Leopold, Kongo’da tarihin en büyük soykırımlarından birini yapmıştır. Kral II. Leopold, Afrika’ya hiç gitmemiş olmasına rağmen Kongo’yu kendi mülkü haline getirdi. Dönemin en ünlü sömürgeci kâşiflerinden birisini Kongo’ya göndererek kendi başına bir sömürge yönetimi kurdurdu ve 1885’te toplanan Berlin Konferansı’nda büyük güçler tarafından “Kongo’nun Hâkimi” olarak kabul edildi. İşçiler, fildişi ve kauçuk toplarken yeterince toplamadıkları takdirde erkekler, ellerinin ya da ayaklarının kesilmesi ile cezalandırılmıştır. Eğer yeterince toplayamayan kişinin hâlâ çalışmak için iki elini kullanması gerekliyse, askerler bu kişilerin eşlerinin veya çocuklarının ellerini kesmiştir. Ağır şartlardan kaçmak isteyen olursa da elleri ve ayakları çapraz şekilde kesilirdi. İnsanlığın gördüğü en büyük vahşetlerden biri neticesinde 11.5 milyondan fazla insan soykırıma uğratılmıştır.
Güney Afrika Soykırımı
Güney Afrika’da beyaz azınlığın kurduğu “Apartheid” rejimi kendisine direnen binlerce Güney Afrikalıyı soykırıma uğratmıştır. “Apartheid” kavramını “beyazların üstünlüğüne dayalı olmak üzere, ırk ve renk ırkçılığı esasına dayanan bir rejim” olarak tanımlamak mümkündür. Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki beyaz azınlığın siyah, melez, Hintliler, Malaylar ve diğer renkteki ırkların ve milletlerin ayrı ayrı bölgelerde yaşamasını ve birbirlerinin bölgelerine geçmemesini, birbirleriyle evlenmesini yasaklayan beyazların kayıtsız şartsız üstünlüğü tezi üzerine 1948 yılında kurulmuş ve 1994 yılında yıkılmış olan ırkçı, renkçi bir azınlık rejimidir. Bu rejimin egemenliği altında binlerce Güney Afrikalı siyah soykırıma uğramıştır.
Zimbab ve Soykırımı
Zimbabve’de egemen olan beyaz azınlığın kurduğu “Apartheid” rejimi kendisine direnen binlerce Zimbabveliyi soykırıma uğratmıştır. 11 Kasım 1965 tarihinde Rodezya’nın İngiliz Milletler Topluluğu ile olan bağlantıların keserek tek taraflı bağımsızlık ilanı ile Rodezya’nın (Günümüz Zimbabve) bağımsızlığını ilan ederek bir Aparthedi rejimi kurmuştur. Birleşmiş Milletlerin de tanımadığı beyaz azınlığa dayalı devlet Robert Mugabe’nin ve Joshua Nkomo’nun liderliğni yaptığı hareketlerin mücadelesine karşı direnememiş ve 1979’da yıkılmıştır.