Bir Soykırımcı Olarak Firavun

Burada o, altı sıfatla anılmıştır: Kendisini büyük görmek, halkı arasında bölücülük yapmak, insanları ezmek, erkek çocukların boğazlarını keserek öldürmek, kız çocuklarını sağ bırakmak ve bozgunculardan olmak.

Mustafa ÖZEL

Prof. Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fak.

Dünya tarihi acı ve tatlı, hazin ve sevinçli olaylarla doludur. Acıya, hüzne yol açanlar zalimlerdir. Bunlar insanlığın huzurunu bozarlar, kan akıtırlar, insanları yerlerinden yurtlarından ederler. Anaların gözyaşlarını akıtırlar, çocukları öksüz ve yetim bırakırlar. Varlıkları, serapa kötülüktür.

Kitabımız Kur’an-ı Kerim biz insanlardan iyi ve güzel davranışlarda bulunmayı, kötü ve çirkin olanlardan ise uzak durmayı ister. Bunun için bizlere örnekler aktarır. Peygamberler iyinin, güzelin ve doğrunun örnekleri ve temsilcileridirler. Peygamberlere karşı çıkan, onları yalanlayan, onlara zulmedenler de kötünün, çirkinin ve yanlışın örnekleri ve temsilcileridirler.

Kur’an, bazı peygamberlerin isimlerini zikreder. Peygamberlere muhalefet edenlerin isimlerini anmaz. Bunun iki istisnası vardır. İlki, Hz. Musa’nın, kendisine hakikati anlatması için gönderildiği Firavun ve onun işbirlikçileri Haman ve Karun’dur. Diğeri de Tebbet suresinde bahsedilen, Peygamber Efendimiz’in amcası Ebu Leheb’tir. Hz. İbrahim’i ateşe atmaya çalışandan da söz eder Kur’an. Ancak adını vermez. Biz bunun adının, tefsir ve tarih kaynaklarından Nemrut olduğunu öğrenmekteyiz. Bunların dışında başka birinin isminden söz edilmez.

Firavun’un soykırımcılığına geçmeden önce Kur’an-ı Azimüşşan’ın onu nasıl nitelendirdiğine, nasıl tanıttığına bakalım. Bu bağlamda karşımıza çıkan ilk ayet, onun ve çevresindeki yönetici sınıfın zalim (zalemû) ve bozguncu (el-müfsidîn) olduğunu haber veren, A’râf suresinin 103. ayet-i kerimesidir: “Sonra onların ardından Musa’yı ayetlerimizle, Firavun’a ve onun ileri gelenlerine gönderdik; fakat onlar ayetlerimize zulüm ettiler. Bozguncuların sonlarının nasıl olduğuna bir bak!” Onun bu sıfatla anıldığı diğer bir ayet, Kasas suresi 4. ayettir. Neml 12. ayette de Firavun ve avanesi, bozguncu olarak nitelendirilmektedir. Ancak burada kullanılan kelime, fasıktır (fâsikîn). Şuarâ 10-11 ayetlerinde de Firavun’un halkının zalim olarak nitelendirildiğini görmekteyiz.

Firavun, Yunus suresi 83. ayette, karşımıza kendini büyük gören (le-âlin) ve aşırı giden biri (le-minel müsrifîn) olarak çıkmaktadır: “Firavun ve onun ileri gelenlerinin kendilerine kötülük etmeleri korkusuyla, kavminden Musa’ya, bir grup insandan başka iman eden olmadı. Şüphesiz Firavun, yeryüzünde çok büyüklenmişti ve o çok aşırı gidenlerdendi.” Benzer bir mana ile, Ankebut suresinde (ayet 39) karşılaşmaktayız. Burada geçen fiil, istekbere’dir (büyüklük tasladı). Fiil, çoğul olarak kullanılmış olup Firavun ve onunla birlikte hareket edenleri ifade etmektedir. Mealini verelim: “Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı da helâk ettik. Andolsun, Musa kendilerine apaçık mucizeler getirmişti de yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa bizi geçip (azabımızdan) kurtulacak değillerdi.” Firavun’un kendisini büyük görmesi (alâ), Kasas suresi 4. ayette de geçmektedir. Ancak bu kez isim formunda değil, fiil formundadır. Ayetin anlamı, şöyledir: “Şüphesiz Firavun, yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve (ülkesinin) halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, erkek çocuklarının boğazlarını keserek öldürüyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.” Burada o, altı sıfatla anılmıştır: Kendisini büyük görmek, halkı arasında bölücülük yapmak, insanları ezmek, erkek çocukların boğazlarını keserek öldürmek, kız çocuklarını sağ bırakmak ve bozgunculardan olmak.

Şimdi Kur’an-ı Kerim’de Firavun için üç kez kullanılan bir fiilden bahsetmek istiyorum. “Azdı” anlamındaki tağâ fiili Tâhâ suresinde iki kez (24. ve 43. ayetler), Nâziât suresinde bir kez (17. ayet) geçmektedir. Aslında bu, bir cümlenin üç kez tekrar edilmesidir. Meal, şöyledir: “Firavun’a git! Çünkü o iyice azdı.” “Git!” emri, Tâhâ suresi 24. ayetle Nâziât suresi 17. ayette sadece Hz. Musa’ya yönelik iken Tâhâ suresi 43. ayette hitap, Hz. Musa ile Hz. Harun’adır. Tâhâ suresinde (79. ayet), bu bağlamda Firavun’un olumsuz bir davranışı daha (edalle: saptırdı) haber verilmektedir. Ayette onun kendi halkını saptırması, yoldan çıkarması, doğru yola ulaştırmaması anlatılmaktadır. Meali verelim: “Firavun, halkını saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi.”

Kasas suresinin 8. ayetinde Firavun, Haman ve askerlerinin hata yaptıkları (hâtıîn) haber verilmektedir. Meale bakalım: “Derken onu, Firavun’un adamları buldu. Bu ileride kendilerine düşman ve başlarına dert olsun (diye böyle oldu). Doğrusu Firavun da, Haman da, askerleri de hata yapıyorlardı.”

Müzzemmil suresi 16. ayetle bu konuyu kapatalım. Bir önceki ayette Peygamber Efendimiz’in, tıpkı Firavun’a elçi olarak gönderilen gibi bir elçi olarak gönderildiği haber verilmekte, mezkûr ayette Firavun’un elçiye karşı geldiği, onun sözünü dinlemediği (asâ) bildirilmektedir. Ayetin anlamı, şu şekildedir: “Firavun o elçiye karşı geldi, biz de onu ağır ve çetin bir şekilde yakalayıverdik.”

Kısaca temas ettiğimiz ayetlere bakıldığında Firavun’un hem Allah’a karşı hadsizlikte bulunduğu hem de Allah’ın yarattığı hemcinsleri insanlara karşı gaddarca davrandığı görülmektedir. Hiçbir değer ve hukuk tanımayan bu zalime, şimdi soykırım açısından bakalım.

Ancak önce bir noktaya işaret etmek isterim. Hem yazımızın başlığında hem yazı içerisinde “firavun” kelimesini özel isimmiş gibi, ilk harfini büyük olarak “Firavun” şeklinde yazdık. Aslında söz konusu kelime, kadim Mısır’da ülkenin yöneticisine verilen isimdir. İbn Kesir’in, tefsirinde verdiği bilgiye göre[1] Bizans’ı yönetene kayzer, İran’ı yönetene kisra, Yemen’i yönetene tübba, Habeşistan’ı yönetene necaşi, Hindistan’ı yönetene batleymüs dendiği gibi Mısır’ı yönetenlere de firavun denilmektedir. Hz. Musa zamanında yaşayan firavunun adının ne olduğu konusunda bir netlik yoktur. Kaynaklarda değişik isimler zikredilmektedir. Bunu özel isimmiş gibi yazmamızın sebebi, Kur’an-ı Kerim’de sanki özel isim gibi kullanmasıdır. Ayrıca insanlar arasında bunun özel isim gibi algılanmasıdır.

Kur’an surelerine, nüzul sırasına göre baktığımızda konumuzla ilgili ilk ayet, Bakara suresi 49. ayettir. Ayetin anlamı, şöyledir: “Hani sizi, size en kötü işkenceleri uygulayan, erkek çocuklarınızı öldürüp kadınlarınızı sağ bırakan Firavun hanedanından kurtarmıştık. Başınıza gelen bu durumda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.” Rivayete göre, Firavun korkunç bir rüya görmüştür. Rüyasında Kudüs’ten bir ateş çıktığını, bu ateşin Mısır’da İsrail oğullarının evleri dışında sadece kıptilerin evlerine girdiğini görmüştür. Rüya, Firavun’un saltanatının İsrail oğullarından bir adam eliyle sona ereceği şeklinde yorumlanmıştır. Meclisindeki yârânının, İsrail oğullarının içlerinden bir adamın çıkacağını, kendisinin bir devlet ve saltanatının olacağını söyledikleri de nakledilmiştir. Bunun üzerine Firavun, İsrail oğullarından doğacak her erkek çocuğun öldürülmesini, kızların ise bu emrin dışında tutulmasını, İsrail oğullarının ağır ve zor işlerde çalıştırılmasını emretmiştir. İbn Âşûr, Mevdudi gibi müfessirler bu rivayetleri makul ve gerçekçi bulmamışlardır.

Tunuslu müfessir İbn Âşûr’un verdiği bilgiye göre[2], İsrail oğullarıyla Mısırlılar arasındaki ilişkiler, uzun zaman gayet güzel sürmüştü. İsrail oğulları dinlerini, dillerini, adetlerini korumuşlar, Mısırlıların tanrılarına tapmamışlardı. Casan adı verilen bir bölgede hep birlikte yaşamışlardı. İsrail oğulları yaklaşık dört yüzyıl bu şekilde yaşadılar. Bu süre zarfında Mısır kralları amalika krallarına galip geldiler, onları Mısır’dan sürdüler. Nihayet Mısır’da yönetime on dokuzuncu aile geldi. Onların kralları, bütün Mısır topraklarına sahip oldu. Bunlar arasında II. Ramses vardı (M.Ö. 1311). O, kahraman bir savaşçıydı. Ancak babasının boyun eğdirdiği bazı bölgeler ona isyan ettiler. Bunlar arasında Arap yarımadasında bulunan milletler de vardı. Olaylar gelişti, kıptilerin İsrail oğullarına bakışı ve tutumu değişti. Onları ağır işlerde çalıştırdılar, bağ bahçe işlerinde, inşaatlarda, tuğla yapımında kullandılar. Tevrat’ın dediğine göre Firavun için Fisum (Pithom) ve Ramisis (Raamses) şehirlerini kurdular. Ancak İsrail oğullarının bütün çalışmalarına rağmen Firavun, onların kendisine karşı düşmanlarıyla işbirliğine girmesinden korktu ve onların köklerinin kazınmasını emretti. Artık onların erkek çocukları öldürülüyor, kadınları esir ediliyor, yaşlıları adi işlerde çalıştırılıyordu. Bunun arkasında, yahudilerin kıptilere duydukları nefret vardı. Başka bir sebep de kıptiler yahudileri zor şartlarda, ağır işlerde çalıştırdıklarından Firavun’un, ordusunun bir savaşa girdiğinde onların isyan etmeyeceğinden emin olmaması olabilir.

Mevdudi, bu konuyu şöyle değerlendirmiştir: “Hz. Yusuf’un (a.s.) irtihalinden sonra Mısır’da kavmiyetçi bir devrim yapılmıştı. Ve Kıptîler yeni kavmiyetçi hükümete sahip olduklarında İsrail oğullarına egemen olmak için her vasıtaya başvurmuşlardı. Onları yalnızca küçük düşürüp aşağılamak ve adi işlere koşmakla kalmıyorlar, oğullarını öldürmek, kızlarını yaşatmak suretiyle nüfuslarını azaltma siyaseti de güdüyorlardı. Böylece İsrail kadınları tedricî olarak Kıptilerin eline düşecek ve İsrail oğulları yerine Kıptî nesiller üretecekti.”[3]

O, bu değerlendirmesini, Tevrat’a dayandırır. Çıkış’ta (I, 8-16) konunun anlatımı, şöyledir: “Derken Yusuf hakkında bilgisi olmayan biri Mısır Kralı oldu. Halkına, “Bakın, İsrailliler sayıca bizden daha çok” dedi, “Gelin, onlara karşı aklımızı kullanalım, yoksa daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi terk ederler.” Böylece Mısırlılar İsraillilerin başına onları ağır işlere koşacak angaryacılar atadılar. İsrailliler Firavun için Pitom ve Ramses adında ambarlı kentler yaptılar. Ama Mısırlılar baskı yaptıkça İsrailliler daha da çoğalarak bölgeye yayıldılar. Mısırlılar korkuya kapılarak İsraillileri amansızca çalıştırdılar. Her türlü tarla işleri, harç ve kerpiç yapımı gibi ağır işlerde yaşamı onlara zehir ettiler. Bütün işlerinde onları amansızca kullandılar. Mısır Kralı, Şifra ve Pua adındaki İbrani ebelere şöyle dedi: “İbrani kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın.”

Sebep ne olursa olsun ortada bir gerçek var, o da Firavun’un yahudilerin erkek çocuklarını öldürtmüş olmasıdır.

Firavun’un yahudilere soykırımda bulunması, Kur’an-ı Kerim’de altı yerde anlatılmaktadır: Bakara (49. ayet), A’râf (127. ve 141. ayetler), İbrahim (6. ayet), Kasas (4. ayet) ve Mümin (25. ayet).[4] Bu ayetlerde yahudilerin erkek çocuklarının öldürülmesi anlatılırken iki fiil kullanılmaktadır. Bunlardan ilki “boğazlamak, boğazını keserek öldürmek” anlamında zebbeha (Bakara 49, İbrahim 6, Kasas 4), diğeri ise “öldürmek” manasındaki katele (Mümin 25) ve kattele’dir (A’râf 127 ve 141). Ayetlerdeki konumuzla ilgili olan fiillerden beşi, tef’îl babındandır. Bu tür fiillerde mübalağa ön plandadır. “Boğazını kesmek” anlamındaki zebeha, zebbeha formunda kullanıldığında bu kesme işinin, sert ve şiddetle yapıldığı anlatılır. Kattele fiili, katele fiiline göre daha sert ve şiddetle öldürmeyi ifade etmektedir.

Altı ayetin her birinde anlatılan iki temel konu vardır: Erkek çocukları öldürmek ve kadınları hayatta bırakmak. Bunların hepsinde erkek çocukları öldürmek önce, kadınları hayatta bırakmak sonra anlatılmaktadır. Erkek çocukların canını almak iki değişik fiille anlatılırken kadınların hayatta bırakılması tek bir fiille (istahyâ) ifade edilmektedir. Öldürme ve hayatta bırakma işleri, bazen emir kipiyle bazen de muzari (şimdiki zaman/geniş zaman) kipiyle dile getirilmiştir. Fiiller bazen sadece Firavun’a bazen de Firavun ve avanesine, hepsine nispet edilmiştir. Malum olduğu üzere yöneticiler birçok işi bizzat kendileri yapmazlar, maiyetindekilere emrederler, onlar da verilen emirleri yerine getirirler. 

Ayetlerde dikkati çeken diğer bir nokta da, İsrail oğullarının Hz. Musa tarafından Firavun’un bu soykırım zulmünden kurtarılmalarıdır (Bakara 49, A’râf 141, İbrahim 6). İbrahim suresindeki ayette bu hadise, “Allah’ın bir nimeti” olarak nitelendirilmektedir. Bakara suresindeki ayetin öncesindeki ayetlerin ikisinde (40. ve 47. ayetler) Allah İsrail oğullarına, kendilerine verdiği nimeti hatırlamalarını emretmektedir. Dolayısıyla bu ayetler tersten okunduğunda, Allah’ın onları Firavun’un soykırım zulmünden kurtarmasına karşılık onların nankörlük yaptığı anlaşılmaktadır.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: “Acaba kaç erkek çocuk öldürülmüştür?” Buna sağlıklı bir cevap vermek, pek mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda bir bilgi yoktur. Bazı tefsir kitaplarında, 12.000 ve 70.000 gibi rakamlar zikredilmektedir. Ancak bunların herhangi bir kaynağı veya dayanağı yoktur.

Bir diğer soru da şöyle olabilir: “Firavun niye sadece erkek çocukları öldürüyordu da kız çocuklarını öldürmüyordu?” Müfessirler bu bağlamda muhtelif yorumlarda bulunmuşlardır. Kimisi kadınların dolayısıyla kızların Mısırlılara hizmet ettiğini, kimisi de onlarla evlenilerek Mısır nüfusunun artma imkânı olacağı ihtimalini ileri sürmüşlerdir. Şöyle anlamak da ihtimal dâhilindedir: Yukarıda Firavun’un bir rüya gördüğünden bahsetmiştik. Bu rüyanın Firavun’un saltanatının İsrail oğullarından bir adam eliyle sona ereceği şeklinde yorumlandığını da aktarmıştık. Buna istinaden erkek çocukların öldürülüp kız çocukların öldürülmemesinin sebebinin Firavun’un sonunu getirecek olanın erkek olmasıdır diyebiliriz. Ayrıca Firavun’un uzun vadede yahudilerin toplum hayatında zayıflamalarını dolayısıyla etkisiz hale gelmelerini de hedeflemiş olabilir. Hz. Yusuf zamanından beri Mısır’da belli bir ağırlığı olan Hz. Yakup’un çocuklarının yani İsrail oğullarının, Firavun’un düzeni için tehlike arz eder hale gelmiş olması da mümkündür. Nasıl bir yorumda bulunulursa bulunulsun, yahudilerin Mısır siyasi sistemi için tehlikeli hale geldiğini, Firavun’un da buna böyle bir çözüm bulduğu aşikârdır.

Çok uzun geçmişte (M.Ö. 1300’ler), yakın geçmişte ve bu zaman dilimleri arasında birçok kez soykırıma, sürgüne uğrayan yahudilerin bugün (bugün derken yaklaşık yüzyılı kastediyoruz) dünyanın çeşitli coğrafyalarından gelip yerleştikleri Filistin’de, yüzyıllardır orada yaşayanlara soykırım uygulaması, hiç de anlaşılır bir şey değildir. Çünkü onlar tarihte Müslümanlardan sadece ve sadece iyilik görmüşlerdir.

Yazımızı, merhum Sezai Karakoç’un şu mısralarıyla[5] bitirelim:

“Sana hiç bir zarar vermemiş bir ümmet için

Sıkıştığın her sefer seni kurtaran

Seni koruyan

Acımasından ötürü senin kendisine sığınmanı kabul eden

Kerim, cömert, mert bir ümmet için

İnsanlığın son ümidi bir ümmet için

En büyük kini duymaktasın”


[1] https://tafsir.app/ibn-katheer/2/49

[2] https://tafsir.app/ibn-aashoor/2/49

[3] Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, (Çev.: Muhammed Han Kayani vd.), 1991 İstanbul, IV, 159.

[4] Ayetlerin mealleri şöyledir:

Bakara 49: “Hani sizi, size en kötü işkenceleri yapan, erkek çocuklarınızın boğazlarını keserek öldürüp kadınlarınızı sağ bırakan Firavun hanedanından kurtarmıştık. Başınıza gelen bu durumda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.”

A’râf 127: “Firavun hanedanından ileri gelenler, “Sen Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için bırakacak mısın?” dediler. O da, “Onların oğullarını öldürecek ve kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üstünde ezici bir güce sahibiz” dedi.”

A’râf 141: “Hani sizi, size en kötü işkenceleri yapan, erkek çocuklarınızı öldürüp kadınlarınızı sağ bırakan Firavun hanedanından kurtarmıştık. Başınıza gelen bu durumda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.”

İbrahim 6: “Hani, bir vakit Musa kavmine şöyle demişti: Sizi, size en kötü işkenceleri yapan, erkek çocuklarınızın boğazlarını keserek öldürüp kadınlarınızı sağ bırakan Firavun hanedanından kurtarmıştık. Başınıza gelen bu durumda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.”

Kasas 4: “Şüphesiz Firavun, yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve (ülkesinin) halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, erkek çocuklarının boğazlarını keserek öldürüyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.”

Mümin 25: “Musa onlara Bizden (aldığı) hakikati getirdiğinde “Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın!” dediler. Fakat inkârcıların hilesi hep boşa çıkar.”

[5] Diriliş, Ekim 1969, sayı: 1, syf. 49.