Sessiz Soykırım: Arakan

Burmalılar (Myanmarlılar), Arakanlı Müslümanların etnik temizliğinin kendi iktidarlarının devamı açısından zaruri bir “politik tedbir” olarak görüyor. 2000’li yılların başında Myanmar’da iktidara geçen cunta yönetimi de tıpkı öncekiler gibi tarihsel bir tehdit olarak gördükleri Arakanlı Müslümanlara karşı sert politik tedbirler aldı. Rejim güçlerinin istenmeyen grupları toplumdan tasfiye etmek için yaptığı bu soykırım, Arakanlıları bir kez daha yoğun olarak göç ettikleri Bangladeş, Tayland ve Malezya gibi komşu ülkelere itmiş oldu.

Şehnaz FINDIK

Yaklaşık 2 milyona yakın nüfusuyla Arakan (Rakhine), eski adı Burma olan ve 1989 yılında adını değiştiren Myanmar Birliği Cumhuriyeti’nin yedi eyaletinden biri. Bu bölgede yaşayan Müslüman halka Rohingyalar (Arakanlılar) deniliyor. “Rohingya” kelimesi, “lütfetme” ve “merhamet etme” anlamlarına gelen “raham” kökünden geliyor. Yaşadıkları coğrafyada uzunca bir süre yerleşik olan Rohingyalar, sınır komşusu oldukları ülkelerin halkları ile de yakından akraba.

Yüz yıldır dünya kamuoyunun gözü önünde her türlü insan hakları ihlali, ayrımcılık, ırkçılık, saldırı ve katliama maruz kalan Arakanlı Müslümanlar hiçbir zaman tam anlamıyla gündemimizde olmadı. Ajandamızın bir köşesine “Özgür Arakan” yazmadık hiç. Kutsalımız olmayan topraklarda ve fakat kutsalımız olan bazı şeylerin ayaklar altına alınmasına, sırf Müslüman oldukları için eğitimsiz, aç ve sefil halde bırakılan ümmetin bu “en mazlum” halkına dönüp esaslı bir aksiyon almadık. Neden mi? Çünkü Arakan’ı yeterince tanımıyoruz. Arakan’ı biraz da olsa gündemimize almamız, tanımakla ve yaşadıkları soykırımı görmekle mümkün.

Soykırımın Tarihçesi

17. yüzyılda Arakan İslam Devleti’nin çöküşünden sonraki süreçte Rohingyalı Müslümanlar ile Rakhine Budistleri arasında yaşanan sorunlar, günümüz Myanmar cunta yönetiminin sert politik tercihlerine tarihsel bir zemin oluşturdu. 17. yüzyılda Arakan İslam Devleti’ne karşı sömürgeci Portekiz ile iş birliği yapan Burmalı Budistler, buradaki İslam devletinin çöküşünü hızlandırdı. Bu sürecin sonunda coğrafyada keskin bir emperyalizm hâkim oldu. Burma’nın Arakan’ı işgal etmesiyle bölgedeki iki halk öncekinden daha sert bir şekilde karşı karşıya gelirken, İngilizlerin bölgeye dahil olması karışıklıkları artırdı. İngilizler, sözde güvenli karakolları ile yaşanan istikrarsızlığı körükledi. Dolayısıyla Myanmar’da bugünkü anlamda etnik, dini ve siyasi çatışmaların temeli atılmış oldu.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler, Burma’dan çekilince Müslümanlara yönelik saldırılar arttı. Japonya’nın Arakan’ı işgali ile hâlihazırda çözülmeyen sorunlar ve sağlanamayan güvenlik, toplumdaki nefreti derinleşti. Budistlerin bilhassa camileri, hastane ve medreseleri tahrip ederek toplumda yarattıkları tahrik gerilimi karşılıklı olarak tırmandırdı. 1942 yılında yüz binden fazla insanın katledildiği bu katliamlar, Budistlerin Arakan’daki imtiyazlarını kaybetmeye ve yerlerinden edilmeye karşı duydukları derin korkuya işaret ediyordu.

Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri bilhassa alternatif ekonomilerin büyümesine yönelik yapılan teşvik ve yardımların merkez üssüydü. Böylesi bir ekonomik hareketliliğin bölgesel sorunları da beraberinde getirmesi olasıydı. Çünkü merkezden itibaren harekete geçen ticaret kanalları bölgesel güçlerin ortaya çıkmasıyla konsolide bir sistem üretecekti. Bölgesel ekonomileri saran küçük ekonomilerin kaynak, pazar yahut transit imkânlar yaratmaktan başka şansı yoktu. Nitekim eski adıyla “Burma” olan Myanmar Birliği Cumhuriyeti, ticaret hacmi günden güne büyüyen ve buna paralel olarak nüfus yoğunluğu ve politik nüfuzu da artan Çin ve Hindistan gibi iki güçlü sınır komşusuna sahipti. Böylesi stratejik bir konum ancak sistematik istikrarsızlaştırma ve bilinçli fakirleştirmeyi çağırırdı. Nitekim geldiğimiz noktada olan tam da buydu.

1942 ve sonrasında yaşanan katliamları 1962’deki askeri darbe takip etti. Yaşanan vahşet, Müslümanların dünya toplumunun duyarlılığına karşı duyduğu güven ve itibarının da sonuna gelindiğine işaret ediyordu. Göç etmekten ve komşularına sığınmaktan yorulan Müslümanların kendilerine savunmalarına imkân yoktu. Büyük devletler bu katliamları kınamakla yetindi. Gelmeyen yaptırımlar cunta yönetimine güç kazandırdı ve 1982’de çıkarılan bir “Yurttaşlık Kanunu” ile Arakanlı Müslümanlar ülkenin üvey evladı ilan edildi. Öyle ki bu kanunla kendilerine ne kimlik ne de vatan hakkı tanınıyordu. 1992 yılına gelindiğinde ise “kaçak göçmen” statüsü ile tanımlanan Rohingyalar için artık kaçacak güvenli bir yer kalmamıştı. Zira bu yasa ile önceleri yaklaşık yedi yüz bin Arakanlının sığındığı Bangladeş, göçmen botlarını geri etmeye başladı.

Politik Bir Tercih Olarak Soykırım

Burmalılar (Myanmarlılar), Arakanlı Müslümanların etnik temizliğinin kendi iktidarlarının devamı açısından zaruri bir “politik tedbir” olarak görüyor. 2000’li yılların başında Myanmar’da iktidara geçen cunta yönetimi de tıpkı öncekiler gibi tarihsel bir tehdit olarak gördükleri Arakanlı Müslümanlara karşı sert politik tedbirler aldı. Rejim güçlerinin istenmeyen grupları toplumdan tasfiye etmek için yaptığı bu soykırım, Arakanlıları bir kez daha yoğun olarak göç ettikleri Bangladeş, Tayland ve Malezya gibi komşu ülkelere itmiş oldu.

2012 yılında gerçekleşen sözde tecavüz olaylarını bahane ederek Arakan’da bir kez daha devlet eliyle etnik temizlik yapıldı. Arakanlı Müslümanların yaşadığı vahşet, defalarca kez dünya kamuoyuna yansıtıldı. Birleşmiş Milletler’de özel oturumlara konu oldu, insani yardım kararları çıkarıldı. Ancak cunta komutanları yaptıkları açıklamalarda Arakanlı Müslümanları bölgedeki korsanlık faaliyetlerinin ve uyuşturucu kaçakçılığının müsebbibi ilan etti. Yaratılan suni suçlar ve aslı olmayan saldırılar Budist rahiplerin ve cunta yönetiminin işbirliği ile gerçekleştirilen soykırımın devamında önemli rol oynadı. Değerleri aşağılanarak ve yaşam hakları ellerinden alınarak tahrik edilen Arakanlıların işledikleri bir suç olduysa da suçun şahsiliği bir kenara itilerek bu suç tüm topluma mal edildi ve askeri güç kullanılarak toplu cezalandırmalar yapıldı. Tüm bu hukuksuzluklar İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporlarına yansımasına rağmen soykırım şiddetini artırarak devam etti. Tüm bunlara karşın Myanmar hükümeti, soykırımı politik bir tercih olarak kullanmaya devam etti.

Soy’kıran Düşüncelerle Savaş

Dünyanın dört bir yanında yaşanan insani krizlerin, savaş ve soykırımların büyük bir çoğunluğu yaşadığımız uluslararası rejimin bir sonucu. Bu stratejik güzergâhlarda bulunan, güçlü komşulara sahip, yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından zengin olan yahut sahip olduğu nüfus ve güç potansiyeli ile kapitalist rejime muhalif veya alternatif olabilecek hiç kimseye müsamahası olmayan bir rejim. Dolayısıyla Vietnam’daki gibi arızalı başkaldırılar da dâhil hiçbir “çıkıntı”ya yol vermeyen kapitalizm, esaslı bir Amerikan İmparatorluğu kurmaya yeminli. Her ne kadar Çin ve Hindistan gibi bölgesel güç potansiyelini aşıp küresel güç olmaya doğru ilerleyen devletler var olsa da hiçbirinde evrensel bir “kızıl elma” hedefi bulunmuyor. İslam toplumları ise İslamiyet’in Doğu’dan Batı’ya hemen her kıtada yayılması ve böylelikle İslamî bir nizam kurulması hususunda büyük ideallere sahip. Dolayısıyla ekonomik yapılanmanın çok daha ötesine oturan bu ülkü, tarihsel hafıza da dikkate alındığında İslam karşıtı rejimler için hâlâ en büyük tehdit. Bundan dolayıdır ki “Medeniyetler Çatışması” tezi, çok da uzak bir fikir gibi görünmüyor. Öyleyse, evvela soy’kıran düşüncelerle savaşmaya başlamalı. Arakanlı Müslümanların sırf Müslüman oldukları için öldürüldükleri göz önüne alınırsa, soy’kıran düşüncelere son vermeyi ajandamıza not etmeli. “Özgür Arakan”ın ayak seslerini duymak için bugün dişli bir adım atmalı.