Aliya, eseri gibi doğu ile batı arasında iki cenahı da anlama ve tahlile tutma ehliyetine sahip yegâne düşünür ve liderdi.
Ahmet MERCAN

Bir dönemi ilmi, eylemi, irfanı ile ihya eden önderleri nasıl analım sorusu önemlidir. Tarihten günümüze taşıdığımız bu isimleri genelde yücelterek anarız. Şüphesiz hayır ekseninde ele almamız gereken bu durumda söz konusu şahsiyeti aşırı yüceltme yoluyla kendimizden uzaklaştırdığımızı fark etmeyiz. Aşırı yüceltme anmaya evet ama anlamaya engel bir durum oluşturur. Kişinin beşeri özelliklerini, zaaflarını (ki, bunlar toplumsala ait durumlardır) görmeden meleklere denk bir örnekleme yaptığımızda kendisiyle özdeşlik ve örneklik, tutumumuzu da kaybetmiş oluruz.
Vefa elbette bu anmada anlamanın görünmez kapısıdır. Bu bahsi ihmal etmeden şahsın yaşadığı dönemi iyi anlamaya ihtiyacımız var. Marifetin değeri o şartlar içinde yerine oturur. Kendisini anlamaya çalıştığımız şartlarla andığımız şahsiyetin şartlarını karşılaştırarak değişenleri ve değişmeyenleri devşirip tahlilimizi devreye almalıyız. Bu tutum içinden toplumumuza ve şahsımıza ibret olarak ne çıkardığımızı bulabilir, dersimizi alabiliriz.
Bu genellemeden sonra yanı başımızda habersiz olduğumuz Balkan coğrafyasında doksanlı yıllarda tanıştığımız Aliya İzzetbegoviç’i anlamaya çalışabiliriz.
İki kutuplu dünyada soğuk savaş dönemi doksanlı yılların başında çöktü. Doksanlı yılların başında Varşova Pakt NATO karşısında Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla bayrağı gönderden indirmiş oldu. Yıllarca insanların tüm özgürlükleri üzerine hâkimiyet kuran komünizm, Türkistan’dan Polonya’ya kadar çözüldü. Yeni ulus devletler, etnik unsurlar, mevcut boşluktan istifade ile saldırıya geçtiler. O zamana kadar askeriyede etkili olan Sırplar, ellerinde bulunan silah ve mühimmat imkânlarıyla Boşnaklara ve Hırvatlara karşı saldırıya geçtiler. Türkiye toplumu bu zamanlar tarihte Balkanlar’da var olan ve büyük asimilasyon süreçleri yaşayan kardeşlerinin farkına vardı. Avrupa yine sessiz kaldı. Öteden beri Boşnakların Müslüman olmalarını bir türlü içlerine sindirememiştiler. II. Endülüs soykırımı böyle başladı ve kırk dört ay boyunca akıl almaz işkenceler ve toplu katliamlarla savaşla birlikte bir isim daha belleklerimizde yer edinmeye başladı: Aliya İzzetbegoviç.
Toplum-lider ilişkisi genelde doğru orantıyla akışa durur. Halkın bilinç düzeyi liderin gücünü belirler. Ancak peygamberlerde durum farklıdır. Peygamberler, hastalığın zirvede seyrettiği; tefessüh etmiş topluma gönderilirler. Aliya’nın pozisyonu da peygamberlerinkine benzer. Komünizmin dine karşı baskıcı tutumu, korkuyu hakim kılan halkın bir kısmını diğerinin üzerine muhbir yana yönetim tarzı içinde aksi herhangi bir fikrin düşünülmesi, seslendirilmesi imkan dahilinde değildi. Tesettürlerini muhafaza etmek için bir ömür evlerinden çıkmayan Arnavut annelerin mücadelesi yeni kuşaklarca toplumsallaşamadı.
Böylesi şartlarda 1946’da Genç Müslümanlar teşkilatına üye oldu Aliya. Bu üyelikten üç yıl hapis yattı. 1983 yılında İslam Deklarasyonu eserinden on dört yıl cezaya çarptırıldı. Beş yıl hapis hayatından sonra Yugoslavya dağılma sürecine girdi.
Şüphesiz Aliya için mahkûmiyet birer kamp süreci oluyordu. Hikmete giden kapıyı aralayan bir düşünür için yalnızlık muhaldir. Sabır ve düşünce üretimiyle geçen mahkûmiyetler ardından kurulan partinin başkanı olma durumunda kaldı. Çünkü bir düşünür için eser vermek, en fazla eksikliği hissedilen düşünce boyutunda koca İslam coğrafyasına katkı sunmak öncelikliyken Aliya, lider olmak ve akabinde savaşa girmek durumundaydı. Üstelik orantısız bir savaş. Silah yüklü düşman, arkasında Rusya ve tüm Avrupa ve sessiz desteğiyle Amerika. İslam milleti malum edilgen pozisyonu ve her zamanki sessizliğinde.
Bu şartlar içinde kaderin çağrısına yok deme şansı olamazdı Aliya’nın. Bir liderin savaş içinde hikmeti taşıyarak yalnızlıkla var olmasına şahit olacaktı tüm dünya. En zorlu şartlarda Sırpların işkencelerine karşılık vermeyi; “Onlar bizim öğretmenimiz değil” diyerek Ömer Muhtar çizgisini sürdürmeyi, aynı kitabın çocuğu olmanın onuruyla ortaya koyuyordu. Yeni bir lider kendi bünyesinden doğuyordu. Savaşta, barışta bir arada yaşamanın daha zor olduğunu söylüyordu. Sözü yerine göre ve ihtiyaç kadar, diplomasiyi oportünizme yeltenmeden kullanıyordu. Savaşın içinden hikmet yükseliyordu.

Sanki yardım edilmesi gereken O değilmiş gibi O, bütün bir ümmete sesleniyordu: “Bak, evlat, bunu hiç unutma” diyordu:
“Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.”
Eserlerinde uzun uzun serinkanlı açıklamalarını savaş atmosferinde bu vurucu tespitle ortaya koyuyordu. Bu tutumu savaşın içinden söz söyleyen bir öğretmen tutumuydu. Söz bu nedenle kurşun hızında yol alıyor ve tüm İslam coğrafyasında talep edene ulaşıyordu. “Canlı” sinelere diriltici sayha oluyordu. Çünkü bedeli sonuna kadar ödenmiş sözlerdi bunlar ve ateşin ortasında yalnız, vakur bir hikmetli hükümdardan neşet ediyordu.
Aliya, eseri gibi doğu ile batı arasında iki cenahı da anlama ve tahlile tutma ehliyetine sahip yegâne düşünür ve liderdi.
Hikmet ehlinin sözleri İslam’ın yeni İcazı mahiyetine sahiptir. Her mekânda ve her devirde geçerli olan bu sözler, sözden öte mahiyete sahiptirler. Aliya da bu önderlerin en zor şartlarda direnen, vazgeçmeyen, köle olmayan, teslim olmayan liderliği vefatından sonra da sürdürme gücüne sahip olanlardandır. Bir tek şu sözü dahi insan ve insanlık var oldukça hükmünü yitirmeyecek:
“Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak gerekir.”
Aliya İzzetbegoviç’in yaşayanlara mirası, ders almak isteyenlere bıraktığı ödev, bu sözün gereğidir. Savaşın içinde dahi göklerden gelen bilgi ile eylem bütünlüğünü sağlayan ve intikamın sonsuz kötülüklere kapı açtığını ortaya koyan, ahlakı her durumda korumanın erdemini gösteren bir komutan, uygulamacı öğretmenidir. Azmi şaha kaldıran hükümdar, yokluktan bir ordu kurdu ve bu sayede masaya çağrıldı. Yapılabilecek, şartlar içinden çıkabilecek Dayton Anlaşması’nı yaparak Bosna Hersek’in kurucu lideri olacak ve onun ötesindeki özellikleriyle önderliğini sürdürecektir.
Dersimizi yinelemek adına biz göklerin öğrencisi olmaktan ne anladığımızı konuşmak ve hedeflerimizi yakın, orta ve uzak olarak belirlersek Aliya’yı anlamış oluruz.
Son söz yine O’nun hakkı:
“Hayat, inanan ve salih amel işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.”