Bir Selam Gölgeliği

Güzel söz söyleme, birbirimize sakin limanlar olma, sükûn bulma yaklaşımından nasıl uzaklaşabiliyoruz? Kalbimiz bu güzelliklerin cimriliği ile nasıl çoraklaşabiliyor? Yerle yeksan eylemeyi, imar etmenin güzelliğinden nasıl üstün sayabiliyoruz? Azim ve alim olan Allah derunumuzdakileri bizden daha iyi biliyorken ve vedûd ismi ile severken bizi, sevmek nimetinden nasıl oluyor da mahrum kalmayı seçebiliyoruz?

Öznur GÖRÜR KISAR

   Bir selam dahi yeterken çehresini güzelleştirmeye insanın, latif bir kelam gönlünü aydınlatırken ve şifa olurken kalbimize yakin kılınan sevgiler. Gülümsemesine sebep olduğumuz insanın o an yüzüne yayılan neşvesi bizi kanatlandırıyor ve sanki cennetten bir meltem rüzgârı estiriyorsa kalbimize. Yalnızlıktan üşüyen gönlümüzü ısıtan, yarenlik eden yakınlara tutunuyorsak çoğu kez. Bir bahar bahçesine dönüşüyorsa muhabbeti azık eylediğimiz meclisler… O halde nasıl ayrı düşüyor kelimeler bile bizden öte bir yana bazen. Nasıl oluyor da kardeş kılındığımızdan gafil oluyor gönüllerimiz?

   Güzel söz söyleme, birbirimize sakin limanlar olma, sükûn bulma yaklaşımından nasıl uzaklaşabiliyoruz? Kalbimiz bu güzelliklerin cimriliği ile nasıl çoraklaşabiliyor? Yerle yeksan eylemeyi, imar etmenin güzelliğinden nasıl üstün sayabiliyoruz? Azim ve alim olan Allah derunumuzdakileri bizden daha iyi biliyorken ve vedûd ismi ile severken bizi, sevmek nimetinden nasıl oluyor da mahrum kalmayı seçebiliyoruz? Bir diğerini yaralama iç motivasyonu ile hayatını sürdüren insanlar oluyor, modern çağın gerekliliği(!) gibi mazeretlere sığınma yanılgısına düşebiliyoruz? İnsanın insana yurt olması zor değilken “insan insanın kurdudur” materyal anlayışa yaslanmak gibi bir kolaycı anlayışı nasıl oluyor da benimseyebiliyoruz?

  “Birbirinizi sevmedikçe kâmil iman etmiş olmazsınız.” hadis-i şerifi gereği birbirimizi gerçekten sevdikçe müjdelenenlerden olacağımızı hatırda tutmaya ihtiyacımız var. Birlikteliğimizin muhabbetinden beslenmeye, büyümeye, gönlümüzü gülistana çevirecek dostlara, yârenlere muhtacız. Muhatabımızın küçük bir an da olsa tutunup dinlenebileceği, nefeslenebileceği, tatlı sevinçler yaşayacağı, ruhunun kanatlanacağı, muhabbetinde kaybolunan insan olmak ne latif bir hâl.

  Gönül terazimizin şaşmasına sebep, türlü haller var elbet, hep oldu, daim olacak. Fakat mutlaka bir yolu var; üstesinden nezaketle, letafetle gelmenin. Yeter ki bir kandil olsun; yürüyüp gideceğimiz bir gönül içre.  Derleyip toparlamayı, kuşatmayı bilsin gönül gözümüz. Güzel düşleyip, güzel umsun, umduğundan pişman olsa da vazgeçmesin hüsn-ü zandan nefsimiz.

   Birbirimizi anlama gayreti içerisinde oldukça, kalbimize yük ettiğimiz, taşımakta zorlandığımız ağırlıklardan da kurtulacağız. İnsana yurt olmak, ona gönül açmak, kardeş hukukunu benimsemek, peygamberlerin ayak izlerini sürmek zor olmasa gerek. Zor olmasa gerek bir Ebubekir dostluğunun misalini hatırlamak. Zor olmasa gerek candan içre bir kardeşliği bize miras bırakan peygamberin sözlerine tutunmak.

  Olur da uğrarsa bir fenalık kardeşimizden yana. Biliriz ki bizi bizden iyi bilenin murat ettiği bir şey vardır muhakkak. Elbet vardır bir bildiği. Bizi yolda görmeyi dilemiştir. Yürümeye muhtaçtır dizlerimiz. Emeklerken, yürürken büyümeye muhtaç belli ki gönüllerimiz. Muhtaçtır muhabbetine her nefesimiz. Halimiz, tavrımız. Dünya penceresinde görmemizi dilediği ne haller var, teker teker ezber edip talim edeceğiz. Amenna ve saddakna.