Katalan Diyarında: Nou Camp’tan La Sagrada Familia’ya

Bir şehri tam manasıyla tanımada kenar mahalleri de deneyimlemek önemlidir.  Dar sokaklardan geçerken irili ufaklı lokantalar, barlar ve dükkânlar bizi karşılıyordu. Yemek yiyeceğimiz yere geldiğimizde mekânın çevresini pek beğenmemiş ve gelirken gördüğümüz Hint restoranına girdik.

Zübeyir ŞEKERCİ

Uzun saatler süren yorucu bir otobüs yolculuğunun sonunda Barselona’ya varmıştık. Yüksek sesle konuşan İspanyollar, horlayanlar, rahatına düşkün insanlar ve yoğun bir yolculuk. Nord Barcelona otogarında indikten sonra bir süre dinlendik ve güne dair yapacaklarımızı gözden geçirdik. Otogar lavabosundaki hijyen ihmali rahatsız edici derecedeydi. Bu hijyen eksikliğini seyahat boyunca hissetmiştik. Şemsiyenin ve parfümün icadı için anlatılan hikâyeleri haklı çıkaracak bir raddeydi.

Metroya doğru geçtik, bilet sırasında birkaç Türk’e denk geldik. Seyahat boyunca gezdiğimiz hemen hemen her yerde Türklere denk gelmiştik. Bilet alırken ufak bir sohbetin akabinde metroya geçtik. Fransa’ya göre daha gelişmiş ve yeni bir metro ağından söz etmek mümkün. Ancak İstanbul’dakilere kıyasla oldukça iptidai. İneceğimiz durağa geldikten sonra bir süre yürüdük. Konaklayacağımız yere geçtik. Yaklaşık bir iki saat sonra şehri gezmek için yola revan olduk.  Barcelona şehri denince akla ilk gelen yapılardan birisi olan Nou Camp rotamızın ilk durağıydı. Şehrin olanca zengin ve tarihi kültürel kimliği bir yana bir futbol şehri olarak popüler olmasının arkasında derin bir anlam yatıyor hiç şüphesiz. Bir yandan futbolun görünürde bir spor dalı olarak uyuşturucu/uyutucu etkisi öte yandan yoğun izleyici kitlesi olmasının avantajıyla siyasi ve toplumsal konularda “mesaj” verilebilen bir alan olması… Nitekim Gazze’deki soykırıma karşı dünyanın dört bir yanından muhtelif takımların taraftar grupları maç esnasında sloganlar atıp pankartlar açtılar. Bu minvalde futbolun sadece bir spor aktivitesi olmadığını belirtmek mümkün.

Şehri gezmeye ilk çıktığımızda caddelerin oldukça geniş ve nizami olması dikkatimizi çekmişti. Her köşeyi döndüğünüzde bina yüksekliklerinden kaldırım genişliğine değin adeta cetvelle çizilmiş bir simetri hâkimdi. Daha sonra şehrin krokisine baktığımızda şehir planlamasındaki bu intizamı teyit edecektik. Gideceğimiz konuma dair ilk sapağı dönüp bir süre yürürken caddenin kaldırımındaki bir bankta bir kadının çocuğunu emzirdiğini gördüğümde çok rahatsız olmuştum. Kamusal alanda bu denli mahremiyet algısı diğer şehirlerde de karşımıza çıkacaktı. Olayın şokunu atlatmaya çalışırken bir saate yakın sürenin ardından Nou Camp’a varmıştık. Şehrin içerisinde adeta şehirle beraber yaşayan stad tadilattaymış. Tadilatı yapan firma ise Türk. Türklerin inşaat alanındaki ihracatı bize birçok şey anlatıyor. Kadim bir inşa kültürüne sahip olan bir milletin modern dönemde meseleyi sadece “beton”a ve niceliğe indirgemesi muhafazakâr zihnin bir tezahürü. Nitekim son 20 yıldaki inşaat sektöründeki artış bunu doğruluyor…

Stadın oradan Barselona’nın tarihi yönünü temsil eden La Sagrada Familia Bazilikası’na doğru hareket ettik. Avrupa mimari akımlarından Art Nouveau akımının öncülerinden Antoni Gaudi’nin tamamlanmamış eseri olan La Sagrada Familia oldukça ilginç ve dikkat çekici bir mimariye sahip. Devasa olmasının yanında beyazdan kahverengiye çalan rengi ve ilk bakışta peri bacalarını anımsatan kuleleriyle daha önce eşine rastlamadığım bir eserdi. 1852’de Katalonya’nın Reus kentinde doğan Gaudi, Katolik dindar ve ateşli bir Katalan milliyetçisi. Farklı ve yeni bir mimari anlayışa sahip olduğu daha okul zamanlarında fark edilen Gaudi’nin diplomasına hocası “Bu diplomayı bir deliye mi yoksa bir dâhiye mi verdiğimizi kim bilir? Bunu bize zaman gösterecek.” notunu düşmüştü. Birkaç mimari eser üretiminin ardından La Sagrada Familia inşasını üstlenen Gaudi ömrünü bu sürece adamıştı. Bir trafik kazasında hayatını kaybettikten sonra henüz inşası tamamlanmayan kiliseye gömüldü. İbretlik bir hayata sahip olan Gaudi, bugün eserleriyle, yeni mimari akımlara ilham vermesiyle hocasını haklı çıkarmıştır.

 Akşam vakti yaklaştığından ötürü esere girememiş ve namaz için tekrar konakladığımız yere dönmüştük. Namazları kıldıktan sonra yemek için dışarı çıktığımızda helal gıda arayışı zaman almıştı. Ana caddelerde haliyle pek bulunmayan helal gıda bizi şehrin periferisiyle tanıştırmıştı. Hayretle baktığımız intizam hali yerini gürültü ve kaosa bırakmıştı. Bir şehri tam manasıyla tanımada kenar mahalleri de deneyimlemek önemlidir.  Dar sokaklardan geçerken irili ufaklı lokantalar, barlar ve dükkânlar bizi karşılıyordu. Yemek yiyeceğimiz yere geldiğimizde mekânın çevresini pek beğenmemiş ve gelirken gördüğümüz Hint restoranına girdik. Farklı hijyen kültürü anlayışına sahip olduğumuzdan ötürü ilk başta girmediğimiz restoranın döneri görece lezzetliydi. Gayrimüslim bir şehirde helal gıda bulabilmek zor olmanın yanında oradaki Müslümanların varlığına işaret olması bakımından kıymetlidir.

Yemeği yedikten sonra konakladığımız yere geri döndük. Katalanların başkenti Barselona oldukça kısa bir süre zarfında zihnimizde birçok pencere açmıştı. İspanya seyahatimizin ilk durağı olan bu şehri tam olarak gezebildim diyebilmek için en az birkaç gün daha vakit ayırmak gerekiyormuş. Bir başka sefere deyip ertesi gün sabahın nuruyla beraber Endülüs diyarına doğru yola koyulmuştuk bile…