EBU ABDULLAH HABBAB İBN-İ ERET (Radıyallahü Anh) خبّاب بن الأرت
İslamiyeti kabul ettikleri için işkence gören kölelerden biri olan Habbab’a bazen kızgın taşlar üzerinde işkence edilirdi. Hilâfeti zamanında Hz. Ömer’i ziyarete giden Habbab’a halife, “Yanıma gel, bu meclise Ammâr’dan sonra senden daha lâyık kimse yoktur” diye iltifat etmiş, Habbab da yıllar sonra bile izleri silinmeyen sırtındaki işkence kalıntılarını göstermişti.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü

37. HADİS
–حديث خباب بن الأرت ابن جندلة بن سعد بن خزيمة بن كعب بن سعد بن زيد مناة من تميم أبو يحيى التميمي
كُنْتُ قَيْنًا في الجَاهِلِيَّةِ، وكانَ لي علَى العَاصِ بنِ وائِلٍ دَرَاهِمُ، فأتَيْتُهُ أتَقَاضَاهُ، فَقالَ: لا أقْضِيكَ حتَّى تَكْفُرَ بمُحَمَّدٍ، فَقُلتُ: لَا، واللَّهِ لا أكْفُرُ بمُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ، حتَّى يُمِيتَكَ اللَّهُ، ثُمَّ يَبْعَثَكَ، قالَ: فَدَعْنِي حتَّى أمُوتَ، ثُمَّ أُبْعَثَ فَأُوتَى مَالًا ووَلَدًا، ثُمَّ أقْضِيَكَ فَنَزَلَتْ: {أَفَرَأَيْتَ الذي كَفَرَ بآيَاتِنَا وقالَ: لَأُوتَيَنَّ مَالًا ووَلَدًا} [مريم: 77] الآيَة
Cündele İbn-i Sa’ad İbn-i Huzeyme İbn-i Ka’ab İbn-i Sa’ad İbn-i Zeyd Ebu Yahya et- Temimi Habbab İbn-i Eret hadisi. Habbab şöyle anlatır:
Ben cahiliye döneminde demirci idim. As İbn-i Vail’den alacağım dirhemler vardı. Alacağımı talep etmek için ona gittim. Bana, “Muhammed’i inkâr etmedikçe borcu ödemem” dedi. Ben de “Hayır, vallahi, Allah seni öldürüp tekrar diriltinceye kadar Muhammed’i inkâr etmem” dedim. O da bana, “O halde beni bırak, öleyim, diriltileyim sonra bana mal ve evlat verilsin de ben de borcumu ödeyeyim” dedi. Bunun üzerine, “Ayetlerimizi inkâr edip de ‘bana mal ve evlat verilecektir’ diyen kimseyi gördün mü?” (Meryem: 78-80) ayeti nazil oldu.
Buhari:2425, Müslim: 2795
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
As İbn-i Vail meşhur sahabe Amr’ın babasıdır. Cahiliye döneminin önemli isimlerinden biridir. Kendisine Müslümanlık nasip olmamıştır. El-As, Kureyş’in yargıçlarından biriydi. Hz. Ömer Müslüman olunca onu himaye etmişti, bu himaye esnasında el-As “Adamın biri kendisi için bir yol seçmiş. Bu sizi ne ilgilendirir!” diyerek müşrikleri Hz. Ömer’den uzaklaştırmıştı.
As İbn-i Vail hicretten önce Mekke’de ölmüştür. Kur’an ve Nebi (s.a.v.) ile alay eden Mekke müşriklerinden biriydi. As İbn- Vail, görülmeyeni bilircesine ahirette kendisine mal ve çocuk verileceğini söylüyor, üstelik bir de yemin ediyor. Halbuki gaybı bilmek sadece Allah’a hastır. Hayır, durum onun dediği gibi değil, Allah (c.c.) her söylediğini yazacak, söylediği yalan, inkâr ve alayları onun aleyhine delil olacak ve kendisine mal ve çocuk verileceği iddiasının tam aksine elim bir azapla cezalandıracak, o söylediği (mal ve evlat gibi) şeyleri de hep elinden alınmış olarak, bütün zalimler gibi tek başına Allah’ın huzuruna gelecektir.
Biz bu hadis-i şeriften şunu öğreniyoruz ki insanın malına, mülküne, canına tecavüz zulüm olduğu gibi, namusuna, şerefine, haysiyetine tecavüz de zulümdür. İnsanların haklarına tecavüzün her çeşidi zulümden sayılır.
Bu Habbab’a yapılan zulüm, din, iman ve hakikat düşmanlığı, yeni bir olay değildir. Tarih zalimlerin yaptıklarının en büyük şahididir; “Hiç şüphesiz Allah zalime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.”. Öyle ki “Sakın zalimlerin yaptığından Allah’ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı, bir noktaya dikilip bakacağı bir güne erteliyor”. Tarih boyunca hiçbir zalimin yaptığı yanına kalmamıştır. Bu ilâhî bir kanundur ve bu olayda da gerçekleşmiştir. Habbab kendisine yapılan işkencelere sabredip müşriklere istediklerini vermemiş, dininden dönmemiştir. Müşrikler Habbab’ın sırtına kızgın taşı koymuşlar ve sırtının eti erimişti ama Habbab’ın dini, Habbab’ın davası var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Yapılan işkenceler, zulmün tarihi boyutunu ve şiddetini ortaya koyarken aynı zamanda ashabın sadakat ve direncinin, İslam’ın aydınlık geleceğinin habercisidir.
Mümin, güvenen ve güvenilendir. Kâinat insana, insan da birbirine emanettir. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v.) “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kişidir” buyurmuştur. Yine buyurmuştur ki “Şüphesiz Yüce Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir…”.
Biz bu hadisten Rasulullah (s.a.v.) efendimizin en önemli vasfı olan “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı ve başkalarından korkmayan kimse” anlamına gelen Emin olunmanın müşriklere yakışan bir özellik olmadığını onların her zaman Allah’a, Rasulüne ve insanlığa ihanet içinde olduklarını görüyoruz.
EBU ABDULLAH HABBAB İBN-İ ERET (Radıyallahü Anh) خبّاب بن الأرت
Müşrikler tarafından çok ağır işkencelere tabiî tutulmuş, dayanılması zor acılara sabretmiş ve imanından zerre kadar taviz vermemiş cefakâr yiğit kahramanlardan Habbab İbn- Eret (r.a.), Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) ve onun davasına sabır ve sebatla bağlı İslam’ın yıldızlarındandır. Binlerce diriliş öyküsünün sunulduğu asr-ı saadette Habbab b. Eret’in (r.a.) hayatı da apayrı bir meşaledir. Aslen Temîm kabilesinden olmakla beraber cahiliye döneminde büyük bir ihtimalle Irak taraflarında esir alınıp Mekke’de satıldığı ve sonunda Ümmü Enmâr bint Sibâ‘el-Huzâiyye adlı bir kadının kölesi olduğu için Huzâî nisbesiyle de anılır. Müslüman olduklarını ilk defa açıklayan Hz. Ebu Bekir, Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî ve Ammâr b. Yâsir ile beraberdir. Habbab b. Eret’in künyesi Ebu Abdillah’tır.
İslamiyeti kabul ettikleri için işkence gören kölelerden biri olan Habbab’a bazen kızgın taşlar üzerinde işkence edilirdi. Hilâfeti zamanında Hz. Ömer’i ziyarete giden Habbab’a halife, “Yanıma gel, bu meclise Ammâr’dan sonra senden daha lâyık kimse yoktur” diye iltifat etmiş, Habbab da yıllar sonra bile izleri silinmeyen sırtındaki işkence kalıntılarını göstermişti.
Habbab, işkence günlerini şöyle anlatır:
Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlenirken Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) şikâyette bulunduk ve “Bize yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz?” dedik. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi: “Önceki ümmetler içinde bir mümin tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti-kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiçbir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz.”
Peygamberimiz burada, çekilen sıkıntıların bir yandan tarihî boyutunu ve şiddetini ortaya koyarken bir taraftan da İslam’ın aydınlık geleceğinden en küçük bir tereddüt duymadığını kesin bir dille ve pek çarpıcı bir örnekle anlatmaktadır.
Habbab yaptığı birkaç kılıcı Kur’an’da “ebter” diye nitelendirilen Âs b. Vâil’e satmış fakat parasını alamamıştı. Âs ona dinini terk etmedikçe borcunu ödemeyeceğini söyleyince Habbab, “Senin ölüp tekrar dirildiğini görmedikçe bu işi yapmam” demiş, Âs’ın, “O halde kıyamet gününde gel, o gün benim malım da olacak, evlâdım da o zaman öderim” diye alay etmesi üzerine kaynakların belirttiğine göre Meryem suresinin şu ayetler inmiştir:
Ayetlerimizi inkâr edip “Bana mal ve evlat verilecek” diyen adamı gördün mü? Gayba mı çıkıp baktı, yoksa Rahman’ın huzurunda bir ahit mi aldı (Allah ile bir anlaşma mı yaptı?) Hayır (yanılıyor), biz onun dediğini yapacağız ve onun için azabı uzattıkça uzatacağız, dediği malı ve evladına biz varis olacağız nesi varsa bize kalacak ve o, bize tek başına gelecek. (Meryem: 77-78)
Habbab’ın okur yazar olduğunu, Rasulullah’a inen Kur’an ayetlerini öğrendiğini ve kendisinden sonra Müslüman olanlara da öğretmeye çalıştığını görüyoruz Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma ile eniştesi Said’e de Kur’an’ı Habbab öğretmiştir. Hz. Ömer Müslüman olmadan önce müşriklerin ileri gelenlerinin tahriki ile kılıcını kuşanıp Hz. Peygamber’i öldürmeye giderken yolda eniştesi Said ile kız kardeşi Fatıma’nın da Müslüman olduklarını işitmişti. Hiç beklemediği bir durumla karşılaşan Hz. Ömer’in tepesi atmış, önce onları ortadan kaldırmak için doğruca kız kardeşinin evine gitmişti. Tam o sırada Habbab, Hz. Ömer’in kız kardeşi ile eniştesine Kur’an öğretiyor, elindeki sahifeden Tâhâ suresini okutuyordu. Hz. Ömer’in geldiğini hissedince Habbab hemen evin kilerine gizlenmiş, Fatıma da sahifeyi alarak saklamıştı. Aralarında geçen sert münakaşa ve mücadeleden sonra Hz. Ömer’in gönlü yumuşamış, “Biraz önce okuduğunuz sahifeyi bana veriniz. Muhammed’in ne getirdiğine bakayım.” demişti. Okuyunca da onun ne güzel söz olduğunu belirtmişti. Bunu işiten Habbab, saklandığı yerden çıkarak “Umarım ki ey Ömer! Allah, Nebisinin duasını senin hakkında gerçekleştirir. Dün onun, ‘Allah’ım! İslamiyet’i ya Ebu’l-Hakem b. Hişam ya da Ömer b. Hattab’la kuvvetlendir.’ diye dua ettiğini işittim. Allah Allah! Şu işe bak ey Ömer!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Ey Habbab! Hz. Muhammed nerede bana bildir, yanına gidip Müslüman olayım.” demiştir. Habbab da “Hz. Muhammed Safa Tepesi’nde bir evdedir. Yanında da ashabından bazı kimseler var.” dedi. Hz. Ömer oraya giderek Müslüman olmuştur.
İlk muhacirlerden olan Habbab, Medine’ye hicret edince Mikdâd b. Amr gibi bazı bekâr Müslümanlarla birlikte Külsûm b. Hidm’in evine misafir oldu ve Külsûm’ün Bedir Gazvesi’nden önce vefatına kadar onun evinde kaldı. Daha sonra diğer kimsesiz muhacirlerle birlikte Sa‘d b. Ubâde’nin evine geçti. Rasulullah, muhacir ve ensar arasında kardeşlik bağı kurduğu zaman Habbab’la Cebr b. Atîk’i kardeş yaptığını açıkladı.
Başta Bedir olmak üzere bütün gazvelere iştirak eden Habbâb, Resul-i Ekrem’in vefatından sonra Kûfe’ye yerleşti. İslam fetihleri sırasında Irak seferlerine katıldı. Sıffîn ve Nehrevan Savaşı’nda bulunduğuna ilişkin daha çok Şiî kaynaklarında yer alan rivayetleri kabul etmek mümkün değildir. Zira Habbab hayatının son yıllarında bu savaşların cereyan ettiği tarihlerde ağır bir hastalığa yakalanmıştı.
Habbab b. Eret H.37 (657) yılında, yetmiş üç yaşlarında olduğu halde Kûfe’de vefat etti. Onun H.19’da (640) Medine’de öldüğü ve cenaze namazını Hz. Ömer’in kıldırdığı rivayeti doğru değildir. O zamana kadar Kûfe’de cenazeler evlerin avlusuna defnedildiği halde Habbab vasiyeti üzerine şehir dışına gömüldü. Daha sonra da Kûfe’de vefat edenler Habbab’ın yanına defnedilmiş ve mezarının bulunduğu yer kabristan haline gelmiştir. Habbab’ın birkaç çocuğu olduğu rivayet edilmekle beraber oğlu Abdullah’tan başkasının adı bilinmemektedir
Hz. Ali Sıffîn Savaşı’ndan dönünce Habbab’ın kabrine giderek cenaze namazını kılmış ve Habbab hakkında “Allah Habba’a rahmet eylesin. O, isteyerek Müslüman olmuş, itaat ederek hicret etmiş, mücahit olarak yaşamış ve çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Elbette Allah güzel amel işleyen kimsenin ecrini zayi etmeyecektir.” demiştir.
Habbab (r.a.) yapmadığı şeyi başkasına söylemezdi. Bizzat yaşadığı ve hayatında tatbik ettiği şeyleri söylerdi. Bir defa ashap mescitte iken Habbab gelmiş, oturup susmuştu. Ashap, “Bunlar senin başına, kendilerine hadis nakletmen veya öğüt vermen için toplandılar.” deyince, Habbab (r.a.) susmasının sebebini söyle belirtti: “Belki de onlara yapmadığım şeyi emredebilirim.”
Mükerrerleriyle birlikte 32 hadis rivayet eden Habbab’ın rivayetleri Kütüb-i Sitte’de ve diğer hadis kitaplarında yer almaktadır. Bunlardan üçü Ṣaḥîḥayn’da müttefekun aleyh olarak, ayrıca ikisi Ṣaḥîḥ-i Buḫârî’de, biri Ṣaḥîḥ-i Müslim’de, çoğu ise Ahmed b. Hanbel’in el Müsned’inde bulunmaktadır.
Allah O’ndan razı olsun.