Ersin Nazif Gürdoğan: Önemli Olan Allah’ın Sevgisini Kazanmaktır

Her zaman gözleri parıldayan bir insandı. Bulunduğu ortamdaki herkesle teker teker ilgilenir, yaptığı işlerle ilgili tavsiyelerde bulunur, daha iyi neler yapılabileceği konusunda ufuk açıcı bilgilerle donatır, heyecanımızı yenilerdi.

Şakir KURTULMUŞ

Sabah işe gitmek üzere hazırlandığım erken bir saatte geldi haber. Çok sevdiğimiz ağabeyimiz, hocamız, Görünmeyen Üniversite’nin mimarı kıymetli bilim adamı Ersin Nazif Gürdoğan emaneti teslim etmiş. Yirmi gündür hastanede yatış sürecinde bir kez kendisini ziyaret edebildik. Evlerinin önünde düşmesinden hemen sonra gelen komşular alelacele kendisini Sultan Abdülhamid Hastanesi’ne kaldırıyorlar. Gerekli müdahaleler yapılıyor, tedavi süreci hızla başlıyor.

Hocamızın hastaneye yatırılışından üç gün sonra biz de pazar günü kendisini ziyaret edebildik. Müstakim Haksal ve Osman Birkan ile birlikte girdiğimiz odasında iyi görünüyordu. Bizi görünce mutlu olduğu gözlerinden anlaşılıyordu. Biraz konuşma zorluğu çekse de yine de bize ödevlerimizi hatırlatıyor, yaptığımız işlerle ilgili ne durumda nasıl gidiyor diye soruyor, bilgi almaya çalışıyordu. Her birimize bulunduğumuz yeri emanet ediyor orası size emanet, orayı kalkındırın, diyordu. Sağlığını sorduğumuzda, iyi olacağız inşallah çalışmaya devam, durmak yok, siz aynı hızla çalışmaya devam edin, diyordu.

Bizim ziyaretimizden üç gün sonra taburcu edilip evine gönderiliyor ve aynı gün akşam yine rahatsızlandığı için Şişli Etfal Hastanesi’ne acile götürülüyor, orada yeniden tetkikler ve tedavi süreci hızlı bir şekilde başlıyor. Bu süreçte yoğun bakımda olduğu için kendisi ile görüşme imkânımız olmadı maalesef. Aileden sık sık haber alıyor ve dualarımızla yanında olduğumuzu bildiriyorduk. 20 Ağustos sabahına kadar bu iletişim devam etti ve her gün aldığımız haberlerle daha iyi olacağı şeklindeki umudumuzu korumaya gayret ediyorduk. Pazartesi sabahı tam işe gitmek üzere evden çıkacağım zaman geldi haber. Haber vermemiz gereken büyüklerimizi arayıp onları da bilgilendirdikten sonra hazırlanıp Üsküdar’a indim. Müstakim’le buluşup Karacaahmet’teki gasilhaneye gidip orada süreci takip ederken bir yandan da çalan telefonlara yetişebildiğimiz kadar cevap vermeye çalışıyor, haberi duyan dostların, arkadaşlarımızın taziyelerini alıyor, cenaze namazı ile ilgili bilgi veriyorduk. Cenaze namazı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde öğle namazını müteakip kılındı ve cenazeyi Eskişehir’e götürmek üzere yola çıktık.

Yol boyunca önümüzdeki cenaze aracını takip ederken Nazif abimizin sohbet sırasındaki konuşmaları, bize nasihatleri, yapacağımız işler konusundaki sözleri kulaklarımızda çınlıyordu. Kendisi yıllarca çeşitli üniversitelerde hocalık yapmış bir akademisyen olmasına rağmen bulunduğu ortamlarda hemen herkesle güzel diyaloglar kurar, büyük küçük ayırt etmeden herkese sıcak ilgi gösterirdi.

Her zaman gözleri parıldayan bir insandı. Bulunduğu ortamdaki herkesle teker teker ilgilenir, yaptığı işlerle ilgili tavsiyelerde bulunur, daha iyi neler yapılabileceği konusunda ufuk açıcı bilgilerle donatır, heyecanımızı yenilerdi. Hafızası o kadar güçlü bir insandı ki, görüştüğü kişileri bir dahaki karşılaşmasında hatırlar, daha önceki konuşmaların akıbetini sorardı. Hayatında asla karamsarlığa yer yoktu ve çevresindeki insanların da karamsar olmamaları gerektiğini ısrarla vurgulardı. Ne kadar sıkıntılı bir süreçte olsanız da o hemen “karamsarlık yok, çalışmaya devam, okumaya, yazmaya devam” derdi. İletişim konusunda asla saat mefhumu yoktu. Sabah erken saatte daha metroda iken de arar, gün içinde mesai sırasında bazen üç, dört kez arayıp konuşurdu. Gece geç saatte bile olsa çok rahat bir şekilde arar, konuşurdu.

Nazif abi ile konuşurken mutlaka yanımda kâğıt kalem bulundurmaya dikkat ederdim. Çünkü her konuşmamızda mutlaka sekiz, on adet yeni isim ve telefon numarası verir, şununla konuş, şöyle bir çalışma yap, bunu ara, ondan şu şekilde yararlanabiliriz, şu numarayı da yaz, onu da Meva’ya getirip orda konuşturabiliriz, alanında çok kıymetli biri, derdi. Yazı yazan, şiir yazan gençlerle bizi tanıştırır, yazdığı çalışmalara bir bak bakalım, nasıl bir yol izlemesi gerekiyorsa yardımcı ol, derdi.

Meva Kitap Kafe’yi faaliyete geçirdiğimiz andan itibaren kendisinden büyük destek gördük. Orada öğrenci buluşmaları, yazar buluşmaları gibi değişik toplantılar yapmamıza vesile oldu. Toplantılara zaman zaman katılır, gençlerle bir araya gelmekten mutlu olurdu. Görünmeyen Üniversite’nin mimarı olarak sürekli öğrencilere yön vermeye çalışır, özellikle doktora öğrencilerinin çalışmaları için yardımcı olur, tez hazırlama, hocalarla iletişime geçme konusunda büyük destek verirdi. Son zamanlarda bir araya geldiğimizde bir bilim kurulu oluşturalım, tez hazırlayacak öğrencilere ve akademisyenlere yardımcı olalım, diyordu.

Yazdığı kitaplar ve geride bıraktığı eserlerle gençliğin beslenme kaynaklarına destek vermeye devam edecek olan hocamız, Mavera dergisinin kurucuları arasında da yer almış, dergide yazıları ve konuşmaları ile, yayınevine de kitap çalışmaları ile uzun yıllar katkı sağlamıştır. Eserleri arasında Teknolojinin Ötesi, Görünmeyen Üniversite, Kirlenmenin Boyutları, New York’tan Los Angeles’e Yeni Roma, İki Dünyanın Hesaplaşması, Zamanı Aşan Şehirler, Hicaz’dan Endülüs’e, Günler Akarken isimli kitapları bulunmaktadır.

Meslek olarak iktisatçı bir mühendis olmasına rağmen edebi ve kültürel alanlarda oldukça başarılı çalışmalar ortaya koymuştur. İktisat alanındaki eğitim ve öğretimine rağmen maneviyatın önemini anlatmaya çalışmış, eserlerinde kapitalist iktisat modelinin çağdaş insanı maneviyattan nasıl hızla uzaklaştırdığını, hırsla maddiyata yönelttiğini, buradan çıkış yolunun da ancak İslami bir modelle gerçekleşebileceğini ifade eden yazılar yazmıştır.

Onun en çok takdir edilen özelliklerinin başında mütevazılığı gelir. Hemen herkesle iyi ilişkiler kurabilmesi, arkadaşça dostça sohbet edebilmesi, karşısındaki kişiye büyük bir özgüven veriyor, motive olmasını sağlıyordu.

Konuşmalarında sık sık çok sevdiği Yunus Emre’den söz eder, onun nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu anlatmaya gayret ederdi. “Yunus gibi yaşa, Sinan gibi üret” sözünü bir düstur olarak sık sık tekrarlardı.

Eskişehir’de Yunus Emre köyüne geldiğimizde neden buraya defnedilmeyi istediğini daha iyi kavradığımızı söyleyebiliriz. Köyde Yunus Emre’nin bir makamı vardır, kendisi de bu köye yakın bir yerde doğmuştur. Yunus Emre’nin makamına çok yakın bir yerde Yunus Emre mezarlığında güzel bir ağacın gölgesinde hazırlanmış kabrine koyarken tam akşam ezanı okunuyordu. Bu güzel saatlerde Yunus Emre’nin makamına yakın bir yerde ona komşu olmayı istediği için ebedi istirahatgahına defnettik.

Değerli Ağabeyimiz, hocamız Ersin Nazif Gürdoğan 79 yaşında göçünü topladı. Rabbim rahmeti ile muamele etsin, menzili mübarek, makamı âlî, mekânı cennet olsun.

Yazımızı, sık sık vurguladığı onun şu güzel sözüyle bitirelim: “Önemli olan Allah’ın sevgisini kazanmaktır.”