Kur’an ve Yönetim

İslam medeniyetinin yönetim ufkunun yeniden keşif ve inşası sorumluluğunu daha fazla iliklerimizde hissetmemiz gereken bir vasata doğru yol alıyoruz. Tüm parıltılı haliyle modernitenin bizi getirdiği menzilin, maksudumuza uygun bir menzil olmadığını yaşadığımız her bir hadise ve müşkil günbegün göstermekte.

Abdullah TURHAN

Dr., Burdur Mehmet Akif Ersoy Üni. Öğretim Üyesi

Kur’an Müslümanların hayatını tanzim etmek üzere inzal olmuş vahyi ilahidir. Kur’an akıl, kalp, düşünce, duygu kaynaklarını vahiyle besleyerek; tezkiye edilmiş bir nefisle adil bir toplumsal düzen hedefler. Bir Batılının yerinde tespitiyle “sosyo politik ve ahlaki” bir düzendir bu. Tarih boyunca Müslümanlar bu düzeni tesis etmek için vahyi merkeze alarak, pergel metaforuna uygun olarak karşılaştıkları kültürlerden de esinlenerek bir yönetim pratiği ve geleneği inşa etmişlerdir. Her ne kadar modern zamanlarda sanki her şeyi yeniden keşfediyormuş edasıyla söz söyleyip hareket etseler de üzerine oturdukları miras böyle bir müktesebatın zengin emareleriyle doludur.

İslam medeniyetinin yönetim ufkunun yeniden keşif ve inşası sorumluluğunu daha fazla iliklerimizde hissetmemiz gereken bir vasata doğru yol alıyoruz. Tüm parıltılı haliyle modernitenin bizi getirdiği menzilin, maksudumuza uygun bir menzil olmadığını yaşadığımız her bir hadise ve müşkil günbegün göstermekte. Derdim çok ki hangisine yanayım türküsünü dilimizde nakarata çeviren bu vasat ancak çok yönlü bir muhasebe ve inşa faaliyetiyle aşılabilir. Bu muhasebe ve inşanın önemli bir ciheti de yönetime dairdir. Yaşadığımız modernliğin her biri, birçok maraza vesile olan reçetelerini şifa-yı Lokman olarak olarak görmekten vazgeçmeli, kendi modernliğimizi nasıl inşa edeceğimize dönük ciddi çabalar içine girmeliyiz. Bu manada Kur’an’ın önümüze açtığı ufka eklektik ve meşrulaştırıcı tarzda bakmaktan sarfı nazar ederek kendi fikri ve ameli pratiklerimize yön verir hale getirmeliyiz.

Kur’an yönetime dair evrensel ilkeler içermektedir. Geçmiş mirasa katkı sağladığı gibi, geleceğin inşasına zemin olacak ilkeler barındırmaktadır. En küçük yönetim biriminden, uluslararası organizasyonlara medar olacak umdelere mündemiçtir. Öngördüğü ilkeler ailede adil bir yönetim modeline zemin olacağı gibi birçok siyasal hiyerarşinin de adalet temelli teşekkülüne vesile olabilecek zenginlik ve esnekliktedir. Tek bir ideolojiye sığmayacak kadar geniş ve zamanın kalıplarıyla eskimeyecek kadar değişime açıktır.

Adaleti yönetimin vazgeçilmez hedefi olarak önümüze koyarken, adaletin pratik hayatta en fazla dumura uğradığı alanlara, ayrıntı denebilecek mevzulara da hususen dikkat çekmiştir. Boşanma, çocuğun emzirilmesi gibi mikro alanlardan; borç hukuku gibi muhataralı alanlara, oradan hukuk mahfiline, oradan da devlet yönetimine kadar uzanan bir örneklem dünyasını sergilemiştir. Ancak tüm bunları yaparken kuru bir kanun ya da nasihat dili kullanmamış, nefsin terbiyesine, kalbin itminanına, ihsanın gerekliliğine işaret ederek, adaletin ancak böyle bir zemin üzerine inşa edilebileceğini göstermiştir.

“Onların işleri kendi aralarında istişare iledir” emrinin ötesinde istişare bizzat Hz. Peygamber’e emredilmiş “onlarla istişare et!”, hususen cemiyet işleri anlamı verilebilecek olan “emr”, istişarenin temerküz ettiği alan olarak vurgulanmıştır. Asıl olanın danışarak dağlar aşmak olduğu fehvasınca usul, içerik ve mekanizma ümmetin içtihadına bırakılmıştır. Ancak istişarenin emin ve ehil insanlarla yapılacağı belirtilmiş, sonucu güzelleştirecek tüm araçsal vasatın keyfiyeti ise cehd ve tefekküre bağlı kılınmıştır.

Serazad bir hayat yaşayan, kabilesi dışındaki bir otoriteye itaati zül sayan, kabilesindeki lidere de sadece menfaati ölçüsünde gevşek bir mekanizmayla itaat edebilen Câhiliye toplumunu “yöneticilerinize itaat edin” emriyle silkeleyen Kur’an’dı. “Başınızdaki zenci bir köle dahi olsa itaat edeceksiniz” emr-i Rasulü “aynı sofraya oturmayı zül addederiz” anlayışına indirilmiş bir yumruk gibiydi. Sultanlarına, meliklerine, krallarına secde edenlere ise yöneticilerin bir kul olduğu hakikati haykırılıyor, onlar Allah’ın kitabına itaat ettikçe itaati hak ederler düsturu, ferman buyuruluyordu. Anarşist anlayışlara prim vermeden, kula kul eden diktatörlüklere de dur diyebilecek makuliyet ve meşruiyet merkezli itaat anlayışı bugün için de dertlere derman konumundadır.

Asabiyet modern hayatta farklı veçhelere bürünerek yeniden hortlamaktadır. Dünün kabile asabiyeti daha çok ulus temelli bir görünümle bugün yeniden sık sık zuhur etmekte, ayrıca hayatın birçok alanında farklı zeminlerde neşvünema bulmakta, sanki modern dünya asabiyet tohumlarıyla hayat bulmakta, neredeyse tüm mensubiyet hisleri hızlı bir şekilde asabiyete dönüşmektedir. Bir olmanın, birlik olmanın rahmeti kısa bir zamanda “biz, biz, biz …” naralarının arasında gazap ateşiyle yanar hale gelmektedir. İsimler, cisimler, tabelalar birer fetişe dönüşmekte, uhuvvet ve keyfiyet hep bir başka bahara kalmaktadır. Ehliyet temelli yönetim anlayışı bizimkiler, bizden olanlar realitesinin önünde buz gibi erimektedir. Kendi kurumsal yapılarına ve yönetim birimlerine ehliyet, adalet, istişare esaslı Kur’an’ın yönetimle ilgili farzlarını uygulamak yerine, topu devlete, siyasete atmak hepimizin işine gelmektedir.

Ezcümle bize hayat verecek yönetim umdeleri iman edenler için bir ışık olmaya devam etmektedir. Lakin mesele Mevlana’nın tespitiyle “körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma” makamında bulunup bulunmadığımızla alakalı gibi durmaktadır. Gözünü kapatanlara fayda verecek bir ışık, kulağını tıkayanlara duyurulacak bir hakikat yoktur.