Postkolonyal Afrika Devleti

Temeli sömürgeci merkez gücün çıkarlarını korumak hatta mümkünse bu çıkarları yerelde maksimize etmektir. Şiddet ve sömürme eğilimi barındıran bu yapay idarenin tesis edilebilmesi ve kalıcı hale gelmesi için yapılması gereken öncelik ise ele geçirilen topraklarda hüküm süren gelenekle ilişkili otoriteyi ve idareyi devre dışı bırakmaktır.

Serhat ORAKÇI

Dr., Haliç Üni. Öğretim Üyesi

Günümüzde 1.5 milyar insanın yaşadığı Afrika topraklarında politik sınırları belirlenmiş 54 farklı devlet yer alırken bu devletler büyüklü küçüklü 1.500’ün üzerinde etnik topluluk barındırmaktadır. Geneli 1960 sonrası bağımsızlık kazanan bu devletlerin en temel ortak özelliği ise sömürgeciliğe maruz kalmaları (Liberya ve Etiyopya hariç) ve kolonyal güçlerin etkisinde benzer süreçlerden geçmiş olmalarıdır. Elbette Afrika kıtasında sömürgecilik sonrası varlık göstermeye başlayan devlet yapıları arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da bulunmaktadır ancak temelde devletten umulan güvenlik, kalkınma, refah gibi olguların uzağına düşülmüştür. Bugün hâlâ Afrika ülkelerinin sosyo-ekonomik göstergelerinin dünya ortalamasının altında seyredişi devam etmektedir. Kanaatimizce bu geriye düşüşün sebepleri arasında postkolonyal Afrika devletinin yapısı son derece önemli bir yer tutmaktadır.  

Bir şey “postkolonyal” ise “kolonyal” ve onun da öncesini ifade eden “kolonyal-öncesi (precolonial)” olgular arasında bir ilişki ve süreklilik olmalıdır. Postkolonyal Afrika devletinin doğuşu da geleneksel idare yapılarının sömürgecilikle birlikte ortadan kaldırılması sonrası kolonyal devletin devamlılığının farklı bir tezahürü olarak belirmiştir. Bu minvalde geleneksel yapıları bozguna uğratan kolonyal idare, belirleyici bir statüdedir ve bu nedenle postkolonyal Afrika devletine yönelen her inceleme öncelikle kolonyal devlete değinmek mecburiyetinde kalır.

Sömürge İdaresi ya da Kolonyal Devlet

Sömürgecilik faaliyetlerinin işlevsel kıldığı bir kurgulama olan “Kolonyal Devlet” Avrupa güçlerinin küresele yönelen sömürü eğilimleri doğrultusunda farklı coğrafyalarda uygulamaya sokularak pratiklik kazanmıştır. Temeli sömürgeci merkez gücün çıkarlarını korumak hatta mümkünse bu çıkarları yerelde maksimize etmektir. Şiddet ve sömürme eğilimi barındıran bu yapay idarenin tesis edilebilmesi ve kalıcı hale gelmesi için yapılması gereken öncelik ise ele geçirilen topraklarda hüküm süren gelenekle ilişkili otoriteyi ve idareyi devre dışı bırakmaktır.

Geriye dönüş hayalini tamamen ortadan kaldırmanın yolu fiziki sömürüyü zihinsel sömürgecilik ile paralel sürdürmek şeklinde benimsenmiştir. Bu yolla kültürel aşağılamaya maruz bırakılan topluluk bir daha asla kendine özgü hasletlere gerçek anlamda dönme eğilimi gösteremeyecektir. Hatta bazı durumlarda kendine özgülükten tiksinecek hale gelecektir. Sömürge pratiğinde geleneklerinden koparılan bireylerin, özellikle aydınların, yaşadığı kimlik bunalımı bu yönde bir zihinsel sömürüden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Afrika topraklarında icra edilen sömürgeci faaliyetlerin önemli çıktılarından biri geleneğe bağlı hiyerarşi, otorite ve idarelerin kökünden kazınması olmuştur ancak bu hafızayı silme işlemi bir daha asla geriye dönüşü mümkün kılmayacak şekilde yapılmıştır ki adeta “tarihsizleştirme” misyonu icra edilerek kültürel kodlar formatlanmıştır. Böylelikle tek bir yöne doğru ilerlemek, yani Batılılaşmak nihai amaç haline getirilmiştir.

Kolonyal devletin temel politikası merkeze mali yük getirmeyecek şekilde çevrenin (sömürgenin) kaynaklarını (insan gücü dahil) rasyonel bir şekilde aktarmak ve bu yolla merkezi zenginleştirip ihya etmektir. Bu yönde kurgulanan devlette esas olan yönettiği halkların refahı ve çıkarı değil, binlerce kilometre uzakta yaşayan başka bir topluluğun refah seviyesini artırmak ve çıkarlarını korumaktır. Kolonyal devletin varlığını sağlayan bu haksız transfer nedeniyle merkezin zenginleşmesi karşısında çevre her daim ekonomik kayıplar içinde olmuştur. Afrikalı köle emeğiyle inşa edilen Batılı metropoller bu durumun en bariz yansımasıdır. 

Postkolonyal Devlet

Bu yapay kurgunun sonsuza kadar muhafaza edilemeyeceğinin anlaşılması; bu kurguya ortak olmak isteyen güçlerin belirmesi uzun sürmeyecektir zira sömürgecinin dünyasını yavaş yavaş tanımaya başlayan ve onun gibi oturup kalkmasını öğrenenler eğitim sürecine dahil olarak yeni bir yüz, yeni bir düşünce biçimi edinecektir. Bu realiteyi fark eden kolonyal idarenin artık yapması gereken Batılılaşmayı özümsemiş eğitimli elitlerle işbirliği sürecine yönelerek onların potansiyelinden faydalanmak olacaktır. Bu sayede “vatansever” elit peşine taktığı toplumla hayalini kurduğu ulusal projesini hayata geçirmeye çabalarken aynı zamanda da sömürgeci gücün çıkarlarını korumaya devam edecektir.

Yerli işbirlikçilerin devşirilmesi başarıyla gerçekleştiğinde artık kolonyal devletin yıkılma zamanı gelmiştir. Gösterişli bir bayrak ayiniyle fiili varlığına son verilir. Postkolonyal devlet artık yerli elitlerin ellerinde yükselmeye hazırdır. Ancak bunun yerel görünümlü bir yabancı olduğunun anlaşılması ise fazla uzun sürmeyecektir çünkü iktidar el değiştirmiş ama radikal bir değişim yaşanmamıştır. Aradan geçen zamana rağmen artık eski sömürgeci olarak anılan güç çıkarlarını korumaya ve sömürmeye yerli elitlerle ilişkileri üzerinden devam etmektedir. Hatta şartlar kolonyal dönemi aratacak düzeyde kötüleşmiştir.

Kaynakların metropole transferini gerçekleştiren bir grup eğitimli elit bu hizmetlerinin karşılığını alarak zenginleşme yoluna girerken topluluğun geride kalan üyeleri son derece vasat-altı koşullarda yaşamaya mahkûmdur. Önemli olan bu bir grup yönetici elitin çıkarlarının öncelememesi ve korunmasıdır. Paranoya içinde muhalefet bastırılır; yeni rejimini devamlılığı için gerekli tek parti yönetimi kurulur ve militarizasyona kayılır. Göstermelik seçimler ile demokrasi oyunu oynanır, %50’nin altında katılım ve %95’lerde oy alan iktidar, seçim zaferini gösterişli bir şekilde kutlamaktan geri durmaz.

Halkın devlete olan yabancılaşması ise hızla gerçekleşir çünkü devlet-millet bütünlüğü sağlanamamıştır. Etnik ve dini çatışma için zemin her daim hazırdır. Devletten umudunu kesen halkın yapması gereken görünmez olmak, en azından ağır vergi ve baskılardan kurtulmaktır. Diploma edinebilenler diasporaya dahil olarak kendini bu cendereden kurtarırlar. Artık yapabilecekleri geride bıraktıkları ailelerine para göndermek, alabildiğine eleştirmek ve girdikleri dünyaya uyum sağlayarak adapte olmaya çalışmaktır. Memleketteki huzursuzluk, istikrarsızlık nedeniyle göç arttıkça diasporadaki nüfus da artar.

İktidar hayatta kalmasının dış desteğe bağlı olduğunu iyi bildiğinden eski sömürgecisini ürkütmekten çekinir. Modernizasyon kapsamında dış silah ve eğitimler alan askerlerin gene dış aktörlerce kışkırtılarak silahlarını rejime yöneltmesi ihtimali her zaman geçerliliğini korumaktadır. Yönetici elit şüphe ve korku içinde yaşamaya mahkûm edilmiştir. En yakınındaki muhafız alayının bile kafayı çekip bir darbe senaryosu ile harekete geçmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Tepe yönetim için yurtdışına çıkmak bile riskli hale gelir. Devlete ait basın yayın organları beyin yıkayıcı yayınlarını bıkmadan usanmadan sürdürürken her şeyin farkında olan halk sessizce patlama anını beklemeye devam eder. Şartlar olgunlaşınca mutlaka bir kurtarıcının zuhur edeceğine inanmaya devam eder.  

“Kurtarıcı” geldiğinde ise sokağa dökülmek, yönetimi indirmek muazzam bir tutkuya dönüşür. Bayraklar açılır. Hoş sloganlar türetilir. Umut yeşerir. Devrim denen şeyin tadına bakılır. Ama sular yavaş yavaş duruldukça maskeler iner. Kurtarıcı sanılanın gerçek kurtarıcı olmadığı; form değiştirmiş başka bir kukla olduğu ortaya çıkar. Hayal kırıklığı inanılmazdır. Sonuç itibariyle postkolonyal Afrika devleti sömürgeci gücün yeni-sömürgecilik anlayışının bir aparatı gibi hareket etmeye devam edecektir. Çekirdeğini oluşturan kolonyal devletten fazla uzaklaşılamamıştır. Yönettiği halka karşı aynı şiddet ve sömürü eğilimlerini içinde barındırmaya devam eder.