Avrupa’da Irkçılık Meselesi

İnsanların kendilerini daha üstün görme hastalığının bir hududu yoktur. Bu kardeş kavgası o kadar çok ileri gitmektedir ki, aynı köyün yukarı mahallesi ile aşağı mahallesi arasında bile vahşice kavgalara sebep olabilir.

Mucahid YILDIZ

Irkçılığın temelinde aslında kardeş kavgası yatmaktadır. Kendisini daha üstün gören bir anlayışın ruhen hastalıklı bir tezahürüdür. Cenabı Hak, insanları birbirleriyle savaşmaları için değil[1], tanışıp farklı meziyetlerinden karşılıklı istifade etmeleri için ayırdığını söylüyor. Ne var ki nefsine ve şeytana hizmet eden sefil, daha üstün olduğunu iddia ederek ırkçılık yapmaktadır. Dünya tarihinde bu yüzden sayısız savaşlar yapılmış, milyonlarca insan bu uğurda can vermiştir. Bir ruh hastalığı olarak ifade edebileceğimiz bu sapkınlık maalesef tüm milletlerde az ya da çok mevcuttur. Bunu bilen küresel şer güçler, her zaman ve her yerde insanları birbirlerine karşı kışkırtmak suretiyle ırkçılık belasını suistimal etmektedirler.

İnsanların kendilerini daha üstün görme hastalığının bir hududu yoktur. Bu kardeş kavgası o kadar çok ileri gitmektedir ki, aynı köyün yukarı mahallesi ile aşağı mahallesi arasında bile vahşice kavgalara sebep olabilir.

Avrupa’da insanların varoluşlarından bu yana 2. Dünya Savaşı sonuna kadar bu kavgaların haddi hesabı yoktur. Bugünkü Avrupalının genetik yapısı da buna çok müsaittir. Örneğin, Almanya’daki bazı eyaletlerin adı ‘freier Staat’ yani özgür devlet ismini almıştır. Almanya, bilindiği gibi federal eyaletler sistemiyle idare edilmektedir. ‘Bundesrepublik Deutschland’ bir cumhuriyet birliğini ifade etse de, bazı eyaletlerin bu şekilde ayrı bir özgür devlet olduklarını te’kid etmeleri, bölgesel ırkçılığın bir işaretidir. Bizim burada yakinen yaşadığımız bazı örnekler de vardır. Mesela, Düsseldorf ile Köln şehirleri arasında bile, şaka gibi gösterilmeye çalışılsa da hissi bir zıtlaşmayı görebilirsiniz.

Büyük savaştan sonra bir duraksama ve kendilerini hesaba çekme dönemi başlamıştı. Avrupa Birliği’nin temelini meydana getiren prensipler artık bu kavgaların sona ermesi gerektiğini düşünenler tarafından geliştirildi. Fakat, 2. Dünya Savaşı sonrası Batı Almanya’nın ipleri, dört büyük işgal bölgesi olmasına rağmen  tamamen ABD’nin eline geçti. Doğu Almanya ise; Rusların payına düşmüştü. ABD, Nazi Almanya’sından savaş öncesi kaçan Yahudi elitleri çok iyi bir şekilde bünyesinde kullandı. Aynı şekilde savaş sonrası Nazi askeri yapısındaki istihbarat güçlerini ve diğer önemli güçleri tüm dünyada kullanmak üzere bünyesinde eritti. Avrupa’da yeniden güçlü bir Almanya’nın ortaya çıkmasını önlemek için ise kullandığı en önemli unsur yine ırkçılıktır. Halkı korkutmak ve sindirmek için bundan daha iyi bir mevzu bulamazdı.

ABD’nin dış istihbaratından sorumlu CIA’nın, başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesindeki neonazi gruplarla bağlantısı olduğu bilinen bir gerçektir. ABD içindeki meşhur Ku-Klux-Klan ırkçı örgütü üzerinden neonazi gruplarla bağlantılar sürdürülür.

Bugün Avrupa’da sağcı partilerin giderek daha güçlü hale gelmesinin en önemli sebebi, halkın ekonomik olarak alıştığı yüksek standartların altına düşmeye başlamasıdır. Halkın çok zenginleşmesini istemeyen, geçim ve yüksek tüketim arzusu ile insanları oyalamak isteyen kapitalist küresel “şer” sisteminin hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da da insanlar bu hale getirilmiştir.

Netice itibariyle, Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partiler hükümet olsalar bile, devletlerin takip ettikleri siyasi strateji, onu elinde tutan güçlerin istediği cihette uygulanmaya devam edecektir. Nitekim, Avusturya’da daha önce hükümet olan ve son seçimlerde yine birinci olarak sandıktan çıkan FPÖ, geçmişte hükümet ortaklığı yaptı. Buna rağmen Avusturya’nın yabancılar politikasında ve diğer konularda çok fazla bir değişikliğin olduğu kanaatinde değilim.

Almanya’da yapılan son iki eyalet seçiminde de aşırı sağcılar oylarını büyük oranda artırarak eyalet parlamentolarına girmeyi başardılar. Tüm ideolojik kavgalara rağmen, yapılan icraatların reform niteliğinde değişiklik gösterebileceğini sanmıyorum. Bu arada, Almanya’da iktidarda ve muhalefette olan güçlü partiler oy kaybederken bunlara muhalif olan yalnızca sağ parti AFD değil.  Sol Partiden ayrılan Sara Wagenknecht tarafından kurulan BSW de (Sara Wagenknecht Birliği) her iki eyalet seçimlerinde üçüncü parti olarak sandıktan çıktı. Ekonomik olarak çok şey vaat eden Wagenknecht, iktidar olsa bile, sistemin mecbur ettiği çerçevenin dışına çıkamaz.

Aşırı sağın yükselişi Hitler’i hatırlatsa bile, günümüz şartlarında yeniden bir Nazi Almanya’sının ya da bir başka Avrupa ülkesinde benzer bir rejimin iktidara gelmesi neonazi hayalinden öte bir şey olamaz. Fakat her geçen gün daha çok Avrupalının İslam’a yönelmeleri ve Müslümanların sayısının artması, küresel siyonist güçlerin daha çok dikkatini çekmektedir. Bu yüzden, mevcut hükümetler de bu güçlere hizmet ettiklerinden, polis gücünü, özellikle son aylarda hepimizin müşahede ettiği gibi Filistin’i destekleyenlerin üzerine salmaktadır. İsrail siyonist rejiminin katliamlarını protesto edenler aşırı bir polis şiddetine maruz bırakılıyor.

İslam’ın Avrupa ülkelerinde daha fazla yayılmasına engel olmak için özellikle Müslümanları hedef listelerinin başına alan ırkçı aşırı sağ partilerin daha çok önleri açılabilir. Geçmişe bir göz attığımızda Almanya’da ortaya çıkan AFD, “salonfaehig” olarak tabir edilen, yani muhatap alınan bir parti haline medya aracılığıyla getirildi.


[1] Hucurat Suresi 13. ayet