EBU EYYÛB EL-ENSÂRÎ
Bir gün Ebu Eyyûb’u, Resûl-i Ekrem’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân, bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebu Eyyûb, “Ben bu mezar taşına değil Rasulullah’a geldim. Onun, ‘din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” diye cevap verdi (Müsned, V: 422).
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü
40. HADİS
حديث أَبُو أَيُّوبَ خالد بن زيد بن كليب بن ثعلبة بن عبد عمرو بن عوف بن غنم بن مالك بن النجار بن ثعلبة بن الخزرج الأنصاري عَنْ أَسْلَمَ أَبِي عِمْرَانَ قَالَ : غَزَوْنَا مِنْ الْمَدِينَةِ نُرِيدُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ وَعَلَى الْجَمَاعَةِ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ خَالِدِ بْنِ الْوَلِيدِ وَالرُّومُ مُلْصِقُو ظُهُورِهِمْ بِحَائِطِ الْمَدِينَةِ فَحَمَلَ رَجُلٌ عَلَى الْعَدُوِّ فَقَالَ النَّاسُ مَهْ مَهْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يُلْقِي بِيَدَيْهِ إِلَى التَّهْلُكَةِ فَقَالَ أَبُو أَيُّوبَ إِنَّمَا نَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ فِينَا مَعْشَرَ الْأَنْصَارِ لَمَّا نَصَرَ اللَّهُ نَبِيَّهُ وَأَظْهَرَ الْإِسْلَامَ قُلْنَا هَلُمَّ نُقِيمُ فِي أَمْوَالِنَا وَنُصْلِحُهَا فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى وَأَنْفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ فَالْإِلْقَاءُ بِالْأَيْدِي إِلَى التَّهْلُكَةِ أَنْ نُقِيمَ فِي أَمْوَالِنَا وَنُصْلِحَهَا وَنَدَعَ الْجِهَادَ قَالَ أَبُو عِمْرَانَ فَلَمْ يَزَلْ أَبُو أَيُّوبَ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ حَتَّى دُفِنَ بِالْقُسْطَنْطِينِيَّةِ
Ebu Eyyüb Halid İbn-i Zeyd El Ensari Hadisi:
Ebu İmran, Eslem şöyle dedi: Biz İstanbul’a niyet ederek Medine’den savaşa çıktık. Medineden çıkan birliğin başında Abdurrahman b. Halid b. el-Velid vardı. Rum (askerleri) sırtlarını (İstanbul) şehrinin surlarına dayamışlardı. Derken bizden bir serden geçti düşmana saldırıp düşman safları arasına daldı. Bunun üzerine orada bulunan Müslümanlar, ‘Vazgeç, vazgeç! lâ ilahe illallah kendi elleriyle kendini tehlikeye atıyor!’ diye feryada başladı.
Bunu gören Ebu Eyyûb El-Ensarî, “(Sizin söylediğiniz gibi değil) bu ayet biz Ensar topluluğu hakkında indi. Allah; Peygamberi Muhammed’e (s.a.v) yardım edip İslamiyet’e destek olup yardımcılarını çoğaltınca kendi kendimize ‘Hadi gelin mallarımızın başında duralım, onları düzene koyalım.’ demiştik. Bizim sözümüze karşılık yüce Allah, ‘Allah yolunda infak ediniz de kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız!’ [Bakara, 195] ayetini indirdi.
Kendi ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak demek, mallarımızın başında onları düzene koymakla uğraşmamız ve cihadı terk etmemizdir.” dedi.
Hadisin Ravisi Ebu İmran dedi ki; Ebu Eyyûb Şehit olup da İstanbul’a defnedilinceye kadar cihada devam etti.
(Ebu Davud: 2512, Tirmizi: 2972)
Bu Hadisten Öğrendiklerimiz
İslam’ın emirleri, yasakları ve tavsiyeleri, tamamen maslahat (dünya ve ahiret mutluluğu) üzerinedir. Çoğu kere hastalık ve kötü alışkanlıklarla mücadelede söz konusu edilen; “Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın” mealindeki ayetin sebeb-i nüzulünü açıklayan büyük sahabi ve büyük mücahit Ebu Eyyûb el-Ensari (ra), bizzat veya bilvasıta cihada iştirak etmekten kaçınanları uyarmakta, cihada hazır olmamanın ve mutlak sulh taraftarı görünümüne bürünmenin tehlikesine ciddi şekilde dikkatimizi çekmektedir. Harbi, tehlike; sulhu ise tehlikeden uzak kalmak sanmanın yanlışlığını ortaya koyan bu hadis-i şerif, Müslümanlar için bir hareket ve fedakârlık kaynağıdır. Görünüşe aldanmama ihtarıdır.
İlahi emirlerin ve yasakların insanların maslahatına uygunluğu ayet-i kerime ile şöyle açıklamıştır:
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـٔاً وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَࣖ
Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysaki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi: 216)
Savaşın fevkalade sıkıntıları olduğu muhakkaktır. Kişiyi ölüm tehlikesiyle burun buruna getirdiği de doğrudur. Ancak cihada iştirak etmek demek, mutlaka ölmek demek de değildir. Allah yolunda savaşırken ölene zaten “ölü” denemez. Çünkü Rabbimiz Kur’ân-ı Keriminde; “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.”, “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma, bilakis Rableri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.” (Âl-i İmrân 169, 170) buyurmaktadır.
İyilik ve tehlikeden uzaklık olarak değerlendirilen sulh hayırlıdır; ancak, Allah’ın ve bizim düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup bizim bilmediğimiz, ama Allah’ın bildiği düşmanları korkutup caydırmak üzere, elimizden geldiği kadar güç hazırlamak kaydıyla sulh hayırlıdır. Allah yolunda savaştan uzak durmak, kişiyi mal kazanmaya ve rahata alıştırır, dünyayı sevdirir, ölümden korkma hissini derinleştirir ve fedakârlık ruhunu öldürür.
İnançları çerçevesinde, kendi ülkesinde özgür yaşama mutluluğunun önemini takdir edemeyen fertlerden oluşan bir milletin varlığını sürdürdüğü görülmemiştir. Bu yüzden mutlak sulh taraftarı olmak, tehlikeyi tam anlamıyla kucaklamak demektir. Gerektiğinde cihada koşmasını ve ölmesini bilmeyen milletler yaşama ve özgürlük haklarından kendi elleriyle vazgeçmiş olmaktadırlar, işte bu kişilerin kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atması demektir. Nitekim Allah Teâlâ bir ayet-i kerimede cihattan geri kalanların durumuna ışık tutmakta, acı sonlarını bizlere şöyle açıklamaktadır;
يَٓااَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا قٖيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِؕ اَرَضٖيتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَلٖيلٌ ﴿٣٨﴾ اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَلٖيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْـٔاًؕ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ
“Ey inananlar, size ne oldu ki, ‘Allah yolunda savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi ahirete göre pek az bir şeydir. Eğer toplanıp seferber olmazsanız Allah sizi elem veren bir azapla cezalandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Tevbe: 38, 39)
Tek kişinin çok sayıda düşman askerine karşı hücuma kalkması konusunda ulema şöyle düşünmektedir: Bu şekilde hücuma kalkmak, kişinin aşırı cesaretinden ve bu fiiliyle düşmanı korkutacağı veya Müslümanları onlara karşı cesaretlendireceği düşüncesinden ya da buna benzer düzgün bir gayeden dolayı olursa, güzel bir davranıştır. Tedbirsizce saldırıdan ibaret ise bu haramdır. Özellikle de onun bu davranışı, Müslümanların güvenlerini yitirmesine ve bir mağlubiyet yaşamalarına neden olacaksa tartışmasız böyle davranmak haramdır.
Tefsir alimleri bu ayetin, her halükârda savaşa hazırlıklı ve uyanık bulunmanın ve bunun için gerekli harcamaları yapmanın farz olduğunu ifade ettiği kanaatindedirler.
Buhari, Sahihinde “Tehlike ile helak aynı anlama gelir.’’ der. Yani malı, canı korumak için infaktan vazgeçmek, intihar etmek gibidir. Sahip olunan bütün değerleri, toplumun huzurunu kaybetmesi, vehim korku, geçimsizlik, anlaşmazlık, kötü alışkanlıkların labirentlerinde yok olmak ve İslam yurdunun helake sürüklemesi demektir.
Sonuç olarak şunu söylemek isterim ki; infak ve Allah yolunda cihat, nifakın ve helakin panzehri, var oluş ve dirilişin dayanağıdır.
EBU EYYÛB EL-ENSÂRÎ
Adı, Hâlid b. Zeyd b. Küleyb b. Sa’leb b. Abduavf b. Ğanm b. Mâlik b. en Neccâr b. Sa’leb b. el-Hazrec’tir. Hâlid b. Zeyd ismiyle tanınır. Ebu Eyyûb olan künyesiyle meşhurdur. İkinci Akabe Beya’tın’a katıldığı için “el-Akabî”, Bedir savaşına katıldığı için el-Bedrî, Hz. Peygamber’i (s.a.v) evinde misafir ettiği için de “Mihmandâr-ı Nebî” diye anılmıştır.
Babası Zeyd b. Küleyb, annesi Hind bint-i. Saîd b. Amr b. İmriulkays’tır. Ebu Eyyûb El- Ensari (r.a) soyu ile ilgili önemli bir nokta da Hz. Peygamber’e (s.a.v) dedesi Abdülmuttalib’in annesi tarafından akrabası olmasıdır. Ebu Eyyûb’un hanımı Fâtıma binti Kays’tır. O da kocası gibi ilk erkek çocukları olan Eyyûb’a nispetle Ümmü Eyyûb olarak künyelenmiştir. Çocukluğu, gençliği ve İslam’dan önceki hayatı ile ilgili hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
Müslüman olması ikinci Akabe Beya’tından bir yıl kadar önce hicri 621 yılındadır. Ebu Eyyûb’la birlikte hanımı da Müslüman olmuştur. Allah Rasulü (s.a.v) onunla Mus’âb b. Umeyr’i kardeş yapmıştır. Bu Kardeşlikten şunu anlıyoruz ki, Musa’b b. Umeyr’in Medine’deki tebliğ faaliyeti ile Müslüman olmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v) ona misafir olmuş ve Allah Rasulü (s.a.v) alt kata, Ebu Eyyûb da üst kata yerleşmişlerdi. Derken Ebu Eyyûb bir gece uyanmış ve kendi kendine, “Biz Rasulullah’ın (s.a.v) başının üzerinde yürüyoruz” der. Bunun üzerine çekilerek bir kenarda geceler. Sonra durumu Hz. Peygamber’e (s.a.v) arz eder. Allah Rasulü (s.a.v), “Alt kat daha uygun.” Buyurursa da Ebu Eyyûb, “Sen altında bulundukça ben bir çatının üstüne çıkamam” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) üst kata, Ebu Eyyûb da alt kata geçerek yer değişirler.
Abdullah b. Ubeyy’in Mescid-i Nebevî’de dünyevî şeref için oturduğu bir yeri vardı. Her hafta cuma namazı vaktinde Hz. Peygamber (s.a.v) minbere çıkınca o da kalkıp “İşte Allah’ın Rasulü aranızdadır. Allah sizi onunla şereflendirmiştir. Ona yardım edin ve ona itaat edin.” Diyerek, kendine bir pay çıkarmak ve rol kapmak istemesi Ensar’ın her zaman zoruna gitmişti. Uhud Savaşı sonrasındaki cuma namazında her zamanki gibi ayağa kalkarak aynı cümleleri tekrar etmek isteyince Müslümanlar ona karşı ilk kez ayaklanarak, “Otur, ey Allah’ın düşmanı!” dediler. Ebu Eyyûb sakalından tutarak, Ubâde b. es-Sâmit de ensesinden iterek, “Sen bu makama layık değilsin!” dediler ve onun dışarı çıkmasını sağladılar. Abdullah b. Übeyy çıkarken, “Sanki kötü bir şey söyledim. Ben ona destek olmak için ayağa kalktım” diyordu.
Hz. Peygamber’le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda Rasulullah (s.a.v) zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı.
Ebu Eyyûb (ra), Hz. Ebu Bekir devrindeki savaşlarla Hz. Ömer devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu. Medine asilerin eline geçip Hz. Osman’ın namaz kıldırması engellenince herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali’nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Ali halifeliği döneminde Irak’a gittiğinde onu Medine’de yerine vekil bıraktı. Hâricîler’le ve Hz. Muâviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali’nin yanında yer aldı.
İhtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu Müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Ebu Eyyûb, kuşatma devam ederken hastalanarak H. 49 (669) yılında vefat etti. Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askeri birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek defnedildi.
Ebu Eyyûb (r.a), Rasulullah’a (s.a.v) bağlılığı, ona olan derin sevgisi, ev sahipliği esnasındaki cömertliği, fedakârlığı ve ona karşı hassasiyeti ile meşhur bir sahabidir. Yanlışlar karşısında tavrını ortaya koyan, tabiatı itibarıyla cesur bir kişidir. Onun Müslümanlar nazarında bu kadar sevilmesinde etkili olan bir diğer yönü de hayatı daha çok cihatla geçen bir mücahit oluşu ve davası için göstermiş olduğu samimi azmidir.
Bir gün Ebu Eyyûb’u, Resûl-i Ekrem’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân, bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebu Eyyûb, “Ben bu mezar taşına değil Rasulullah’a geldim. Onun, ‘din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” diye cevap verdi (Müsned, V: 422).
Ebu Eyyûb el-Ensari’den 150 hadis rivayet edilmiştir. Bu hadislerin 12’si Buhârî’nin, 19’u Müslim’in Sahihinde bulunaktadır. 7 hadiste ise Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.
Allah O’ndan Razı Olsun.