Cephe tarafından çıkıp geçtiğimiz yakanın içerisine doğru hareket etmiş ve bu sefer daha geniş cephesine gelmiştik. Sarının turuncuya, yeşilin kahverengiye selam verdiği bir anın içinde kaybolmuştuk adeta. Rahman suresini okumaya başlamıştım içimden. Modern insanın başaramadığı bir “şey” vardı bu kasabada: Tabiatla barışık bir mimari anlayış. Kanyonun yamacına inşa edilirken tabiatla uyum sağlanmış ve günümüzde dahi bu estetik halini koruyabilmiş.
Zübeyir ŞEKERCİ
6.25’teki tren hareket etmişti nihayet. Uçurumun kenarına inşa edilmiş bir tarihi kasaba olan Ronda’ya yolculuk başlamıştı. Ronda Kasabası, Endülüs tarihinde hüzün ve şerefin imtizaç ettiği bir belde. Rondalı Müslümanlar, Ebu Abdullah gibi teslim olmak yerine mücadeleyi tercih etmişti. Kasabanın güçlü surlara ve derin bir vadiye sahip olması da savunmayı kolaylaştırmıştı. Aylarca süren savunmadan sonra açlık ve susuzluk baş göstermiş ve nihayetinde kasaba düşmüştür. Üç binden fazla erkek katledilirken kadınlar ve çocuklar köleleştirilmiştir.
Günümüzde Malaga’nın sınırları içerisinde bulunan Ronda’ya doğrudan tren seferleri olmadığı için iki saat beklemeli bir aktarma yaptık. Aktarma sonrası bir saat süren yolculuktan sonra kasabaya varmıştık. Henüz konaklayacağımız yerin giriş saati gelmediği için bir süre küçük ve havasız istasyonda bekledik. Daha önce de karşılaştığımız lavabo sorunu burada da mevcuttu. Bir süre tren istasyonun dışına çıkıp etrafı dolaştım. Sakin, sessiz ve sıcak bir kasaba. Giriş süresi yaklaşınca 20-25 dakika yürüdükten sonra kalacağımız yere yerleştik. Biraz dinlendikten sonra namazları kılıp meşhur köprüye doğru yola koyulduk.
Puento Nuevo, büyükçe bir kanyonun yamacına kurulmuş tarihi Ronda kasabasının yakalarının arasından geçen Guadelevin Nehri’nin üstüne inşa edilmiş üç köprüden birisidir. Mimar José Martin de Aldehuela tarafından 1793 yılında inşası tamamlanan köprü 120 metrelik uçurumun üstünde kasabanın iki yakasını birbirine bağlamaktadır. Ernest Hemingway, “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” adlı eserini bu köprü ve kasabadan ilham alarak yazmıştır.
Köprüye gelmeden önce uzun ve hareketli bir cadde ile karşılaşmıştık. Turistik albenisi yüksek olan bu beldede restoranlar, kafeler ve hediyelik eşya dükkânları bir hayli yoğundu. Bir süre yürüdükten sonra karşımıza bir meydan çıkmıştı. Biraz meydanda dolaştıktan sonra nihayet köprüye varmıştık. Köprüye vardığımda karşılaştığım manzara tek kelimeyle muazzamdı. Köprünün yamacından bir süre manzarayı seyreyledik. Rahman suresi ayetleri zihnimde canlanmıştı. Köprünün diğer tarafına geçtiğimizde cephe tarafından gördüğümüz manzara da bir hayli etkileyiciydi. Bir süre burada kalmış, etrafı seyrederken insanların hareketlerini gözlemleme fırsatı bulmuştuk. “Orada bulunma” hissi, modern insanın tabiri caizse çıplak gözle bakarak bulunduğu yerin kıymetini fark etmesini engelliyordu. Burada da bu hisse şahit olmuştuk.
Cephe tarafından çıkıp geçtiğimiz yakanın içerisine doğru hareket etmiş ve bu sefer daha geniş cephesine gelmiştik. Sarının turuncuya, yeşilin kahverengiye selam verdiği bir anın içinde kaybolmuştuk adeta. Rahman suresini okumaya başlamıştım içimden. Modern insanın başaramadığı bir “şey” vardı bu kasabada: Tabiatla barışık bir mimari anlayış. Kanyonun yamacına inşa edilirken tabiatla uyum sağlanmış ve günümüzde dahi bu estetik halini koruyabilmiş.
Böylesine tabiatla barışık, yüksek mimariye sahip bir beldeden ilim adamlarının çıkması tesadüf değil. Bu alimlerden en meşhuru Abbas bin Firnas’tır. 810 senesinde Ronda’da dünyaya gelen İbn Firnas, Kurtuba’ya müzik öğrenmek için gelmiş, burada dünya tarihinde ilk uçuş denemesini gerçekleştirmiştir. Kendi hazırladığı kanatlarla uçuşunu gerçekleştiren İbn Firnas, yaralı olarak kurtulmuştur. Bunun yanı sıra gökbilimiyle ilgilenmiş ve gezegen hareketleriyle ilgili çizimlerde bulunmuştur.
Geldiğimiz yakaya geri dönmüş, İspanya tarihindeki en eski rodeo alanlarından biri olan ve sayısız boğa güreşine tanıklık etmiş eserin oraya doğru hareket etmiştik. Ronda kasabası günümüzde boğa güreşleriyle ün yapmıştır. Burada boğa güreşlerini formel hale getirip maddelerini yazan Pedro Romero’nun buralı olması önem teşkil etmektedir. Arenanın giriş kapısına meskun bir boğa heykeli bulunmaktadır. Akşam vakti yaklaştığı için arenanın orada fazla durmamış ve ilerisinde bulunan seyir terasına geçip gün batımını izlemeye koyulmuştuk. Seyir terasında fotoğraf yakalamaya çalışan turistler, ekmek parası derdine düşmüş sokak müzisyeni ve hayvani dürtülerini kontrol edemeyen çiftler de bulunuyordu. Nitekim fevkalade bir manzarada şahit olduğumuz gün batımını mezkur görüntülerden ötürü görece erken terk etmiştik. Akşam vakti girdiği için çimenlikte namazı eda etmiş ve akabinde helal bir restoran arayışına geçmiştik. Tam bu arayış esnasında bir karnavala denk gelmiştik. Yaklaşık bir iki saat süren karnavala ilgi oldukça yoğundu. Hatta neler olduğunu anlamak için yolun ortasına doğru hareket edecekken bir hanımefendi önüne geçtiğimizi ima etti. Karnaval şeridini izleyen insanların ellerinde içkiler, sigaralar ve telefonlar… Kendinden geçen insanlar, farklı “konsept”e dayalı kıyafetler, gürültülü enstrümanlar ve dahası… Karnaval şeridinde katılımcı bir kadın kucağındaki çocuğunu düşürmesine rağmen -aşırı alkolün etkisinden olacak ki- gerekli reaksiyonu gösterememiş ve çocuğu başkaları yerden kaldırmıştı.
Sonradan araştırdığımızda tarihi bir öneme sahip olan mezkûr karnaval şeridinde “marvel”, “barbie” ve türevi sahnelerin sergileniyor olması kendi içerisinde ironisini barındırıyordu. Kesif kokuların küçük çocukların nesneleşmesi, genç kızların bedenlerinin teşhiri ve koca koca adamların hokkabazlığı baş ağrıtıcı bir iki saatin hülasasıydı. Karnaval bitmiş ve biz helal gıda arayışına kaldığımız yerden devam etmiştik. Haritaya göre hareket edip Kebap Estambul adlı bir restorana denk gelmiştik. İçeride karnavaldan çıkmış ancak karnaval havasından çıkamamış insanlar yemek yerken, yüksek sesle konuşuyorlardı. Görevliye etin helal olup olmadığını sorduğumda “evet” cevabından tatmin olamamış ve sorumu yinelemiştim. Görevli, “ben de müslümanım” cevabını vermişti. Besmele çekip yemeğe koyulmuştuk. Hesabı öderken bir camii için infak kutusu görmüştüm. İçki satışıyla infak kutusunun tenakuzu bize Darül İslam olmamaklığı hatırlatıyordu belki de. Bir zamanlar Müslümanların hakim olduğu bu beldede mücahitçe bir direnişin ardından kalan miras buydu işte. Karnavallar, hayvan istismarının doruğa ulaştığı boğa güreşleri ve abartılı teşhir… Ronda kasabası, bize geçmişi ve şimdisiyle kapısını açmıştı. İbn Firnas’tan Hemingway’a, minareden çan kulesine, hayadan yoksunluğa bir geçiş… Az yürümeli fakat yorucu bir günün ardından kaldığımız yere geri dönmüştük. Ertesi gün Sevilla yolculuğu bizi bekliyordu.