Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat İsimli Kitabıyla Cahit Zarifoğlu’nun Yedi Güzel Adam İsimli Kitabının “Metinlerarasılık” Bağlamında Karşılaştırılması Denemesi

Metinlerarası ilişkiyi, dil ve düşünce beraberliğinin müşahhas verisi olarak edebiyatın olmazsa olmazlarından biri olarak görürsek, hem Karakoç’un hem de Zarifoğlu’nun ortak bazı eserlerden, metinlerden ve hikâyelerden yola çıktıklarını teşhis edebiliriz.

Ali SALİ

Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu, 1950 sonrası Modern Türk Şiiri olarak tavsif edilen / adlandırılan şiir tarzının en önemli şairlerinden / yazarlarından iki kalem erbabıdır. Üstelik her iki şair de aynı “kesimde” yer alan ve şiirlerinin yanı sıra nesir yazıları ve hikâyeleri de aynı kesimin edebiyatı içinde değerlendirilen kalem erbaplarıdır üstelik. İlk örneklerinden sonra Muzaffer Erdost tarafından İkinci Yeni olarak tesmiye ettiği / adlandırdığı şiir yazma tarzının ilk ve en önemli çığır açıcı şiirleri, Karakoç tarafından okurla buluşturulmuştur. Ancak Karakoç, bu adlandırmayı, yani İkinci Yeni adlandırmasını daha 1950’li yılların ortasında reddetmiş ve bu yeni şiir tarzına “Yeni Realist / Gerçekçi Şiir” ismini vermiştir. İlk örnekleri Sezai Karakoç ve Cemal Süreya tarafından ortaya konan bu yeni şiir tarzı, 1960’lı yılların ilk yarısından itibaren unutulmaya, hatta tahfif edilmeye, tenkit edilmeye bile başlamıştır. 1950’li yılların ikinci yarısıyla birlikte Karakoç ve Süreya’nın yanına Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan, İlhan Berk de dâhil edilmiştir. Karakoç, Süreya, Ayhan, Mülkiye’de (Siyasal Bilgiler Fakültesi) talebedir ve aynı zamanda arkadaştırlar. Okul arkadaşları olmasına (Mülkiyenin hemen bitişiğindeki Hukuk Fakültesi’nde talebedir, ama Mülkiyedeki şairlerle arkadaştır, onun için okul arkadaşı dedik) rağmen Gülten Akın yeni tarz şiir yazmaya pek itibar etmemiş, ilk şiirlerinde özellikle Karakoç’tan etkilenmesine rağmen, sonrasında kendi şiir mecrasını farklılaştırmış bir şairdir. Bununla birlikte Kestim Kara Saçlarımı şiiri ve aynı isimli kitabında yer alan şiirlerinin bazı metinler, ciddi bir olarak Karakoç etkisi taşır. Cemal Süreya, Kestim Kara Saçlarımı şiirinin büyük bölümünün Karakoç’a ait olduğunu belirtmesine rağmen, Karakoç, Süreya’nın yazılı hâlde kamu ile paylaştığı bu konuda sessiz kalmıştır. Tabii ki Gülten Akın da sessiz kaldı bu konuda. Bu nesilden biraz daha yaşlı olan İlhan Berk, daha önce kitabı yayımlanmış olan (Garip Şiiri etkisinde bir kitap) Edip Cansever ve Turgut Uyar ile birlikte, İkinci Yeni olarak adlandırılan şiir anlayışının öncü isimleri arasında yerini almıştır. Gülten Akın gibi 1960’ların başlarında bu tarz şiiri benimseyen ve Gül Yordamı kitabındaki şiirleriyle umut da vaat eden Kemal Özer ise tarz değiştirerek Toplumsal Gerçekçi kanada savrulmuştur. Bu arada İkinci yeni etkisiyle ilk şiirlerini yazan Ülkü Tamer’i de unutmamak gerekiyor.

1960’ların ilk yarısında tahfif edilen, tenkit edilen ve unutulmaya terk edilen İkinci Yeni şiiri, 12 Eylül askeri darbesinin ardından İsmet Özel’in bu tarzı “Türk Şiiri’nin önemli son atılımı” olarak nitelendirmesiyle yeniden ilgi görmeye başlamıştır. Böylece, İkinci Yeni Şiiri tekrar rağbet gören bir şiir anlayışı hâline gelmiştir. Bu şiir yazma tarzının ilk örneklerini veren isimlerden biri, 1950’li yılların başlarında Sezai Karakoç’tur. 1951 yılında yazdığı Rüzgâr, Yağmur Duası ve 1952 yılında yazdığı Mona Roza şiirleriyle kendine özgü bir çizgiye sahip olduğunu göstermiştir. Her ne kadar şiirlerinde Necip Fazıl’ın etkisi hissedilse de Karakoç’un şiir anlayışı farklı bir yönelim sergilemiştir. İlk kitaplarından itibaren (Körfez, Şahdamar, Gül Muştusu) kendi şiirini kurmuş ve şiirleriyle özellikle 1960’tan sonra şiir yazmaya başlayan nesilleri çok derinden etkilemiş bir şairdir. Hızırla Kırk Saat, kendini ispat etmiş ve çevresinde hayran bir edebiyat heveslisi kesimi toplamış bir şairin mühim şiir kitaplarından biridir.  Kitabın isminde geçen “kırk” aynı zamanda Karakoç’un kitaptaki kırk şiiri kırk günde yazdığına işaret etmektedir. Karakoç, bu şiirleri İstanbul’da Kumkapı’daki bir sahil kahvesinde, kırk gün boyunca her gün aynı masaya oturarak yazmıştır bu şiirleri. Bu süreci muhtemelen yazılı olarak da ifade etmiştir diye hatırlıyorum; ama bu kırk günde kırk şiir yazdığına dair bu bilgi,  Karakoç’la yaptığımız bir sohbetten aklımda kalan cümlelere dayanmaktadır.

Metinlerarası ilişkiyi, dil ve düşünce beraberliğinin müşahhas verisi olarak edebiyatın olmazsa olmazlarından biri olarak görürsek, hem Karakoç’un hem de Zarifoğlu’nun ortak bazı eserlerden, metinlerden ve hikâyelerden yola çıktıklarını teşhis edebiliriz. 1965 yılında Julia Kristeva tarafından ortaya atıldığında, “Bütüncül bir yapıya kavuşturulması amacıyla bir edebî metnin dokusuna hem edebiyat alanından hem de başka alanlardan metin parçalarının katılması” anlamına geliyordu metinlerarasılık. Feyza Bulut, kavramın “ilk bakışta uyandırdığı izlenim ve işaret ettiği anlam alanı”nın başlangıçta yalnızca “metinler arasındaki ilişkiyi ifade etmek gibi kolay ve klişe bir yoruma bağlıyken”,  ancak zamanla değiştiğini ve “kavram geniş bir çerçevede tüm edebiyatı kapsayan ve metinle birlikte yazarı da ontolojik bir sürece katan üst düzlemde bir anlam alanına sahip” olduğuna dikkat çekiyor. Kristeva’nın “aslında her metin bir diğer metinden doğar” ifadesinin önemli bir meseleye işaret ettiğini düşünüyorum. Bunun farklı şekillerde tezahür ettiğini söylemek yeni bir keşif değil. Bir metin, bir başka metinden etkilenme sonucu ortaya çıkabileceği gibi, bir taklit (talebenin hocasının yolunu izlemesi anlamında taklit) sonucu da oluşabilir. Ayrıca metinler arasındaki ilişkinin iki farklı biçimde gerçekleştiği ifade edilmiştir. İlki, “toplumsal hafıza” diyebileceğimiz olgunun oluşturduğu zihniyetin etkisiyle planlanmamış metinlerarasılıktır. İkincisi ise “Şuurlu ve amaca yönelik olarak oluşturulmuş metinlerarasılık”tan söz edilebilir. Feyza Bulut, ilk metinlerarası ilişki için şu değerlendirmeyi yapıyor: “Metin yazarı, her şeyden önce bir okur olarak birçok metni bilinçaltına almış bir kimsedir. Bu doğrultuda, kimi zaman bilinçaltının dışavurumu, kimi zaman da takdir ve hayranlık neticesinde yazılan bir metin,  okunmuş olan metnin izlerini taşır.” Üstelik, 1930’lu yıllardan itibaren oluşturulmaya gayret edilen “kolektif kütüphane” ve bu kütüphanenin ihtiva ettiği kitapların belli bir kültür havzasına ait olması, ortak bir okuma kültürünü de kitapları olması zaten bir örnek okuma kültürünü de beraberinde getirmiştir. Bunu da göz ardı etmemek lazım. Amaca yönelik olan metinlararası ilişki için ise Bulut, şu tespitte bulunur: “Yazar, oluşturduğu metne çeşitli amaçlarla bir diğer metni dâhil eder. Bunu yaparken kimi zaman metnin adını doğrudan ifade eder, kimi zaman yazarın adını belirtir. Kimi zaman ise yalnızca metne göndermede bulunur ve metnin – yazarın tespitini okura bırakır.”

Bu yazımızın konusunu oluşturan Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat isimli kitabı ile Cahit Zarifoğlu’nun Yedi Güzel Adam isimli kitapları oluşturmaktadır. Her iki eser de metinlerarası ilişki bağlamında “amaca yönelik ve şuurla yapılmış bir ilişki” kapsamına girmektedir. Tür olarak her ikisi de şiir kitabıdır ve içeriklerindeki şiirler farklı bölümlere ayrılmış tek bir bütün hâlindedir. Hızırla Kırk Saat,  40 bölümden oluşan bir şiir iken, Yedi Güzel Adam başlangıçta 6 alt bölümden oluşan tek şiirdir. Yedi Güzel Adam ilk yayımlandığında (Edebiyat Yayınları) 6 bölüm iken, 40 yıl sonra TRT’deki Yedi Güzel Adam dizisine kadar ikinci bir baskıyı yapamamış bir şiir kitabıdır. TRT dizisinin ardından Yedi Güzel Adam,  100’ün üzerinde baskı yaptı. İlk baskısında 6 şiir bulunan kitap, ilave edilen şiirlerle 127 sayfalık 11 şiire ulaştı. Yedi Güzel Adam kitabına ilk baskısında giremeyen 5 şiir daha girdi kitaba. Bu eser, ilk olarak Zarifoğlu’ndan habersiz şekilde Nuri Pakdil tarafından kitaplaştırıldı. O baskıya giren şiirler, Zarifoğlu’nun Toplu Şiirler kitabında toplam 24 sayfa tutmaktadır. İkinci baskıdan itibaren sayfa sayısı 100 sayfa daha arttırıldı, aynı bağlamdaki şiirlerle. Kitabın bu baskısı Zarifoğlu’nun vefatından 27 yıl sonra yayımlandı ve söz konusu kitap dosyası merhum tarafından hazırlanmadı. Öte yandan, Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat kitabı, bizzat şair tarafından yayına hazırlandı ve günümüzde hâlâ onun hazırladığı dosya temel alınarak yayımlanmaya devam etmektedir. 

Karakoç’un kitabında, Kur’an’da anlatılan ve bu anlatılanlardan hareketle şekillenen  “Yedi Uyurlar” efsanesinden, Hızır’ın Musa Peygamber ile yaptığı üç yolculuğa ve bu yolculukların taşıdığı hikmetine kadar birçok dini ve tarihi unsur yer almaktadır. İslâm tarihinden, peygamberler tarihinden ve evliyalar tarihinden menkıbeler şiirlerde bir motif, istiare / metafor olarak kullanılmıştır. Ayrıca,  Peygamberimizin hayatından bazı kıssalar da yer almaktadır. Örneğin, Hira Mağarası’na değinilirken, Mekkeli müşriklerin mucize talebi üzerine “bedirlenmiş ay”ın ikiye bölünmesi, parçaların birbirinden ayrılması ve ardından yeniden “bedirlenmiş ay” hâline getirilmesi hadisesi de şiirle anlatılıyor. Ancak bu hadise hakkında bilgi sahibi olmayan bir okuyucu, ayın bölünmesinden bahsedildiğini anlamakta zorlanabilir.  Kitapta kırk şiir boyunca birçok peygamberin ismi geçmektedir: Musa, İsa, Davut, İlyas, Yusuf, Zülküfül. Kur’an’da Zelkifl olarak geçen bu peygamberin ismi Türkçe Zülküfül deniyor ve bu peygamberin Makedonyalı İskender olduğu yorumları yapılıyor tarihçiler, özellikle İslâm tarihçileri tarafından. Ancak, bunun tefsir ilminde yerleşmiş bir İsrailiyât unsuru olup olmadığı kesin olarak belirlenememektedir. Bunun yanı sıra, kitapta kıssalarını evliya menakıbından bildiğimiz Muhyiddin İbn Arabî, İbn Rüşd, Mevlâna, Şems, Mansur (Hallac) gibi evliyaların isimleri de zikrediliyor.

Zarifoğlu’nun Yedi Güzel Adam isimli kitabının isminde yer alan “güzel adam” ifadesi, Sezai Karakoç’tandır, Karakoç’un şiirindendir. Aynı şekilde, Zarifoğlu’nun ilk kitabı İşaret Çocukları da Karakoç’un şiirlerinden esinlenerek adlandırılmıştır.  Bu bağlantıyı bilenler zaten bilmektedir; ayrıca bu tespit Osman Özbahçe tarafından da yapıldı. Karakoç, şiirinde “işaret edilen çocuklar”dan bahsederken, Zarifoğlu bu ifadede hareketle İşaret Çocukları adını vermiştir.  Bu durumun bir etkilenme mi yoksa Harold Bloom’un sözünü ettiği anlamda “şiirde babalık” meselesi mi olduğu konusunda kesin bir yargıya varmak, mevcut bakış açısıyla mümkün görünmemektedir. Bu yargıya varmak mümkün görünmüyor, çünkü Zarifoğlu ilk ve önemli şiirlerini Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş dergisinde yayımlanmıştır.  İşaret Çocukları kitabında yayımlanan bazı şiirlerin yanı sıra,  Yedi Güzel Adam kitabındaki üç şiiri de ilk olarak bu dergide yayımlanmıştır.  Diğer üç şiir ise Edebiyat dergisinde yayımlanıyor. Bu şiirin (Yedi Güzel Adam) dördüncü bölümü, 1971 yılında Edebiyat dergisinde yayımlanıyor, ama “Yedi Güzel Adama” başlığıyla. Bazı isimler, Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisini, Diriliş çevresinden gelen arkadaşlarıyla birlikte kurmasının ardından, bu şiiri söz konusu başlıkla yayımlayarak bir çıkış yapma ve edebi bir efsane oluşturma gayesi güttüğünü iddia etmiştir.  Özellikle de Osman Özbahçe, bu hususta epey kalem oynattı. İddianın doğruluk payının olabileceği şiirin beşinci bölümünün 1973 yılında yine eski hâline dönerek Yedi Güzel Adam başlığıyla yayımlandığını tespit ediyoruz. Yedi Güzel Adama ifadesi, bir ithaf niteliğindedir. Zarifoğlu’nun ithaf ifadesi adlandırmasını kabul etmediği, şiirin orijinal başlığına dönmesiyle de açıkça görülmektedir.  Zarifoğlu, ilk şiirlerini Diriliş dergisinde yayımlamaya başladığı dönemden itibaren kafasında oluşturduğu bir yapıyı / anlatıyı şiir olarak yazmaya başlıyor. (Eğer Zarifoğlu müsaade etseydi, Yedi Güzel Adam efsanesi daha o yıllarda başlayacaktı. Zarifoğlu’nun itirazı nedeniyle,  Yedi Güzel Adam’dan vefatına kadar kimse bahsetme cesaretini bulamıyor. Ancak Zarifoğlu vefat ettikten sonra Mavera dergisinin 100’üncü sayısına kadar kimse bir daha dile getiremiyor bu meseleyi.) Osman Özbahçe’nin bu konuyla ilgili yazıları özellikle dikkat çekicidir. Bu durumu,  1970’li yılların ortalarında Eskişehir’de Atasoy Müftüoğlu, Nabi Avcı, Ersin Nazif Gürdoğan (Gürdoğan 1976’da Mavera dergisinin de kurucuları arasındadır) gibi isimlerin çıkarmaya başladığı Gelişme ve Deneme dergilerinde yayımlanan,  Zarifoğlu ile yapılan söyleşilerden de anlamaktayız:

İşaret Çocukları bir bakıma işaret edilen, gösterilen, seçilen çocuklardır. (…) Bunlar büyürler ve güzel adamlar olurlar. Yedi Güzel Adam başlıklı kitap ve içinde yer alan şiirler bu güzel adamları anlatır. (…) bu güzel adamlar belli bir menzile doğru yola koyulurlar. (…) Güzel çocukların, büyüyüp güzel adamlar olan adamların…”

“İlk şiir kitabım İşaret Çocukları, belirttiğim gibi, işaret edilen, kendilerinden bir şey beklenen; ama bir parça müphem çocuklardır. İkinci kitap olan Yedi Güzel Adam’da biraz ve giderek Menziller’de biraz daha belirginleşirler. Bu serüven içerisinde dikkat edilirse bir durulma, açığa kavuşma da söz konusudur. Ben anlaşılırlığı, kolay veya zor anlaşılırlığı, benim şiir hayatım içerisinde, böyle de yorumluyorum.”

“Nasıl oluyor da hep aynı çizgide kalıyorum. Zira özüm hiç değişmiyor. Şimdiye kadar neyse hep aynı kalacak. Velev ki hastalıklardan sonra huyları değişen çocuklar gibi müthiş bir olay bizim nehrin yatağını değiştirmesin. Bunun dışında hep aynıyım.”

Bu alıntılar, merhum Zarifoğlu’nun konuşmalarından alınmıştır. Zarifoğlu, önce “işaret edilen çocuklar”ı yazmış, ardından bu çocukların “güzel adamlar hâline gelme” serencamını kaleme almıştır. Tüm bu şiirleri, güzel adamlar hâline gelen çocukların ilerlediği “menziller”e ulaşma bağlamında yazmıştır. Zarifoğlu’nun ilk üç kitabının isimleri de bu temaya dayanır. Bu eserleri planlı ve belirli bir amaca matuf bir biçimde yazdığını Sezai Karakoç’un rahle-i tedrisinden geçmesinden biliyoruz. Zarifoğlu, Karakoç’un:

“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana söylemediniz”

“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz”

mısralarından sonra anlattıklarını öğrenmiş bir Anadolu gencinin öğrendiklerini, kendisine söylenenleri ve bunlardan çıkardıklarını yazmıştır şiirlerinde. Yedi Güzel Adam kitabında yer alan şiirlerinde bunları:

“Yedi adam biri bir gün”

“Yedi güzel adam

Biri bir gün”

“Yedi adamdan

Dağ göreni

Bir gün”

“Ben Abdurrahman Cahit

Yedi adamdan bir dağ göreni”

“Ben Abdurrahman Cahit,

İşaret koydu anam bana.

Sonra bir güzel adam.”

“Ben Abdurrahman Cahit

yedi güzel adamdan yedisi:

kan

aşk yâr

bela

dağ

sofra

göreni

gibi ifadelerle başlayan şiirlere dönüştürmüştür. Zarifoğlu da Karakoç gibi hem İslâm tarihinden hem peygamberler tarihinden hem de evliyalar tarihinden menkıbelere şiirlerinde yer verir. Zarifoğlu da “yedi uyurlar”dan bahseder, yedi uyurların “kıtmiri”nden bahseder Karakoç gibi. Tabii ki kendi şiir anlayışı ve kendi şiir yazma tavrı ve tarzıyla. Fakat şiirde bahsedilen Yedi Güzel Adam, Kur’an’da bahsedilen ve 350 yıl uyuduktan sonra uyanıp hayata karışmak için şehre yiyecek almaya gönderdikleri arkadaşlarının eli boş dönmesi üzerine tekrar uykuya dalarak vefat eden müminler değildir. Aynı şekilde, önce Diriliş dergisinden ayrılıp Edebiyat dergisini kuran, ardından Edebiyat dergisinden ayrılıp Mavera dergisini kuran kişiler de değildir Yedi Güzel Adam. Edebiyat dergisinin ikinci nesil yazarlarından / hikâyecilerinden biri olan Hüseyin Su (asıl ismi İbrahim Çelik, Hüseyin Su kod ismini Nuri Pakdil vermiştir kendisine) Zarifoğlu’na Yedi Güzel Adam’ı sorar. Aldığı cevap ise şudur:

“Bir defasında da Mavera’nın Selanik Caddesi’ndeki bürosunda Cahit Zarifoğlu’yla oturuyorduk. İki kişi daha vardı. (…) Yedi Güzel Adam şiirindeki yedi güzel insanın kimler olduğuyla ilgili söylentilerin ve yakıştırmaların çok konuşulduğu günlerdi. Kendisine yedi güzel adamın kimler olduğunu sordum. Her zaman hepimizin o çok sevdiğimiz ‘insanca ve artistçe’ tavrıyla ve parmağıyla bizleri göstererek; biri sen, birisi o arkadaş, birisi şu arkadaş, birisi de benim, dedi. Yerinden kalkıp geldi, kolumdan tuttu, pencerenin önüne götürdü ve aşağıdaki yoldan geçen üç kişiyi daha göstererek, ‘Bak, bir de şu gördüğün ve bizden habersiz geçip giden üç kişi’ dedi. Sonra yerine oturup ekledi: ‘Ne kadar güzel insan tanıyor ve biliyorsan onların hepsi!’ Az çok bunları biz de kestirebiliyorduk elbette. Yine de herkes en çok sevdiği ağabeyi ve insanı, yedi güzel adamdan biri kabul ediyordu. Biraz da merak dürtüsüyle soruyorduk tabii ki.”

Oysa şiirden yaptığımız alıntıda da görüldüğü gibi “yedi adamdan yedisi”dir Abdurrahman Cahit Zarifoğlu. Aşkı, belayı, yâri, dağı, kanı, sofrayı göreni, yani hepsidir kendisi.