Ali Şeriati’nin Hac Kitabı Üzerine

Öncelikle, kitabın klasik manasıyla bir hac rehberi olmadığını söylemekte fayda var. Hac ibadetinin nasıl yapılacağına dair doneler sunsa da asıl maksat fıkhî birtakım emirleri aktarmak değil. Şeriati, haccın felsefî ve sosyolojik bir analizini yapıyor ve okuyucuyu manevi bir yolculuğa çıkmaya davet ediyor. Manevi bir boşluk hissiyle boğuşan herkes, bu kitaptan birtakım çıkarımlarda bulunarak yaşama usûllerine dair yeni kararlar alabilir.

İbrahim Halid ALDEMİR

 “Her şey, kendini kendinden, hayatından ve bütün bağlarından koparmakla başlıyor.”

-Ali Şeriati

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

Ali Şeriati’nin Hac başlığıyla okura sunulan metni, kitabın akışına dair genel bir girişle başlayıp evvela küçük haccın ve bu süreçte yapılan ibadetlerin yorumuyla, ardından da büyük haccın mahiyeti ile ilgili yazarın değerlendirmeleriyle tamama eriyor. Okuma boyunca oldukça şairâne bir üslup ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu üslup, okuyucuyu kitabın içine çekmesi yönüyle oldukça avantajlı olsa da fıkıh ve akaid gibi ilimlerin birtakım detay konularının izahı sırasında yer yer manayı kavramayı güçleştiriyor. Ayrıca kitabı okurken, satır aralarına ustalıkla gizlenmiş Şia akidesi unsurlarına da dikkat etmek gerekiyor. Gerek hadis rivayetleri gerekse yazarın kendi anlatılarında sıklıkla bu akîdeye dair vurgulara rastlamak mümkün. Dikkatli bir okuyucu gözden kaçırmayacak olsa da bilhassa rivayet edilen hadislerin sıhhati konusuna önem vermekte fayda var. Değerlendirmeye başlarken, okuyucudan ricam hem bu metni hem de kitabı yalnızca hacca dair yeni bir perspektif olarak değerlendirmemesidir. Bu kitaptan alınacakların tüm hayatımızda tatbik edilebilme potansiyeline sahip olduğu göz önünde bulundurulursa daha çok verim alınacağını düşünüyorum.

Giriş

Öncelikle, kitabın klasik manasıyla bir hac rehberi olmadığını söylemekte fayda var. Hac ibadetinin nasıl yapılacağına dair doneler sunsa da asıl maksat fıkhî birtakım emirleri aktarmak değil. Şeriati, haccın felsefî ve sosyolojik bir analizini yapıyor ve okuyucuyu manevi bir yolculuğa çıkmaya davet ediyor. Manevi bir boşluk hissiyle boğuşan herkes, bu kitaptan birtakım çıkarımlarda bulunarak yaşama usûllerine dair yeni kararlar alabilir.

Ayrıca, kitabı okurken imgelerle karşılaşılacağını bilmekte fayda var. Yazar, başından sonuna kadar birçok imgeyle süslemiş kitabı. Bu imgeler farklı bağlamlarda farklı anlamlarla kullanılmış. Dolayısıyla, yüzeysel bir okuma kitabının mahiyetinin tam olarak anlaşılmasının önüne geçebilir.

Giriş bölümünde yazarın vurguladığı bir konu var ki bu konu genellikle bu kutsal toprakları ziyaret etme şerefine nail olmuş insanlarca ıskalanabiliyor.

“Yirmi üç yıllık elçilik hayatını – Mekke’de yıl yıl, Medine’de ay ay – derledim. Tarihte bu büyük ümmi Peygamber’in () hayatıyla ilgili okuduğum şeyleri, Peygamber () ülkesine ardı ardına yaptığım dört ziyaret sonucunda coğrafyada buldum. Peygamber’in () hayatını, Peygamber () ülkesine yerleştirdim.”[1]

Umre yahut hac vesilesiyle kutsal topraklara gittiğimizde Rasullulah’ın(ﷺ) siyerinden öğrendiklerimizi o mübarek beldelerde tatbik etmeye çalışsak, Rasulullah’ın(ﷺ) ayak bastığı toprakların mahiyetini kavrasak, siyeri zihnimizdeki soyut konumundan dünyamıza indirebilsek belki de bu mübarek ziyaretlerden alacağımız feyzi arttırabilir, gönlümüze işleyecek maneviyatı yoğunlaştırabiliriz.

İbadetlerin İncelenmesine Dair

            Şeriati, ibadetleri yalnızca yerine getirilmesi gereken sorumluluklar olarak değil, özelde İslam ümmeti olmak üzere tüm insanlığa dair evrensel bir deneyimler bütünü olarak ele alıyor. Ona göre, dinimizdeki ibadetler aklın, ruhun ve bedenin ahenkle hareket ettiği bütünsel bir eylem. Yazar ayrıca, genel olarak zihnimizde yer ettiği şeklinden farklı olarak ibadetleri yalnızca bireysel eylemlerden ibaret görmüyor; toplumsal bir pratik olarak ele alıyor. Dolayısıyla Şeriati’ye göre ibadetler yalnızca kul ile Allah arasında değildir; aynı zamanda kişiyi topluma entegre ederek topluma aktif birer katılımcı olarak dahil olmalarını sağlar.

            Hac kitabında Şeriati, ibadetleri modernleşme karşısında bir mücadele biçimi olarak tanımlıyor. Ona göre modern insan bir varoluş krizi içerisinde ve ibadetler bu krize birer yanıt mahiyeti taşıyor. Şeriati’ye göre temel sorun, insanın kendinden uzaklaşıp benliğinden bihaber olmasıdır. Modernleşmeyle hayatımıza giren bu yabancılaşma, kişinin hem kendisiyle hem de toplumla olan bağını zedelemiş, onu bireyselliğe itmiştir. İbadet bu bireyselleşmenin ve yozlaşmanın karşısında hem kişinin kendisini yeniden tanımasına hem de topluma yeniden entegrasyonuna açılan bir kapı niteliğindedir. Hac ibadeti ise bu ibadetlerin arasında özel bir konuma sahiptir; çünkü bünyesinde birçok imge barındırıyor ki bu imgeler Müslümanın hayatını yeniden şekillendirmesi açısında çok kıymetlidir. İhram, tavaf, Arafat duruşu gibi vecibeler, sadece fiziksel eylemler değil; insanın manevî ve toplumsal yenilenme süreçlerine karşılık geliyor.

            Şeriati’ye göre ibadetler, insanın özgürleşmesinde de oldukça önemlidir. Ona göre, ibadet etmek insanı tüm sahte bağlarından kurtararak yalnızca hakikate yönelmesine yol açıyor. Bu yöneliş, gerçek özgürlüğün bizâtihi kendisidir. Bahsi geçen özgürlük, yalnızca kişinin kendisine dair değil, toplumsal birlikteliğe dair bir özgürlüğü de içerir. Adalet yahut özgürlük idealleri gibi toplumsal normların inşasında ibadetler, önemli bir mücadele aracı olarak vazife görür.

Hac Bizim İçin Ne Demek?

            “Allah-iblis zıtlaşmasında hem Âdem hem İbrahim hem de Hacer karakterini canlandıracaksın bu başrolünde! Burada şahsın kim olduğu önemli değildir. Kendi şahsını ön plana çıkarmak yoktur burada. Cinsiyet de söz konusu değildir bu bağlamda. Sadece ve sadece bir kahraman söz konusudur; o da insan! Bu, bütün rolleri bir kişinin üstlendiği bir tiyatrodur. O bir kişi, hikayenin kahramanıdır. Aynı zamanda sahne açıktır; her yıl bütün İbrahimî insanlar bu hayret verici gösterime davet edilirler! … Herkes birdir burada, bir de herkes. İslam, insanları böyle görür![2]

Şeriati’nin zihnindeki hac imgesini anlamak için, haccın kendisinin insan hayatındaki yerini anlayabilmek büyük bir öneme haizdir. Ona göre hac, hayatın tüm vechelerini kapsayan oldukça geniş bir metafordur. Modern insanın yaşadığı kimlik krizleri yahut manevi boşluk gibi birtakım “modern” problemlere karşı güçlü bir imgesel yanıt niteliğindedir. Şeriati için hac, hayatın içinde pratiğe dökülmesi gereken bir imgeler ve ilkeler bütünüdür.

            Evvela ihrama bakışı izah edilmelidir. Ona göre ihram, kişinin sahip olduğu her türlü statüyü ve kimliği geride bırakması manasına gelir. Tüm elbiseler geride kalmıştır; Rabb’in huzurunda artık herkes aynıdır. Bembeyaz, dikişsiz ve süssüz 2 parça elbise… Bu giyinme ritüeli, özünde her insanın aynı olduğunu ve makamların, mevkilerin yahut unvanların Allah katında hiçbir ehemmiyetinin olmadığını gözler önüne serer. Allah katında muteber olan yalnızca takvadır; dünyada elde edebileceğimiz en kıymetli şey ise salih amellerimizden başkası değildir. Hacdan öğrendiğimiz bu imge, hayatımızın geri kalanına da entegre edilmelidir. Hayatımızın her alanında kendi gerçek benliğimizi aramak ve ona sadık kalmak gerekliliği her daim önceliğimiz olmalıdır. İhram, günlük hayatta sıkça karşılaştığımız kibir, ırkçılık yahut ayrımcılık gibi duygulara karşı mütevazılığı öğütler.

            Tavafla imgelenen, insanın hayatının merkezine alması gereken şeyin mahiyetidir. Şeriati’ye göre hac, insanın kendi iç dünyasında ve toplumsal yaşantısında neye odaklandığını sorgulaması için bir fırsattır. Merkezinde Kâbe olan çemberler halinde dönmek, esasında hayatımızın merkezine de Allah’ı almamız gerektiğini hatırlatır. Bu merkezîlik, yaptığımız her eylemde Allah’ı hatırda tutmak anlamına geldiği gibi her eylemimizi yalnızca O’nun için yapmamız gerektiğini de hatırlatır. Bu manasıyla tavaf bir niyet tazeleme eylemidir.

Şeytan taşlama eylemi, aslında hayatı boyunca insanın hem iç dünyasında hem de toplumda karşı karşıya kaldığı kötülüklere karşı verdiği mücadeleyi imgeler. Şeriati’ye göre insan, nefsinde var olan kötülüğe, isyana, günaha ve zulme karşı sürekli uyanık kalmalı ve taviz vermeden mücadele etmelidir. Bu nedenle şeytan taşlama, hac ibadetinde somutlaşan ve insan hayatının her aşamasına taşınması gereken daimi bir tefekkür ve direnme pratiğidir. Böylelikle hac, hayatın her safhasında devam eden bir manevi cihadın sembolü hâline gelir ve kişiyi hem bireysel hem de toplumsal hayatında doğruluk, adalet ve takva yolunda sabit kılar.

Arafat duruşu ise müminin hayatı boyunca sürdürmesi gereken sürekli bir bilinçlenme, iç muhasebe ve kulluk şuurunu imgeler. Şeriati’ye göre Arafat, insanın kendi nefsiyle, geçmişiyle ve toplumuyla samimi bir şekilde yüzleştiği bir vakfe yeridir. Bu yüzleşme, sadece hac ibadetinin bir merhalesi değil; aynı zamanda hayat boyu sürecek bir farkındalık hâlinin başlangıcıdır. Arafat’ta durmak, mahşeri çağrıştıran manevî bir bekleyiştir; her kulun Rabbiyle baş başa kaldığı, geçmişin muhasebesini yapıp gelecek için tevbe ve azimle yeniden yola koyulduğu bir imtihan yeridir.

Sonuç

Ali Şeriati’nin Hac adlı eseri, hac ibadetine salt ritüellerden ibaret bir yaklaşımın ötesine geçerek bu ibadeti insanın varoluşsal, ahlaki ve toplumsal dönüşümüne vesile kılmayı hedefler. Kitap, hac menasikini sadece şekli boyutlarıyla değil, özündeki derin anlam dünyasıyla birlikte yorumlar. Şeriati’ye göre hac, bireyin kendini arındırması, benliğini aşması ve toplumsal adalet arayışına yönelmesi için eşsiz bir fırsattır. Dolayısıyla bu eser, okuyucusunu sadece bir ibadeti anlamaya değil, aynı zamanda onu hayatına tatbik etmeye çağıran bir dönüşüm manifestosu niteliğindedir.


[1] Şeriati Ali, Hac (2007), Fecr Yayınları, Ankara.

[2] “Kim bir nefsi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsi diriltirse bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Maide, 5/32)