İsrail Hakkında On Mit

Brightman sadece kutsal bir vaadin gerçekleşmesini umut etmiyordu;  aynı zamanda Yahudilerin ya Hristiyanlığa geçmesini ya da topyekûn Avrupa’yı terk etmesini istedi. Zira hikâyenin sonunda Hristiyan siyonistler, Mesih geldiğinde tüm Yahudilerin Hristiyan olacağına, olmayanların ise öldürüleceğine inanmaktadır. Onlarla hikâyenin bu kısmına kadar çıkar ortaklığı yapan Yahudilerin ise inandıkları o gün geldiğinde ne yapacakları merak konusudur.

Elif ATABAŞ

(Viyana Ekonomi Üniversitesi mezunu. İşine ara vermiş tam zamanlı bir anne ve ev hanımı. Okumayı ve yazmayı seven bir blog yazarı. https://balkandays.blogspot.com/ )

“Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş
Bürhan sorardım aslıma, aslım bana bürhan imiş.”    

Ortaokul günlerinde, Gönül hocamızın sık sık tahtaya yazdığı bu satırları ve Niyazi Misri’nin bu veciz beyitleri hakkında sorular sorduğunu hatırlıyorum. Ardından teneffüslerde mırıldandığımız “Bir gün gelir”… ezgilerini duyunca, gülümseyerek yanımıza gelir ve o günün gelmesi için neler yapacaksınız bakalım, derdi. Yeni bitirdiğim Byung-Chul Hun’ın “Palyatif Toplum” kitabı beni o günlere götürdü.  Kitabı okuduktan sonra, dert olmanın, hele de o genç yaşlarımızda, dertlenmenin bize ne kadar çok kapı açtığını daha iyi görebiliyordum artık. Acı ve derdi olmamak kitapta günümüz insanının handikapı olarak şöyle ifadesini bulur:

“Mutluluğu şeyleşmekten, yani metalaşmaktan kurtaran bizzat acıdır. Acı, mutluluğa süreklilik kazandırır; çünkü acı, mutluluğu taşıyan özdür. Acılı mutluluk bir oksimoron değildir. Her yoğunluk, acı vericidir. Tutku ise acı ve mutluluğu bir araya getirir. Derin mutluluğun içinde bir acı anı vardır. Acı ve mutluluk, Nietzsche’nin deyişiyle “ikiz kardeşlerdir, birlikte büyüyen ya da birlikte- güdük kalan”. Acı engellendiğinde, mutluluk yavanlaşıp sıradan bir rahatlığa dönüşür. Acıya duyarlı olmayan insan derin mutluluğa kapısını kapatmıştır.”

Kitap kesinlikle “acı güzellemesi” yapmıyor. Dinine bağlı bir Katolik olan Byung-Chul Han, aslında bizim inancımızda da başımıza gelen imtihanlardan olgunlaşarak çıkma potansiyelimizi, aksine onu görmezden gelerek üstünü örtmeye çalışan zamane insanının, acıdan kaçarken başına gelecek acı sonu resmetmektedir bizlere. Bu bağlamda, 2022’de yazılan bu eser, Gazze’nin hâlâ nasıl ayakta kalabildiğini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Enkazın altında bir tarafta hafızlık yapan gencecik dimağları, bir tarafta resimlerini çizen sanatçıları anlamamızı kolaylaştırıyor. Heba Zagout da o sanatçılardan biriydi. Gazze doğumlu, Gazze doğumlu, El-Aksa Üniversitesi Güzel Sanatlar mezunu olan Heba, hayatın tüm acılarına rağmen, Filistin’in zeytin bahçelerini, verimli topraklarını ve güneş gibi Aksa’yı resmetti. Ta ki 13 Ekim 2023’e kadar… O gün, İsrail’in evine attığı bombayla, iki evladıyla birlikte şehit olurken, ardında resimlerini ve bu acının içinden daha da güçlenerek çıkan ailesini bıraktı. Bize de onların izinden giderek çalışmaya ve öğrenmeye devam etmek düşer. Bu acıyı sağaltmanın en iyi yollarından biri de Kafka’nın dediği gibi yazmak olsa gerek: Kafka, yazmanın “şeytan tarafından çimdiklenip, dövülüp neredeyse un ufak edilmenin” karşılığı olan “tatlı, şahane bir ödül” olduğunu söyler. Katlanılmaz acıların ödülüdür yazmak.”

İnsicam’ın bu sayısında sizlerle İlan Pappe’nin “İsrail Hakkında On Mit” kitabını mütalaa edeceğiz. Kitaba geçmeden önce, yazarın şahsiyeti ve entelektüel duruşu, eseri daha da dikkat çekici kılıyor. Zira yazarı aslen İsrailli olup, yeni tarihçiler dedikleri ekoldendir. İsrail’in arşivlerini açmasından sonra arşiv kaynaklarına birinci elden ulaşan bu yazarlar, kendilerine de senelerce yanlış bir tarih anlatıldığını görür ve asıl tarihi bizlerle paylaşırlar. Bu kitapta da Pappe on maddede İsrail’in dünyaya yaydığı yanlış anlatımı, delilleriyle çürütmektedir. Zira yazarın da ifade ettiği gibi; tarihin çarpıtılması sadece felaket ekecektir. Şimdi bu on maddeye (mite) kısa bir göz atalım ve kitabı derinlemesine okumayı sizlere bırakalım:

  • Filistin Boş Bir Ülkeydi

    “Siyonizmin yükselişinden önceki Yahudilerin kesin yüzdesi bilinmiyor. Bununla beraber bu, muhtemelen yüzde 2 ila 5 aralığındaydı. Osmanlı kayıtlarına göre, 1878’de günümüzde İsrail/Filistin olan yerde, toplam 462.465 nüfus ikamet ediyordu. Bu sayının 403.795’i (yüzde 87’si) Müslüman, 43.659’u (yüzde 10’u) Hristiyan ve 15.011’i (yüzde 3’ü) Yahudi’ydi.” Ayrıca siyonizm öncesinde, dini nedenlerle isteyenler Yahudilerin Filistin’e daha kalıcı bir biçimde yerleşmesini isteyenler esas olarak Hristiyanlardı (Siyonist Hristiyanlar). Birinci Dünya Savaşı devam ederken Sykes-Picot sonrası Filistin de diğer ülkeler gibi en azından self determinasyon hakkını kullanmaya çalışabilirdi, eğer Siyonizm kapısına dayanmasaydı. Sonuç olarak, Filistin boş bir ülke değildi.

    • Yahudiler Ülkesiz Bir Halktır

    “On altıncı yüzyılda İngiliz bir din adamı olan Thomas Brightman, “Onlar yeniden Kudüs’e geri dönecekler mi? Daha kesin bir şey yoktur: Peygamberler her yerde bunu doğruladı ve bunu aradı” diye yazdığında, bu nosyonları temsil ediyordu. Brightman sadece kutsal bir vaadin gerçekleşmesini umut etmiyordu;  aynı zamanda Yahudilerin ya Hristiyanlığa geçmesini ya da topyekûn Avrupa’yı terk etmesini istedi. Zira hikâyenin sonunda Hristiyan siyonistler, Mesih geldiğinde tüm Yahudilerin Hristiyan olacağına, olmayanların ise öldürüleceğine inanmaktadır. Onlarla hikâyenin bu kısmına kadar çıkar ortaklığı yapan Yahudilerin ise inandıkları o gün geldiğinde ne yapacakları merak konusudur.

    “Avusturya-Macaristan mareşali Lingli Charles-Joseph on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında şunları söylüyordu: ‘Yahudi’nin asimile edilemeyeceğine ve nerede olursa olsun, sürekli olarak bir ulus içinde bir ulus oluşturacağına inanıyorum. Benim görüşüme göre yapılabilecek en basit şey onları, sürüldükleri, vatanlarına geri göndermektir.’ Velhasıl “Siyonizm, bir Yahudi projesi haline gelmesinden önce sömürgeci bir Hristiyan projesiydi.”

    “Filistin’de bir Yahudi vatanı için etkin bir biçimde kampanya düzenleyen, önde gelen Britanyalı siyasetçi ve reformcu Lord Shaftesbury’di (1801-85).” Devamında ise kayınpederi olan Lord Palmerston “Yahudilerin Filistin’e dönüş planını yürürlüğe koydu. Çalışmalarını akademik makalelerle de desyekleyen Lord Shaftesbury; Yahudilerin dönüşünün, aynı zamanda Hıristiyanların kurtuluş umudu için de hayati olduğunu, yazacaktır. Tüm bu çabaların sonunda Kudüs’teki ilk Britanya konsolosluğu 1838’de açılır. “Konsolosluğa verilen talimatlar, onları korumaya söz vererek ve bazı vakalarda onları Hıristiyan yapmaya kalkışarak, Yahudilerin Filistin’e gelmesini gayrı resmi olarak teşvik etmeyi kapsıyordu.”

    “Yahudiler ve genel olarak dünya, Yahudilerin topraksız bir halk olduğuna ikna olmuş görünmedi. Shaftesbury, Finn, Balfour, ve Lloyd George fikri sevdi çünkü fikir, Britanya’nın Filistin’de bir tutunma noktası elde etmesine yardım etti.” Bu konuda daha ayrıntılı okuma yapmak isteyenler Shlomo Sand’ın bir yapı sökümü eseri olan “Yahudi Halkının İcadı” ve “İsrail Ülkesinin İcadı” eserlerine bakabilir.

    • Siyonizm Museviliktir

    Siyonizm, esasen Yahudi milliyetçiliğidir;  Musevilik aynı şey değildir. Bu konuda Yahudiler arasında da en başından beri farklı görüşler olagelmiş ve bunlar olabildiğince kitabın bu bölümünde dile getirilmiştir. Lakin bir devlet politikası olarak İsrail, Filistin’de toplanmalarının nedenini her zaman dini saiklere bağlamış ve bunu kullanmıştır.

    Eğitim Bakanlığı’nın 2014 yılında İsrail’deki bütün okullara gönderdiği bir mektupta şöyle yazmaktadır: “Eski Ahit İsrail devletinin kültürel altyapısını sağlar, onda ülke üzerindeki hakkımız demirlemiştir.”

    • Siyonizm Sömürgecilik Değildir

    “Siyonizm, iki Amerika’yı, Güney Afrika’yı, Avustralya’yı ve Yeni Zelanda’yı sömürgeleştiren Avrupalıların hareketlerine benzer, yerleşimci bir sömürgeci harekettir. İlk siyonist yerleşimciler 1882’de geldiğinde, Filistin toprakları boş değildi. Bu gerçek, ilk Yahudi yerleşimciler gelmeden önce bile siyonist liderler tarafından biliniyordu. İlk siyonist örgütler tarafından Filistin’e gönderilen bir delegasyon, meslektaşlarına şu raporu iletmişti: “Gelin güzel ama başka bir adamla evli.” Bu bilgilerden sonra yerleşimci sömürgeci tabirine kendi tarihlerinden aşina olan Amerika’nın İsrail’e sunduğu desteği de anlamak zor olmasa gerek.

    “Bize, ışığı getireceğinize inandırmıştınız,” demişti son kez birlikte olduğumuzda, “oysa sizin niyetiniz bizi de kendi karanlığınıza çekmekti!” (Göğü Delen Adam)

    • Filistinliler 1948’de Gönüllü Olarak Vatanlarını Terk Etti

    “Haziran 1938’deki toplantının kayıtlarından, gönüllü naklin aslında zorunlu anlamına geldiğini öğreniyoruz. Ben Gurion, zorunlu naklin gerçekleştirilmesinin, özellikle de bu Britanya tarafından yapılırsa, ‘Filistin’deki Yahudi yerleşimin tarihindeki en büyük başarı olacağını” belirtti. “Zorunlu nakilden yanayım; bunda ahlak dışı hiçbir şey görmüyorum’ diye ekledi. Önde gelen lider ve ideologlardan Menachem Ussishkin, ‘En ahlaki olan Arapların Filistin’in dışına nakledilmesi ve daha iyi koşullarda yeniden yerleştirilmesidir,’ dedi.” Filistin halkının vatanlarını gönüllü olarak bıraktıkları iddiasının ne kadar yersiz ve uydurma olduğu konusunda Avi Shlaim’ ın “Filistin Uğruna – 1948’in Tarihini Yeniden Yazmak” kitabında ayrıntılı açıklama bulabilirsiniz.

    Burada diğer uydurma mitleri okumayı size bırakıyorum ve yazımı son madde ile nihayete erdirmek istiyorum.

    • İki Devletli Çözüm İleriye Dönük Tek Yoldur

    “Genellikle olumlayıcı bir sesle aktarılan bu tanıdık mit, İsrail Filistin çatışmasının bir çözümü olduğunu ve bunun hemen köşede beklemekte olduğunu ileri sürer. Bununla beraber Batı Şeria’nın geniş kısımlarının İsrail tarafından halihazırdaki sömürgeleştirilmesi iki devletli çözümü olanaksız bir tasavvur haline getirir. En iyi durumda bir Filistin Bantustan’ı umut edilebilir. Günümüzde neredeyse 150 yaşında olan bir ulusal kurtuluş mücadelesinin, vatanın sadece yüzde 20′ si üzerinde koşullu bir özerk yönetimle son bulabileceği düşünülemez. İki devletli çözüm arada sırada morgdan dışarı çıkarılan, güzelce giydirilen ve canlıymış gibi sunulan bir cesede benzer. Onda canlı hiçbir şey kalmadığı bir kez daha kanıtlandığında, morga iade edilir.”

    “Filistin boş bir toprak değildi ve Yahudi halkının kendi vatanları vardı; Filistin “kurtarılmadı”, sömürgeleştirildi ve Filistin halkı 1948’de topraklarını gönüllü olarak terk etmekten ziyade vatansızlaştırıldı.”

    Sonuç olarak, İlan Pappe’nin “İsrail Hakkında On Mit” kitabı, tarihsel gerçekliklerle çarpıtılmış anlatılar arasındaki perdeyi aralayarak Filistin meselesine dair ideolojik manipülasyonları güçlü delillerle ortaya koymaktadır. Kitap, İsrail-Filistin çatışması üzerinden tarih boyunca süren sömürgeci politikaların köklerine de ışık tutar. Günümüz dünyasında doğru bilgiye ulaşmak ve tarihsel gerçekliği savunmak, barış ve hakikatin tesisi için temel taşlarındandır. Ancak mitlerin yerine hakikatin konulmasıyla gerçekler açığa çıkarılıp çözüm yolları üzerine yoğunlaşılabilir. Bu bağlamda, tarihsel perspektifi göz ardı etmeden, Filistin halkının yaşadığı acıları ve haklı mücadelesini anlamak, insani bir sorumluluktur.

    Filistin tarihini anlama ve anlatma mücadelesinin önemini ve gerekliliğini yazarımızın sözleriyle ifade ederek yazımızı bitirelim:

    “Karşı propaganda incelikli olduğu kadar karmaşıktır da ve savunmasız yakalanırsanız davanızın duyulmasını sağlamanız güçtür. Modern Filistin tarihi hakkında iyice bilgi sahibi olmak bu tür tartışma ve yüzleşmelerde çok değerlidir. Kitap, Filistinlileri kendi toprakları üzerinde yabancılar ve günümüzün teröristleri olarak resmeden bir dizi miti çürütmektedir.