Ümmileşmekten Kurbiyyete Hacc Makamları

Tavaf, vecd eden kalplerin ahengi ile yeryüzünün ruhunu mülaki kılarak muhteşem bir şölene dönüştürür kendisini. Kevniyatın döngüsel raksı ile Kâbe avlusundaki tavaf birbirlerine selam ederek bütünlüklerini ve bir oluşlarını; yani tevhidi ve vahdeti ilan ederler. Kurulan rabıtanın mukavemeti ölümsüzleştirir imanın lezzetini.  Her dönüş, başkası ile değil; şimdiki kendimizle bir önceki dönüşteki kendimizi mukayese etme virdidir. “Ben bilmem, ben bilmem, ben bilmem” diyerek makamlardan makamlara geçilir. Âlimlikten arifliğe ötekini kınayarak değil; kendi nefsini kınayarak geçilir, der adeta, tavaf bize. Âşıkların ölmeyeceğini bilme idraki ile aşkımızı mühürleriz her şavtta.

Mustafa ESER

 “…Ey sorumlu insan!

Koşuştur!

İsmail’in susamış,

Sen, ey aşık insan,

Dile!

Aşk mucize doğurur!

Sen ey sayden dönen Hacı!

‘Varlığının’ susuz çölünden, ‘fıtratının’ taşlaşmış derinliklerinden bir pınar kaynıyor.

Kalbine kulak ver. Yumuşakça, yavaşça bastır kalbini, pınar zemzeminin şırıltısını duyacaksın.

Merve taşlığından zemzemin yanına git.

Ondan iç, ondan yıkan.

Bir miktar al, kendi topraklarına götür ve kendi halkına armağan et!”

Ali Şeraiti – Hacc

İnsan sorar. İnsan arar. İnsan kaçar. Daimî bir devinim halindedir. Soru da cevap da; aradığı da bulduğu da; kaçtığı da vardığı da kendisidir, kendisindedir, kendisindendir. Bu sirayetini tutabilse, üzerinde hâkimiyet kurabilse, durulması gereken yerde durabilse; şerha şerha kendini aciz hissedeceği tablolarla karşılaşacaktır ama hem imkânı olan hem de imtihanı olan irade ile mühürlenmiştir benliği. O iradesi ile mutlak yoluna ve yolculuğuna revandır. 

Gayretimiz ümmileşmek adına olunca ahlaki olabiliyoruz. Erdeme ve marufa ancak ümmileşmekle ulaşılabiliyor. İnsan, yaratıldığı hali muhafaza etmeli ümmi kalmak için. O hali tahrip ettiyse, o hale rücû etmek adına azim bir gayret sarf etmeli. Çünkü insan ya aslını muhafaza eder ya da aslına döner. Aslın dışına ya gider ya da çıkar. Ama asıl olana, aslına döner. Asıl olmayana dönüş değil, gidiş olabilir. O yüzden zannediyorum biz hacca geliriz. Ata ocağına, baba yurduna döneriz. Belki de bundandır ki gidenler doğdukları ve doydukları memlekete geri gelmek istemezler. Orada kalmanın yolu ölmek ise, ölerek orada mukim olmak isterler. Gözleri de gönülleri de bu öz vatanlarından başka bir şey görmez olur.

Hacc, dönüp dönüp tekrar gelinen yer ve bıkıp usanmaksızın gelme eylemi; yani ana ve ata yurduna ümmileşmek için gelmenin adıdır. Kuş uçmaz kervan geçmez kabul edilen, ağacın yeşilliğin yetişmediği bu mahzun coğrafya bizim gönül yurdumuzdur, erenler. Atamız İbrahim ve İsmail’in yurdudur. Onların dolayısıyla bizim imtihanımızın yaşandığı yerdir buralar. Mesele, ev içi mahrem bir mesele gibidir sanki. Eşler, kıskançlık, evlatsızlık, evlat ve ebeveyn ilişkisi, ayrılık gibi. Ama evin içinin, evin dışına nasıl da hükmettiğini gösterir bizlere. Modern insanın evsizliğine kahrolan bizlere, esasında insanlığın kadim dertlerinden birinin evsizlik olduğunu düşündürür. Evi olmanın, evli olmanın bir merkezi olmak anlamına geldiğini, bunun da bir gelenek olduğunu öğretir. Ev inşa etmenin, inşa edilen evin kulluğun merkezine konulmasının muazzam hikmetlerini görmemizi ister hacc. Evsizliğin türedi olmak anlamına geldiğini, ev ehli olmanın, merkezli olmak yani gelenekli olmak olduğunu bilip hamdetmemize salık verir.

Eve dönmeyi ve kalbine dönmeyi telkin eden şairin aşkını hatırlayın. Hu diye diye evi; yani Kâbe’yi, kalp tarafına alıp, döngüsel bir seyr-i süluk adına yapılan zikirdir tavaf. İnsanın kalbi ile yeryüzünün kalbi birbirine tutunur ve âlemlerden âlemlere göçerler tavafta. Temaşa ederler eşyayı, kalpten kalbe kan ve can akar. Temaşa esnasında; yeryüzünün kalbi, bedenin kalbine hakikatin görsel bir ihtişamı olmadığını belletir. Eşyaya hangi nazarla bakılacağını talim eder. Bu mütevazı mimarinin mayası ile mayalanan insan bedenindeki kalbin ritmi, gayri eskisi gibi olmayacaktır. Ümmileşen kalp; susmayı, tutmayı ve durmayı öğrenecektir. Tavaf, vecd eden kalplerin ahengi ile yeryüzünün ruhunu mülaki kılarak muhteşem bir şölene dönüştürür kendisini. Kevniyatın döngüsel raksı ile Kâbe avlusundaki tavaf birbirlerine selam ederek bütünlüklerini ve bir oluşlarını; yani tevhidi ve vahdeti ilan ederler. Kurulan rabıtanın mukavemeti ölümsüzleştirir imanın lezzetini.  Her dönüş, başkası ile değil; şimdiki kendimizle bir önceki dönüşteki kendimizi mukayese etme virdidir. “Ben bilmem, ben bilmem, ben bilmem” diyerek makamlardan makamlara geçilir. Âlimlikten arifliğe ötekini kınayarak değil; kendi nefsini kınayarak geçilir, der adeta, tavaf bize. Âşıkların ölmeyeceğini bilme idraki ile aşkımızı mühürleriz her şavtta.

Hacc, ibadetlerin en sembolik olanıdır. Her bir saik, derin anlamlar içerir. İhram, ömrünü muhterem kılması gerektiğini anlatır insana. Başını, yüzünü örtmene izin vermez mesela. Dikişli esvap giymene de izin vermez. Bütün dünyevi makamlardan ve payelerden arınırsan takva cetvelinin ölçüsüne boyun bükebilirsin, der edeple bize. Yerdeki otu koparttırmaz insana, daldaki yaprağa zarar verdirmez. Böcekten kanatlıya, cana hürmeti farz kılar. Canın hacmi ve ağırlığı yoktur; o yüzden her can mübarektir, diye öğretir bize. Canın ancak Veren tarafından ve Veren’in adıyla, Veren’in izin verdiği usulle alınacağını vaz eder.

Vakfe… Ah ki vakfedebilsek… Ah ki durup seyredebilsek âyâtı. Bir çiğdemin güzelliğini seyran edebilsek ne mucize kapıları açılır! İnsanın başına gelen, kendi elleri ile yaptıkları yüzündendir. İnsan, ömrünü tepeleme envanter ile doldurduğunda anlamlı olacağına inanıyor, inandırılıyor. Halbuki eşyanın çokluğundan yürünmeyen odalar misali insanın ömrü de envanter yığını ile dolduğunda, insanın kendisine de sevdiklerine de yaşam alanı kalmıyor. Bu malzemeler, insanın bizzat kendisi tarafından dolduruluyor yoluna. İnsan nefes alamıyor bu doldurduklarından ve doldurma hevesinden. Peki, ne yapılmalı! Elbette durulmalı. Her bir nefesin hakkını vermek için durulmalı. Olabildiğince yavaşlanmalı. O zaman muvafakat nasip olur. O zaman sadece nefesin değil temas edilen her bir halin ve vakıanın hakkı verilir: olabildiğince verilir. Temaşa etmek vakfe ile mümkündür. Derinleşmek vakfe ile mümkündür. Vakfeyledi mi insan, kendi içine büyümeye başlar. Vakfeyledi mi geride bıraktığı ruhu ve kalbi yetişir kendisine. Arafat’ta değil her bir istasyonda vakfeylemeli insan: hüznünde, sevincinde, yükselişinde, düşüşünde. Her bir durağın hakkını vermeli. Hakkı verilmeyen ahval belâ olarak döner insana. Hakkı verilen haller ise insanın kanadında bir tüy olur. Kıyamında, secdesinde, imsakinde iftarında, nutkunda sükûtunda; vakfeylediğinde insan, bu aziz tüylerle ruhunu kanatlandırır. O halde, düşünüp durmak değildir marifet; durup düşünmektir. Ömrün bereketi, zamanın ölçülebilen kısmının uzaması değildir; ömrün bereketi, anlarda vakfedip anların ve o anlarda alınan nefeslerin hakkı verildiğinde olur. Bereket, hakkaniyettedir; hakkaniyet ise durmakta,  yani vakfede.

İnsan kendini kurban edebilirse, sevdiğini kurban edebilir; sevdiğini kurban edebilirse, kendini kurban edebilir. Kurban etmek, bir adama halidir. Kurban bir irade olgunluğudur. Çiğ olan, kurban edemez. Çiğ olan, kurban olamaz. Kurban, kurbiyyet kesbetmek demektir. Kurban etmek için kurbiyyete adanmış olunmalıdır. Bütün masivadan yüz çevrilmelidir. İlla demenin hakkını vermektir kurban etmek. İlla diyebilen, ancak O’nun adına kurban olabilir. Kurban eden de kurban olan da bu kurbiyyet şavkıyla aydınlanır. Her ikisi de bundan şerefyap olur. Her ikisi de bu işin hakkını verirse bir olurlar. Bir olmanın imkânı ise birliğe adanmış olmaktır. Kurbiyyetin neticesi, mülaki olmaktır; yani vahdet. Mutlak birliğe imanın ermiş hali vahdettedir. Kurban, işte bu vahdete hizmet eder. Kime kimi kurban ediyorsun ey eli bıçaklı İbrahim? Yatırdığın kim, bıçağı tutan kim?

Hac ibadeti, bütün bu öze dönüş arzularının rahmidir. Yapıp edilen bir eylemler dizgesi değil; ruhun,  aklın ve bedenin cevherlerini keşfettiği bir keşif yolculuğudur. Evinden evine gelmek üzere çıkılan yolda, halden hale giren insan: vazgeçer, döner, durur ve arındıkça arınır. Piştikçe pişer. Coştukça coşar. Tatmin olur. İkna olur. Nihayet anlar. Ne diyelim! Anlayanlara aşk olsun!