Hakikat Örtülüdür

İnsanın şahsiyet inşasında; bedeni, akli ve kalbi sınırlara ihtiyaç vardır. Fıkıh ve irfan geleneği bu sınırlara dair pek çok hikmetli neticeler damıtmışlardır. Yemek meşrudur ama her şeyi yemek meşru değildir. Ticaret meşrudur ama herkesle, her yerde, her zaman ve her şeyin ticareti meşru değildir. Meşruiyet sınırlarla mümkündür. Sınırsızlık, varlığın fıtratı gereği mümkün değildir.

Mustafa ESER

Eğitimci-Yazar

“Hoşça kal,” dedi tilki. “Sana bir sır vereyim.
çok basit bir sır: insan ancak yüreğiyle baktığında doğruyu görebilir.
gerçeğin özü gözle görülmez.”
“Gerçeğin özü gözle görülmez…” diye tekrarladı küçük prens, unutmasın diye.
“Gülünü neden bu kadar özel bulduğunu şimdi anlıyorsun, değil mi?”
“Çünkü ona emek verdim…” dedi Küçük Prens.
“İnsan, gönül bağı kurduğu her şeyden sonsuza kadar sorumludur,” dedi tilki.
“Sen de gülünden sorumlusun.”

Küçük Prens, Antoine de Saint – Exupery

Her şey herkes için değildir. Hayatın her katmanı ve her ayrıntısı herkesçe bilinebilir, gözlenebilir, temaşa edilebilir ve üzerinde yorum yapılabilir değildir. Hudutlar, ilkeler ve kurallar vardır. Bazı şeyler mümkün değildir. Bazı şeylerin ise yeri ve zamanı değildir. Bazı şeyler ancak bazı bedellerle elde edilebilirdir. Hakkaniyet gereği, muvaffakiyet kesbetmek için emek elzemdir. Hak ediş, adaletin omurgasıdır. Bunun dışında kalanlar zulme temas etmiş olurlar.

İnsan; katmanlı, çok yönlü, pek çok libası olan, müteessir ve müteesser bir kevn-i camidir. Maruz kaldıkları ve mecbur oldukları vardır. Yetemedikleri ve eremedikleri vardır. Bunlar üzerinden izzet devşirilemediği gibi bunlar sebebiyle zillete düşmez, düşürülemez. Elde olmayanla övünmeye asabiye denir ki onun yeri ayaklar altıdır. Bunların dışında kalanlar ise insanın iradesi, takdiri, emeği ve tercihi ile şekillenir. Bu alanda insan mesuldür. Aziz olunacaksa buradan olunur, zelil olunacaksa bunlardan kaynaklanır. Tercih ve takdir ilmekleriyle örer insan ömrünü.

Kevniyatın özü ile özleşmiş insan kendini, kendisi biçimlendirir. Vehbi ve kesbi kabiliyetleri marifetiyle bir oluş halindedir. Her eylediği ile bir yere yaklaşır ve bir yerden uzaklaşır. Bütün bu seyir bir konumlanma biçimidir. İnsanın kendini nereye konumlandırdığı, kendine verdiği değerin ve payenin yani anlamın tezahürüdür. Varlıkla kurduğu irtibat bu tezahürün bir veçhesidir. Varlığı hayatına ve bünyesine dâhil ediş biçimi ise bir başka veçhesidir.

İnsanın bedeni vardır ama insan, bedenî değildir. İnsanın duyguları vardır ama insan, duyguları da değildir. Fikirleri, üretimleri, hataları, ilişkileri de hakeza böyledir. İnsan bütün bu birimleri ile bir kompozisyondur: ebruli ve akışkan bir kompozisyon. Bu birimler hem imkân hem de dolaysısıyla bir imtihandır. Birimlerin; sirayeti, icrası ve inşası insanın elindedir. Ama savrulmayı tercih etmiştir bu ayrı. Nihayetinde savrulma da bir tercihtir. Bahsedilen konumlanma insanın var oluşunu ne ile yaptığını gösterir. Emeği nereye harcamaktadır insan? Nesi ile öteki ile ünsiyet kurmaktadır? Yatırımı neyedir, bu yatırımdan beklentisi nedir? Umudu nedir, kaygısı nedir?

Öteki ile farklı katmanları ve farklı irtibatları olur insanın. Bazen ticaret bazen dostluk bazen hasımlık kurar. Bazen ötekine karşı arzu içindedir bazen öfke. Bu makamların ve hallerin her birisi için niçin ve neden diye sorulabilir, sorulmalıdır. Yüzleşmeden kaçılmamalıdır. Ama zannediyorum bu ve belki de bütün irtibatların fıkhı “nasıl?” sorusundan sudur eder. Nasıl, fıkhı inşa eder. Fıkıh, hikmetli ve hakkaniyetli eylemler üretir. Bir başka cihetiyle; fıkıh, eylemlerin hakkaniyet ve hikmet ile izahını yaparak ilkeler vazeder. Böylece insanın muhterem oluşunu muhafaza eder: Fıkıh yoksa hürmet de yoktur salah da… Peki, bu ilkeleri belirleme de bağlam ne olacaktır? İlkelerin merkezi neresi olacaktır? Çünkü ilkeler cevhere işaret etmelidir. İlkeler, eksenine hayatı konumlandırma çekim gücüne sahip olduklarında ilke olabilirler. İlkeler, ikna ve tatmin edici olmalıdır. Geçerliliği olması için anlaşılabilir ve aktarılabilir olmalıdır. Yoksa ilke olmaktan çıkarlar.

İnsanın şahsiyet inşasında; bedeni, akli ve kalbi sınırlara ihtiyaç vardır. Fıkıh ve irfan geleneği bu sınırlara dair pek çok hikmetli neticeler damıtmışlardır. Yemek meşrudur ama her şeyi yemek meşru değildir. Ticaret meşrudur ama herkesle, her yerde, her zaman ve her şeyin ticareti meşru değildir. Meşruiyet sınırlarla mümkündür. Sınırsızlık, varlığın fıtratı gereği mümkün değildir. Hakikat örtülüdür. Gerçeklik ise ortadadır. Gerçeklik apaçıktır zira o, anladığındır. Hakikat ise anladığının dışında da olabilecek olandır. O yüzden hakikat kuşatılamaz ama kendisine tabi olunur. Hakikatin fevkimizde olması onun örtülü olduğu anlamına gelir. O halde her şeyin herkes için olmadığı gibi herkes de her şey için değildir, diyebiliriz. Bu değildir hali örtü ile mümkündür. Örtülülük, sınırlılıktır. Hem had hem de hak anlamında sınırlılık.

Tekrar soralım: bu âlemde ne ile konumlandırıyor kendisini insan? İşte o tarafı ile ilgili insanlığın ortak tecrübesinden şahsi değerlerinin en ince ayrıntısına kadar bir takdirde bulunmalıdır. Bütün bunlar şu gerçeklikten azade düşünülemez: İnsanın her bir kabiliyeti diğer taraflarına sâridir. İnsan öteki ile irtibatında bütün varlığını ona faş edemeyeceği için kendini konumlandırdığı zemini ne ise onunla arz-ı endam edecektir. Yatırımını neye yaptıysa sahneye onu çıkaracaktır. Kimisi bedenini kimisi düşüncelerini kimisi ise üretimini… İnsan hangi tarafını öne çıkarıyorsa o tarafına dair ilkeler belirlemelidir. Yoksa savrulur ve çürür. İnsan bu ilkelerle birlikte irtibat kurar. Bu irtibat esnasında mecburen örtünür: bazı katmanları mecburen örtülür. Zira tıpkı kendisi gibi muhatabı da hiçbir şeyin ve kimsenin künhüne vakıf olamaz. Muvaffakiyet mecburen mahduttur. Kalanlar örtülmüştür. Örtünmek zorunda kalmıştır. Hem bedenen hem zihnen hem de kalben. Odaklanma örtünme ile mümkün olur. Ciddiyet örtünme ile mümkün olur. Samimiyet örtünme ile mümkün olur. Sakınma ve ülfet de örtünme ile mümkün olur. Seviye de mesafe de…

Örtünme ontolojik bir mecburiyetse onu icra etmede ölçü ne olmalıdır? Buna işin erbabı pek çok berrak cevaplar vermişlerdir; ama biğayr-i haddin ben şunu diyebilirim: neyi, nerede, ne zaman, ne kadar, neyle, neye karşı örteceğinize, örteceğinize yüklediğiniz anlamla karar verirsiniz. Utandığınızı mı örtüyorsunuz, sakındığınızı mı? Hürmete layık olanı mı örtüyorsunuz, yok saymak istediğinizi mi? Kaybolmak için mi örtüyorsunuz kendinizi bulmak için mi? Verdiğiniz anlam, bu sorulara verdiğiniz cevaplardadır.