Tanpınar Türkçesinde Rüya Nizamı

Dilde rüya halini kurmak’ olarak nitelendirebileceğimiz bu durum, onun mükemmeliyet fikriyle açıklanabilir. Valery’den mülhem geliştirdiği “dildeki rüya nizamı”ından kasıt, bir başkasına benzemeyen ve sadece kendine has ses imzası olan poetik/figüratif bir söylem oluşturmaktır.

Salih UÇAK

Gürcistan Üni. Türkoloji Kürsüsü

Dilin tabii müştereklerinden sıyrılarak kendine özgü bir söylem geliştiren Tanpınar, metin içi tutarlılık ve anlam dizgesindeki şaşırtıcı başarısıyla kalıcı olmuş ender sanatçılardan biridir. Dil tasarrufunda gösterdiği sarraf titizliği, her kelimeyi gram gram tartan dikkati; ayar ve miyarına göre tercihte bulunma ihtiyarı onu zirveye taşımıştır. Tanpınar’ın kelime seçiminde tesadüflere yer yoktur.  Bu bağlamda eserlerindeki ifade derinliği, Türkçeyi kullanmadaki ustalığı tartışılmaz bir nas olarak karşımıza çıkar. ‘Dilde rüya halini kurmak’ olarak nitelendirebileceğimiz bu durum, onun mükemmeliyet fikriyle açıklanabilir. Valery’den mülhem geliştirdiği “dildeki rüya nizamı”ından kasıt, bir başkasına benzemeyen ve sadece kendine has ses imzası olan poetik/figüratif bir söylem oluşturmaktır. Tanpınar’ın eserlerinde kullandığı Türkçe, kadim kültür ve medeniyetimizi inşa eden ve her türlü acemiliği aşan zengin bir dildir. Bu bakımdan onun eserlerindeki Türkçe için şehirlidir demek yerinde olacaktır.

Tanpınar’ın dil ve sanat anlayışının şekillenmesinde hiç şüphe yok ki hocası Yahya Kemal’in büyük tesirleri olmuştur. Eski şiirin lezzetini Yahya Kemal’in derslerinde tattığını söyleyen Tanpınar, gerçekte estetik anlayışlarının hemen hemen aynı olduğunu ve “dilin kapılarını bize o açtı” diyerek üstadının hakkını bu manada teslim etmeyi bilmiştir. Türkçenin kıvrak ve devingen yapısını, anlam düzleminde mükemmele yakın bir uyumla kullanan Tanpınar, ben’in an’a ait eylem ve tasavvurlarını disipline olmuş bir dil mantığıyla aktarır. Bu aktarım, bir parmak izi gibi benzersiz ve kendincedir. Yahya Kemal’in akışkan Türkçesi, bu yönüyle kendisine de sirayet etmiştir. Duygu ve düşüncelerin ifade edilmesinde şiirin dar kalıplarından şikâyet eden Tanpınar, nesrin namütenahi imkânlarını şöyle açıklamaktadır:

“Lisanın tabii mantığından başka hiçbir kayıt tanımayan serbestisiyle, hudutsuz genişliğiyle nesrin, bütün düşüncelerin en tabii tercümanı, fikrin her çeşidini istiaba müsait olduğunu kim inkâr edebilir? Birbirini kovalayan sahifeler, vuzuhtan bir an ayrılmayan düzgün ve mantıki cümleler, bütün arzularımızı tatmine, her türlü temiz niyetimizi aşılamaya muktedirdir. Fikrin birbirini itmam eden basamaklarla istenen neticeye isalini ancak o temin eder. O istediğiniz şekle girer, arzu ettiğiniz hüviyeti alır. Ağlar, güler, anlatır, mantık yapar, itham eder, ikna eder, zekâmızın bütün faaliyetlerini ifade, gündelik hayatımızın bütün ihtiyaçlarını tesviye eder…”

Tanpınar’ın nesirdeki en büyük başarısı, yukarıdaki kısa alıntıda da görüleceği üzere kendi içinde organik bir bütün oluşturan ve bölünemeyen metinler oluşturmasıdır. Her bir anlam biriminin diğeriyle uyumu, değer ve anlam bakımından vazgeçilmez oluşu, metnin iç dengesi açısından eşsizdir. Tanpınar, olaylardan çok olguları betimleyen bir sanatçıdır. Betimlemelerinde kelimelerin illiyet bağlantılarını hem semantik hem de fonetik açıdan değerlendirir. Dil kullanımında gösterdiği ihtiyat ve ihtimam, onun anlatıcı kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Tanpınar’ın Abdül Hak Hamit için söylediği “zengin bir madene dönülür gibi Hamid’e dönülecektir” sözünü, Kaplan da kendisi için söyleyecektir: “Ben, Tanpınar’a her dönüşümde yeni bir şeyler öğrendim.” O, hakikatten her an yeniden anlam kazanan bir metin mirasına sahiptir. Tanpınar’ın zaman aşımına uğrayacak ya da her okunduğunda aynı anlamı verecek bir eseri yoktur. Onu okumak zordur, mesela “Huzur”u okumanın ilk şartı, huzursuz olmayı göze almaktır. Ancak bu huzursuzluk hâli, okurun daha önce hiç tatmadığı edebi zevkin kapılarını sonuna kadar açmaya muktedir bir hâldir:

“… Üsküdar açıkları, lodoslu akşamın suda kurulmuş malikânesi olmaya başlamıştı. Sanki Kızkulesi’nden Marmara açıklarına kadar denizin altına, su tabakalarının arasına yer yer, iyi dövülmüş bir yığın mücevher parıltısından geçirilmiş bakır levhalar döşenmişti. Bazen bu bakır levhalar suyun üstünde yüzüyor, adeta mücevher sallar yapıyor, bazen da primitif ressamlarda, mağfiretin timsali ışığın kaynaştığı derinlikler gibi hasretle, bir hakikate yükseliş arzusu ile dolu, büyük ve kıpkırmızı uçurumlar açıyordu…” (Huzur, s.134).

Tanpınar, kendi metnini oluştururken dilin bütün inceliklerinden yararlanmayı seçer. Sadece yatay olarak söz dizimiyle ilgilenmez, bir bütün olarak metnin yatay ve dikey boyutlarını anlam ve söylem bakımından ölçüp biçmeyi olmazsa olmaz bir ön şart olarak görür. Şiir sanatındaki tenasübü nesre uygulayan Tanpınar, anlatıda inanılmaz bir genişlik ve estetik ifade imkânı yakalar. On binlerce kelimeyle yazan sanatçının roman ve hikayelerindeki şiir dokusu, bu estetik zeminin keşfiyle ilgilidir.  

Doğu’yu ve Batı’yı iyi bilen Tanpınar, zaman konusunda Bergson’dan etkilenmiştir. Bergson tesiri, bir dönüm noktasıdır. Eserlerindeki felsefi yansımalarda kendi iç alemini kurma düşüncesi, daha çok Bergson’un bu zaman telakkisiyle biçimlenmiştir. Zaman ve mekân algısı, dildeki aşkınlıkla birleştiğinde bir vecd hâlini alır. Onda ruh ve beden, kalp ve akıl, duygu ve düşünce, rüya ve gerçek tam anlamıyla bir uyum içindedir. Dil mantığıyla disipline edilen bu yapıya “rüya nizamı” demek yerinde olacaktır. Zira bütün malzemesi dil olan bir edebiyatçı olarak dış alem tasavvurunu ruha ait imajlarla betimlerken aslında kendi araf ve arayışını dile getirir. Böylece ben ve öte algısı, onda sonlu ve sonsuz arasında kendini bulma iştiyakıyla kesişir. Tanpınar’daki öznel zaman tasavvuru, biraz da bu ruhsal ve mistik kesişimden neşvünema bulur. Zaman döngüsü, yaşam ve bellek bakımından ona akışkan ve canlı dil metaforlarını oluşturma imkânı verir. Türkçenin akıcı yapısı, metin zemininde imge ve sembollerle estetik bir anlatı oluştururken sihre başvurmadan büyüleyici bir atmosfer oluşturmasını da sağlar. Büyülenmiş bir ceylân gibi bakıyor zaman ifadesi, bu figüratif dilin en basit örneklerinden sadece biridir. Ne içinde ne de dışında olduğu zaman dilimi, bu büyülü an’ın yekpareliğinde gizlidir.

Şiir anlayışım, roman anlayışımdan ayrı tutulamaz diyen Tanpınar, şiirimin anahtarlarını roman ve hikayelerim verir itirafıyla nesirlerindeki dil işçiliğine de vurgu yapmış olmaktadır. Şiirin dar çerçevesiyle nesrin geniş imkânlarını karşılaştıran Tanpınar, şiir sanatıyla ilgili görüşünü şöyle ifade eder:  

“Kelimelerin takibinden doğan ritm, ahenk vs. vasıtalarla alelâde lisanla ifadesi kabil olmayan derunî haletlerimizi, heyecanlarımızı, istiğraklarımızı, neş’e ve kederimizi ifade eden ve bu suretle bizde bedîî alâka dediğimiz büyüyü tesis eden bir sanat olmasıdır… Tabiatı itibariyle toplu olan şiir, fikir için her şeyden evvel dar bir çerçevedir. Büsbütün başka bir nizamın birleştiği bu kesik cümleler, söze gâh yontulmuş bir mermerin düzgün selâbetini, kâh bir manzaranın renk ve gölgelerini veren ve her an tarifsiz bir musikiyi peşinden sürükleyip götüren değişiklikleri ile hiçbir nazariyeyi izaha ve hiçbir davayı ispata müsait değildir”

En uyanık bir gayret ve çalışma ile dilde rüya halini kurmak; Tanpınar’ın şahsi şifresi veya sloganı olarak görülebilir. Şiir, yazıldığı dilin içinde yine o dilin ifade genişliğine bağlı olarak anlam kazanır.  Oysa nesir, doğrudan çalışma gerektiren bir uğraştır. Ona göre başarılı bir sanat eseri, içinde bütün unsurların ve bütün yorgunlukların bir mükemmeliyet haline geldiği, ayrılması kâbil olmayan bir terkip olmasına bağlıdır. Bu terkipte her parça birbirini eksiksiz bir biçimde tamamlar. Dolasıyla mimari bir eser veya bir tablo nasıl parça parça ele alınamayacaksa metin de öyledir. Edebi metin, bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmeli, eksik ve fazla olmamalıdır.

Tanpınar’a göre dil, kendi içinde serbest, her türlü teşekküle müsait bir maddedir. Bu akışkan maddenin içinde eczası dağınık ideali sıyırmak, onu ayıklayıp yoğurmak, kelimeyi üzerine asırların yığmış olduğu müşahhas ve mücerret bin türlü mana yığınından yıkamak ve sanat malzemesi haline gelinceye kadar temizlemek ve derinleştirmek ancak rüya nizamıyla mümkündür.” Çünkü rüya nizamı, anlatı dünyası için sınırları en geniş olan nizamdır. Zira sanatçının mükemmele varan bir ifade imkânı yakalaması için bilinen, denenen değil; daha önce tecrübe edilmeyen bir düzeni yakalamasıyla mümkün olur.

Tanpınar retoriğinde nazm nizamıyla nesri terbiye etme amacı vardır. Huzur, kanaatimcebiraz da aşırı yorumla- bunun vücut bulmuş halidir. Dilde kendi mitlerini oluşturma ve bunları kullanma iştiyakı, Tanpınar için ayırt edici bir unsurdur. Etik ve estetik değer bağlamında entelektüel bir nazarla metni var kılma sanatçının en zor ve en önemli görevidir. Tanpınar’ın nesirde anlatıcı rolünü teslim ettiği anlatıcılar, onun gibi birer dil ustasıdır. Kahramanların hassas oldukları konuların başında ima, imla ve ifade gelir. Şiirlerindeki söyleyicinin nerdeyse sadece ben olması da aynı hassasiyetin devamı olarak okunabilir.  

Kaynaklar:

Tanpınar, A. H., Edebiyat Üzerine Makaleler, (Haz.: Zeynep Kerman) Dergâh Yay.

Tanpınar, A. H., Şiirler. İstanbul: Yapı Kredi Yay.

Tanpınar, A. H., Yaşadığım Gibi, Dergâh Yay.

Tanpınar, A. H., Huzur, Dergâh Yay.