Söz konusu bu durumun gerçek bir sosyolojik durum olduğunu ortaya koyabilmek ve bu durumun sadece Türkiye’ özgü olmadığını anlayabilmek adına Almanya’dan da örnek vermek daha uygun olacaktır. Bilindiği üzere göç, 2015 yılında Türkiye’nin batı sınırları üzerinden Avrupa yönüne doğru gerçekleşti.
Abdullah Resul DEMİR
Avukat, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı

11 yıl önce başlayan savaş sonrasında birçok Suriyeli, Türkiye başta olmak üzere diğer birçok komşu ülkelere plansız bir şekilde sadece canlarını kurtarabilmek için göç etmek zorunda kalmıştı. Hem kendileri hem de misafir eden ülkeler söz konusu göçün geçici olduğunu düşünmüştü. Çoğu Suriyeli göç etme kararını planlı bir şekilde almamış ve genelde bir gece içerisinde sadece hayatta kalmak amacıyla yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalmıştı. Ülkemize ilk göçler başladığında Türk Vatandaşlarının da dünyaya örnek olan bir hoşgörüsü, yardım isteği ve arzusu vardı. Zira televizyonlar sürekli olarak Suriye de patlayan bombaları, ölen masum çocukları göstermekteydi. Binlerce yıl her zaman mazlumun yanında olmuş bir milletin verdiği olağan tepkiydi bu.
Ancak savaş bir türlü bitmedi. Medya ise haber değeri açısından Suriye’de gerçekleşen çatışma ya da bombalama haberlerindense Türkiye’de yaşayan bir Suriyeli hakkında olumsuzluğu haber yapmayı daha ekonomik görüyordu. Çatışmaların, bombalamaların, çadırlarda yaşayan milyonlarca Suriyelinin görmezden gelinmesi Suriye’de durumun istikrara kavuştuğu gibi yanlış bir algının oluşmasına neden oldu. Bir de buna Türkiye’deki ekonomik koşulların değişmesi eklenince “Suriyelilerin geri dönüşü”ne ilişkin tartışmalar sürekli olarak ısıtılıp kamuoyunda yer ettirilmeye başlandı. Maalesef Suriyelileri araçsallaştırmaya ya da buradan siyasi bir malzeme çıkarmaya çalışan aktörler, göçmenlerin ülkelerine geri gönderilmesi gerektiğini ifade eden tartışmaları gündeme getirmekten hiç çekinmediler. Tüm uyarılara, suç duyurularına, itirazlara rağmen bazı siyasiler gerçekleri ifade etmek yerine yalan yanlış bilgilerle siyasi rant elde etmek için Suriyelilerin onurlarını, yaşam haklarını, güvenliklerini hiçe sayarak onları siyasi bir araç olarak kullanmaktan hiç vazgeçmedi. Bir çoğumuz da isteyerek ya da istemeyerek Suriye’ye savaş sonrası ayak basmamış, oradaki mevcut durumu görmemiş birtakım sözde aydınlar ve siyasilerin söylemlerini sosyal medyadan yaymak suretiyle sürekli olarak geri dönebileceklerine kendimizi inandırdık. Gerçeğin öyle olmadığını birkaç istatistiki veri, sosyolojik raporlar, anketler ve sahadan gözlemlerle aktarmak gerekirse;
Suriye’deki savaşta, ilk protestoların başlamasından bugüne kadar geçen yaklaşık 11 yılda yüz binlerce insan hayatını kaybetmiş, yaralanmış, sakat kalmış, milyonlarca insan yerinden yurdundan olmuştur. Bugün Suriye’de, Esed Rejimi, PYD/YPG, Suriye Millî Ordusu ve Heyet-u Tahriru’ş Şam vb. birçok farklı grubun kontrolünde olan bölgeler mevcut olup söz konusu gruplar sürekli olarak birbirleriyle savaş halindedir.
Bölgede bulunan İdlip gibi bazı şehirler hâlâ Esed hükümeti ve destekleyicileri tarafından bombalanmakta, bu bölgelerde yaşamak zorunda kalan halk, her an ölüm ile burun buruna gelmektedir. Esed hükümetinin kontrolünde olan şehirlerde yaşayan halk da yine aynı korkuyu taşımaktadır. Zira muhalif olduğu düşünülenler, kolluk kuvvetleri tarafından alıkonulmakta ve herhangi bir yargısal süreçten geçirilmeksizin hapishanelere mahkûm edilmektedir.
Dolayısıyla barış ortamından uzak olan ülkede, sivil halk bu savaş ortamından etkilenmektedir. Bu durumu Uluslararası Mülteci Hakları Derneği hazırlamış olduğu “Suriye Yaşanabilirlik Raporu”nda “Ülkenin birçok yerleşim bölgesinde savaş öncesi dönemde de zaten yetersiz olan altyapı tamamen çökmüş, yaşanan çatışmalar sebebiyle yerleşim alanları harabeye dönmüş, su ve gıdaya erişim oldukça zorlaşmış, en temel sağlık ve eğitim hizmetlerine dahi ulaşılamaz hâle gelinmiştir. Suriye’de bugün hâlen aktif olan çatışma hatları ve rejim güçleriyle devlet dışı silahlı aktörlerin bölgeye yönelik insani erişim faaliyetlerini engelleme ve yavaşlatma amaçlı fiilleri, sivil halkı etkilemeye devam etmektedir. Ülkedeki mevcut bu ortam, uluslararası insani hukukun ve insan hakları hukukunun geniş ölçüde ihlal edildiği ve sivillerin korunması ilkesinin ihmal edildiği bir durum olarak nitelendirilmektedir.[1]” şeklinde ifade etmektedir.
Hali hazırda evlerin çok büyük bir çoğunluğu yıkılmış veya hasar görmüş, sağlık ve eğitim alt yapısı, yıkılan hastaneler ve okullar sebebiyle aynı şekilde büyük yara almış, üstüne ülkenin su ve arıtma gibi alt yapı tesisleri kullanılamaz hale gelmiştir. Bugün geri dönüşü konuşabilmek için tüm bu eksikliklerin giderilmesi, savaş ortamının ortadan kaldırılması insanların canlarından ve mallarından emin olmaları gerekmektedir.
Bununla birlikte Türkiye başta olmak üzere diğer birçok farklı ülkeye göç etmiş Suriyelilerin yanında yukarıda belirtmiş olduğumuz sebeplerden dolayı kendi ülkesi içerisinde göç etmek zorunda kalan yaklaşık 7 milyon insan vardır. Bu insanlar İdlib, Azez, Tel Abyad, Afrin vb. bölgelerde yaşamaktadırlar. Bu insanların 2,5 milyona yakınının da çocuk olduğu tahmin edilmektedir. Bu insanlar hemen ötelerinde daha önce yaşadıkları mahalleler varken neden çamur içindeki çadırlarda kalma zorunluluğu hissetmektedirler. Bu ülkedeki işkence, zulüm ortamının halen devam ettiğinin en büyük kanıtlarından birisidir. Karlı ve soğuk kış günlerini gördüğümüz şu dönemde söz konusu çadırlarda anneler çocuklarını donmasınlar diye uykusundan uyandırmaktadır. Yaşanan bunca olayın ve fiili durumun hiç birisi Suriyeliler için bir tercih değil bir zorunluluktur.
Durum böyleyken zaman zaman kamuoyunda yükselen “geri gönderilsinler” söylemlerinin gerçekçi olmadığını anlamak gerekiyor. Olaya bir de sosyolojik açıdan bakmak gerekirse, Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın gerçekleştirdiği araştırmaya göre 2017’de ‘Hiçbir şekilde dönmem’ diyenlerin oranı yüzde 16.7 iken, iki sene sonra bunun yüzde 51.8’e çıktığı kaydediliyor. Araştırmada Suriyelilerin yüzde 60’ı ‘Suriye’de savaş biterse, istediğimiz bir hükûmet kurulursa dönerim’ ifadesini kullanırken, bu oranın iki sene sonra yüzde 30’a düştüğü görülüyor. Bununla birlikte Erdoğan, gerçekleştirilen son 3 araştırmada Suriyelilerin Türkiye’deki mutluluklarının arttığını, kendilerini daha güvende hissettiklerini söylüyor.[2]
Yine aynı araştırmaya göre Suriyeliler geri dönmeme gerekçeleri konusunda da Suriye’nin hâlâ güvenli bir bölge olmadığı, [%42,9], savaşın devam ettiği [%31,2], Türkiye’de çalışmaya devam ettikleri [%20,6] ve Suriye’de kendilerine ait bir şey kalmadığı argümanlarını ifade ediyor.

Birçok saha araştırmasının ulaştığı veriler benzer sonuçları doğuruyor. Özetle, her ne kadar Suriyelilerin çok büyük bir çoğunluğu ülkesini özlüyor ve geri dönmeyi hayal ediyor olsa da Suriyeliler, savaşla geçen yılların ardından geri dönüşün pratikte pek mümkün görünmediğine inanıyor. Ayrıca, savaşın uzadığı ve Türkiye’de hayatın devam ettiği her bir günün geri dönüşü daha imkânsız kıldığı ifade ediliyor. Bu görüşe göre, Suriye artık Suriyelilerin geride bırakmış olduğu Suriye değil. Şehirler yıkıma uğramış, aileler dağılmış, insanların bütün mal varlıkları ortadan kalkmış durumda. Savaş bugün bitse dahi geri dönecek Suriyelilerin eski hayatlarını yeniden kurmaları mümkün olmayacak. Üstelik, Suriyelilerin önemli bir kısmı artık Türkiye’de kendilerine yeni bir hayat kurdular,[3] açıkçası kurmak zorunda kaldılar.
Söz konusu bu durumun gerçek bir sosyolojik durum olduğunu ortaya koyabilmek ve bu durumun sadece Türkiye’ özgü olmadığını anlayabilmek adına Almanya’dan da örnek vermek daha uygun olacaktır. Bilindiği üzere göç, 2015 yılında Türkiye’nin batı sınırları üzerinden Avrupa yönüne doğru gerçekleşti. Söz konusu göç hareketinde büyük çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu 1 milyon göçmen öncelikli hedef ülke olarak Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine göç etti. Suriyelilerin 2015 yılında göç ettiği Almanya örneği ele alındığında da geri dönüşe ilişkin dikkate değer bulgular olduğunu ifade etmek gerekiyor.[4] Almanya’da resmi rakamlarla halihazırda 560 bin Suriyeli bulunuyor.
Almanya’da 2020 yılında Da-Ra tarafından yürütülen araştırmaya göre de geri dönüş için belli koşulların sağlanması gerekiyor. Yaklaşık 600 Suriyeli mülteci ile yapılan görüşmelerde demokratik seçim, güvenlik ve aile birlikteliğini mümkün kılabilmek ön plana çıkıyor. Suriyeliler bu düzenin tesis edilmediği bir coğrafyaya geri dönmeyi doğal olarak istemiyor. Öyle ki birçok Avrupalı göçmen karşıtının Almanya’daki bir Suriyelinin ifade ettiği şu cümleye kulak kabartması gerekiyor: “Canımız pahasına Avrupa’ya ulaşabilmek biz göçmenler için büyük bir maliyetken bir de Avrupa’dan geri gönderilmek çok daha büyük bir maliyeti de beraberinde getiriyor.”
Araştırmada “Ülkenize hangi koşulların sağlanması durumunda geri dönersiniz?’’ sorusu yöneltilen görüşmecilerin %86’sı demokratik seçimle gelen bir başkan tarafından yönetilmeleri dahilinde ülkelerine dönmek isteyebileceklerini belirtiyor. Öte yandan, görüşmecilerin %82’si aile bireyleri ile tekrardan bir araya gelebilmeleri gerektiğini söylerken, yine %82’si Suriye’nin yeniden inşasına katkı sağlamak ve iş güvenliğinin sağlanmış olması durumunda ülkelerine geri dönüş yapabileceklerini bildiriyor. Görüşmecilerin %49’u ise çocuklarını Suriye’de büyütmek istiyor. Ülkesine her ne koşulda olursa olsun geri dönmek istemeyen Suriyeliler ise soru yöneltilen 425 kişinin 97’sini oluşturuyor.[5]
Almanya örneğinde de Suriyeli mültecilerin ülkelerindeki koşulların iyileşmesi durumunda ülkelerine geri dönüş yapma umudunu taşıdığı kaçınılmaz bir gerçek. Fakat Suriye’de yaşanan insan hakları ihlalinin devam etmesi, post-travmatik kalıntıların mülteciler üzerinde hâlâ derin izler taşıması, mültecilerin ülkelerini hâlâ güvenli bir yer olarak görmemesi ve bunların ötesinde sığındıkları ülke olan Almanya’nın onlara sunduğu ekonomik ve sosyal imkanların bir sonucu olarak Suriyelilerin ülkelerine bir müddet daha dönmek istemeyeceklerini, hatta belki isteseler bile dönemeyeceklerini ifade etmek mümkün.
“Geri gönderme” söylemlerinde hukuku da göz ardı etmemek gerekir.
Kamuoyunda popülist bir tavırla “geri gönderilsinler” söylemi işlenmeye çalışılırken, öte yandan hukuk maalesef göz ardı ediliyor. Yabancılar hukukunda taraf ülkeler açısından geri göndermeme ilkesi esastır. Bu ilke, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin getirdiği en önemli uygulamalardan biridir. 1951 Cenevre Sözleşmesi 33.maddesinde mülteci ve sığınmacıların zulüm tehlikesinin olduğu yerlere geri gönderilmesini yasaklar. Bu maddeye göre “hiçbir akit devlet bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayat veya hürriyetinin tehdit edileceği ülkelerin sınırlarına her ne şekilde olursa olsun sınır dışı veya iade edemez.” Söz konusu madde gereğince, sözleşmeye taraf olan devletlerin hiçbiri ülkelerinde bulunan mültecileri işkenceye tabi tutulabilecekleri veya yaşam haklarından mahrum edilebilecekleri bir ülkeye gönderemezler.
Mezkûr yasağın sadece teknik anlamda mülteciler için uygulanabilir olduğu düşünülse de geri gönderme yasağının bir sözleşme hükmü olmaktan çıkıp teamül hukuku halini almış olması hasebi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gereği yaşam hakkı elinden alınacak veya özgürlüğünden mahrum bırakılacak her kim olursa olsun geri gönderme yasağı kapsamında kabul edilir. Sözleşmeye aykırı bir davranış hem bu sözleşmeye hem de işkence yasağını düzenleyen 3. madde başta olmak üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık teşkil edecektir. Ayrıca bu kapsamda Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile Suriyelileri “Geçiçi Koruma Altındaki Kişiler” olarak tanımlasak da söz konusu kişilerin Uluslararası hukukta Mülteci olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Nitekim ülkemizde yürürlükte olan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu geri göndermeme ilkesini tanımlarken “Bu kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.” ifadesine yer vermektedir.
Sonuç olarak, 2011 yılında bir iç savaş olarak başlayan ve yerini vekalet savaşlarına bırakan karışıklıkların olduğu Suriye güvenli bir devlet statüsünden çok uzak… Savaş başladıktan sonra ülkenin geneline yayılan ve mütemadiyen devam eden kaos ortamı henüz durulmuş değil. Kaldı ki bilimsel olarak da göçün uzun sürmesi halinde, kalıcı olmaya başladığına ilişkin veriler de göçün denildiğin kadar geriye doğru çabuk ve hızlı olamayacağını da göstermektedir.
Hukuki şartlar göz önünde bulundurulduğunda Suriye vatandaşlarının, Esed hükümetinin kontrolünde bulunan ve güvenli olduğu iddia edilen diğer şehirlere geri gönderilmelerinin, hem 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi hem Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında geri gönderen ülkeler nezdinde sorumluluk doğuracağının açıkça altını çizmek gerekiyor.
Bizlerin bu kapsamda yapması gereken şeyin, ötekileştirmekten uzak hep birlikte bir toplum olarak barış içerisinde kucaklayan bir bilinçle Suriyeliler ile yaşayabilmeyi amaç edinmeliyiz. Umulur ki bir gün savaş biter, Suriye’nin yeniden inşası için tüm uluslar seferber olur ve Suriyeliler özlem duydukları vatanlarına barış içerisinde yeniden girerler.
[1] Riad Domazeti, Nazlı Metin, Merve Özçelik, İrfan Tatlı, “Suriye Yaşanabilirlik Raporu Geri dönebilmek mümkün mü?, Aralık 2021, https://umhd.org.tr//upload/Dokuman/opt-suriye_yasanabilirlik_raporu-QHUB326W0SPIMJLCFJOI.pdf [Erişim Tarihi: 26.01.2022]
[2] Murat Erdoğan, “Suriyeliler Barometresi 2019: Suriyeliler ile Uyum İçinde Yaşamın Çerçevesi”, Temmuz 2020. https://www.unhcr.org/tr/wp-content/uploads/sites/14/2020/09/SB2019-TR-04092020.pdf [Erişim Tarihi: 11.01.2022]
[3] A.g.e., s183.
[4] “Suriye’de Yaşanabilirlik..”, s. 14.
[5] Nora-Elise Beck & Lars Döbert, “Security Sector Reform in Past-War Syria: A Security Needs Assessment among the Diaspora in Germany,” 2020, https://doi.org/10.4232/1.13457.