Dadaşlar Diyarında 15 Temmuz Gecesi

Ümmetin köşe taşı olan büyük medeniyet bakiyesini unutmadan ve kendimize fiili duaları yoldaş ederek dünya yolculuğumuzdaki hikâyemizi iyi tamamlamak nasip olur inşallah!

Memet GÖZÜTOK

Eğitimci-Yazar

Evliya Çelebi’ye atfedilen “On bir ay yirmi dokuz gün Erzurum’da kaldım, halk hâlâ yaz gelecek diyordu.” sözü, Erzurum’da yaşanan hava durumuna ironik bir bakış açısı olarak durmaktadır. Bu sözü bir Erzurumlu olarak ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Okudukça ve gezdikçe şaşkınlığım giderek azaldı. Çünkü bizde yaz gibi görülen aylar, güzel ülkemizin bence şükrünü eda etmesi gereken cennet gibi köşelerinde bahara denk geliyordu.  Erzurum’da yaz ayları, ılıman iklime sahip illere göre bahar ayı gibidir. Ilıman iklime sahip illerde mart ayı ile başlayan ve baharı andıran havalar, Erzurum’da mayıs ayı sonu, haziran ayı başı gibi başlar. Temmuz ayı bu meyanda ekim-dikim işlerinin biraz hafiflediği, hasadın başlayacağı günlere ön hazırlık yapılan bir aydır. Ayrıca memleket hasretiyle yanıp kavrulan gurbetçilerin ve yaz sıcaklarından bunalan bedenlerin ferahlamak için sılaya doğru akın akın yolculuğa çıktığı ay da temmuz ayıdır. Tüm bu güzellikleri birleştirince bu ayda düğün yapmamak olmaz. Dolayısıyla düğün salonlarımızın en yoğun olduğu dönem de temmuz ayıdır. Biz de ailemizin son beşiği kız kardeşimizin nişan ve düğün tarihini temmuz ayına ayarladık. Allah razı olsun dostlarımızda 15 Temmuz akşamı başlayan kına davetimize icabet ederek, bizleri onurlandırdılar.

 Gecenin ilerleyen saatlerinde Ankara’dan gelen yengemi havaalanından almak için yola çıktım. Fakat havaalanında enteresan bir sessizlik vardı. Yengemin acı ile kavrulmuş yürek burkan ve hatıralara sığmayan eski günlere özlemi ile sohbet ede ede kına salonuna doğru ilerliyorduk. Özellikle benim hayatıma yön veren yengemin babasıyla olan anımı burada anlatmadan geçemeyeceğim. 1980 darbesi sonrası İstiklal Marşımızın ilk iki kıtası kitaplarımızda yer almasından ve sadece iki kıta okunmasından dolayı şiirin diğer kıtalarından ben dahil hiçbir arkadaşım haberdar değildi. İstiklal Marşı’mızın aslında on kıta olduğunu ondan öğrendim ve on kıtanın yazılı olduğu yasak karton afişi okuldaki herkese gösterdim ve yüksek sesle öğretmenlerimizin göremeyeceği yerlerde okuduk. O günlerde bile -hem de çocuk aklımla- anlamsız yasaklar koyan, ipleri başkasının elinde olan kuklaların, güneşi balçıkla sıvamaya çalışma aptallıklarına anlam veremedim. Seksen darbesini iliklerine kadar yaşayan, oğlu hapsedilen, Anadolu irfanın en büyük örneklerinden biri olan dedemizin sabrını, metanetini, adamlığını konuşa konuşa kına salonuna vardık. Gecenin ilerleyen saatlerinde kınanın sonuna doğru yaklaşırken hemen yanda bulunan kahvehanedeki televizyonda geçen alt yazılara gözüm ilişti. İstanbul Boğaz Köprüsü’nde askeri bir hareketlenme vardı. Tanklar köprünün Anadolu yakası tarafını kapatıyorlardı. Bu hareketliliğe önce pek anlam veremedik. Açıkçası misafirlerimizle ilgilendiğimizden dolayı da bu haber üzerine pek de düşünmedik.  Nihayet kına bitmişti, toparlanıp eve doğru yola çıkınca kulakları sağır edercesine art arda gelen mesaj seslerini duymaya başladım. Mesaj seslerine kayıtsız kalamadım, çok merak ettiğim için telefonumu cebimden çıkardım.  Mesajları açınca hain bir kalkışmanın olduğunu ve meydanlara çıkmamız gerektiğine dair mesajların olduğunu gördüm. Bir doktor arkadaşımız, “–ecek-acak, lazım” gibi kelime ve eklerle süslenmiş cümleleri bırakın! Ben kendi üstüme düşeni yapacağım, AK Parti il binasına gidiyorum, diye yazdı. Son mesajı okuyunca evimizin önüne gelmiştik. Apar topar eve çıkıp, kız kardeşimle, annemle, eşimle ve çocuklarımla helalleşip Erzurum AK Parti binasının önüne geçtim. Otuz sekiz yıllık ömrüme iki darbe sığdırmakta güçlük çekerken, üçüncüsüne de şimdi bizzat tanık oluyordum. AK Parti il binası önüne 6-7 kişilik bir polis ekibi geldi. “Biz burayı korumaya geldik.” diyorlardı. Önceleri pek inandırıcı gelmedikleri için binaya sokmadık. Ama konuştukça tavırlarından emin olduk. AK Parti il binasına gelen kişi sayısı toplamda 60-70 kişi etmezdi. AK Parti il binasından koşarak çıkan, “Meydanlara çıkın!” diye ilk mesajı atan doktor arkadaşımız “Emniyeti koruyacağız’’ diyerek oraya gitmemiz gerektiği konusunda meydandaki arkadaşlara telkinde bulundu. Dilimizde tekbirler, yüreğimizde yoğrulan dualarla koşar adımlarla Erzurum Emniyet Müdürlüğü’ne doğru yola çıktık. Elde avuçta hiçbir şey yoktu. Ama her geçen süre dua dua yükselen gönüllerin Allah’ın izniyle dünyaya ferman okuyacağına dair inancımız daha da perçinleniyordu. Çünkü Erzurum Emniyet Müdürlüğü’ne doğru giderken salâlar okunmaya başladı. Her mahalleden, her sokaktan, her evden insanlar sel olup akmaya başladı. Dadaşlar olarak bu tabloya hiçte yabancı değildik. 93 Harbi’nde Hafız Abdullah’ın salâsı ile başlayan, kadın erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk demeden tabyalara doğru hücuma geçen ecdadı hatırladık. Çünkü bu cenk gününü her yıl, önce sokaklarımızı bayraklarımızla gelin gibi süsleyip, 9 Kasım’da salâlar ile birlikte sabah namazından sonra 20-25 bin kişiyle yürüyüşe -yaşlı kadın çoluk çocuk demeden- çıkarak tabyalara doğru ilerledik.

Varlık zamanında yapılanların darlık zamanında insanı ne kadar olgunlaştırdığını bir kez daha şahit oluyorduk. Gitgide mahşeri kalabalığa dönen Erzurum caddelerinde yürümek güçleşiyordu. Nihayet Erzurum Emniyet Müdürlüğü’ne varınca, bir zamanlar 28 Şubat süreci ile horlanan bu vatanın asli unsurunun Müslümanlığı olduğu bir kez daha gösterilmiş oldu. Türkiye’nin çok çeşitli olan kültürel kodlarını bir arada tutan en önemli etkenin din olduğunu, bir kez daha dünyaya adeta haykırıyorduk. Emniyetin balkonunda Erzurum’un manevi mimarlarından Veli Velioğlu hoca vardı. Her hayrın kapısını açan Besmele ile başladığı sözleri, gönüllerimizi duaya doyuruyordu. İnşirah suresini okurken, dillerimizden dökülen âminler vardı. “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” cümleleriyle yankılanan Erzurum semalarına, Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan’ın vakur duruşu ve hemşehrimiz Zekai Paşa’nın mesajı eklenince tekbirler yeri göğü inletiyordu. Dadaşlar diyarında, tabiri caizse etten duvarlar örülüyordu. Etrafımızda ne bir hain ne de bir ifsat edici hareketlenme görülüyordu. Tek yürek olan Dadaşlar, Reis-i Cumhur’un meydan nöbetlerinin çağrısına da uyup, belirlenen meydanı tahsis etmeyen çapsızlara rağmen nöbetlere başladık. O gün meydana çık/a/mayanlar, bu necip milletin mertliğinden zerre-i miskal nasiplenmemiş kendini bilmezler, işin rengi ay yıldıza doğru dönünce ortaya çıkmaya başladılar. Aslanların yazdığı tarihi geceyi, Dadaşların çakallara bırakmayacak kadar ferasetli ve yiğit olduklarını unutarak!

Emniyetin önünde başlayan nöbetleri şehrin meydanına taşırken, yeni ektiği çiçekleri bahane ederek meydanı vermek istemeyenlerin yokuşları, nöbetlerin olmazsa olmazı gece namazları eda edilirken bazı hocaların, siyasetçilerin,  akademisyenlerin,  şairlerin meydanlarda olmayışı gençlerin canını sıkıyordu. Bizde onlara gönül erbabı Ertuğrul Taşlı Ağabey’in, “Gerektiğinde meydanlarda olmayan hocaların, imamların, akademisyenlerin hele de şairleri asla dikkate almayın! Onlar henüz bulundukları yerin idrakine varamamışlardır. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve koşmana devam et!” sözünü gençlerle paylaşıp, dilimize pelesenk olmuş “Bir avuçtuk biz göklere sığmayan, bir avuçtuk biz cennete susayan” ezgisini söyleyerek şeytani güçlere inat ettik! 15 Temmuz’da kaçmayı düşünenler, korkusundan ne yapacağını bil/e/meyen sahtekârlar, kahramanlar gibi ortada olabilirler, olsun! Kazanılmış zaferleri sahte kahramanlara karşı korumak için sokaklara emir bile beklemeden çıkan kardeşlerim, şehitlerin, şühedanın ve gazilerin hürmetine son kaleyi korumayı kendimize bir borç bileceğimize, 15 Temmuz akşamı söz verdik. Ümmetin köşe taşı olan büyük medeniyet bakiyesini unutmadan ve kendimize fiili duaları yoldaş ederek dünya yolculuğumuzdaki hikâyemizi iyi tamamlamak nasip olur inşallah!