FETÖ’nün Güç-İktidar Arzusu ve Postmodern Dindarlık Anlayışı

Bu darbe süreci göstermiştir ki, ülkemizde ve küresel düzlemde ortaya konulan FETÖ vari postmodern dindarlık anlayışı sadece Müslümanları değil, aynı zamanda örgütlendikleri diğer ülkelerde diğer din mensuplarının da duygularını suiistimal etmiş ve onları kullanmıştır.

Muhammed Garip CESUR

İnsanlığın tarihi, dönüştürdüğü yapı ve malzemeyle yakın ilişkilidir. Materyalist/positivist tarih anlayışı insanlığın ilk dönemlerini taş, tunç, bakır ve demir gibi çeşitli maddelere göre sınıflandırmıştır. Temel belirleyici olgu, kullanılan yapı malzemesinin/ araç ve gereçlerin niteliğinin insan hayatında önemli rolü ve işlevi olsa gerek. Bilginin öneminin kavranması ve bilgi ile gücün ortak hareket etmesi, tarih boyunca hakimiyet/iktidar meselesi dediğimiz temel durumu doğurmuştur. Süreç itibariyle bilgiyi/gücü/teknolojiyi elinde bulunduran iktidarı da elinde bulundurmuştur. Tarih boyunca otoriterliğin yani gücün toplumun dönüştürülmesinde temel araç olarak kullanılması süregelen bir durum olmuştur. Özellikle Batı düşünce tarihinde bu durum bir paradigmaya dönüşmüştür. Bacon’ın, “bilgi güçtür” özdeyişi bu durumu açıklar niteliktedir.  Bacon, doğanın işleyişini anlamak, tabiatı çözümlemek insan için yeni otorite imkânı doğurduğunu bu açıdan “bilmek doğaya egemen olmaktır” der.

Michel Foucault bilgiyi, iktidarın devamlılığı açısından yani iktidarın iktidarda kalabilmesi ve bilgiyi iktidarın kendi maksatlarını gerçekleştirebilmesi için kullandığı bir araç olarak görür. Yine o, “gücün bilgiyi engelleyen bir unsur olması, iktidarın şah damarı konumunda olan bilginin bu önemini yitirmesi anlamına gelir ki, bu ise iktidarın işleyiş düzenin çökmesine, daha doğrusu iktidarın kan kaybetmesine neden olur” görüşündedir.Hakeza “Tanrı-kral” olarak da adlandırılan kralların sahip olduğu otorite yetkisinden hareketle tanrısal bir görev ifa ettiklerine ilişkin bir inanç söz konusudur. “Dünyevi iktidarı elinde bulunduranların kutsal bir fenomen olan otorite yetkisinin temsilcileri olarak görülmelerinden ötürü sıradan insanlardan ayrıştıklarına ve otoritenin kaynağı olan metafizik alemin birer unsuru olduklarına inanılmaktadır.”

Tarih boyunca gücü putlaştıran, güç etrafında kenetlenen, gücü devrimci bir öğe olarak kutsayan birçok zümre ve topluluk var olagelmiştir. Hem sivil otorite hem askeri otoriteler tahkim edilmiş güçleri ile gerek Mısır’da, Roma’da, Antik Yunan’da gerek Hindistan’da, Çin’de ya da Doğu’da herhangi bir yerde gücü elinde tutma ve   hükmetme uğruna sömürgecilik, kölelik, kültürel asimilasyon, eğitim ve öğretim faaliyetleri, dini ve etnik unsurların   suistimali gibi her türlü girişim/yöntem ve faaliyete başvurmuşlardır.  Gerek siyasi rejimler gerek uluslararası güçler gerekse öbeklenmiş grup ve fırkalar, söz konusu emellerine ulaşma hususunda her türlü fırsatı kullanmaktan geri durmazlar. Özellikle son yüzyılda benzer durumun ülkemizde sıklıkla yaşanıyor olması ülkemizin hem coğrafi stratejik konumu hem de tarihi kültürel ve siyasi durumuyla yakından ilişkilidir. Ülkemizde 15 Temmuz 2016’da bir kısım askeri cuntanın (oligarkın) kalkışmasıyla gerçekleştirilmeye çalışılan darbede 250’den fazla insanımızın hayatına mal oldu.  Ülkemiz maddi ve manevi olarak çok büyük kayıplar yaşadı.  Çok geçmeden kalkışmanın arkasında Gülen hareketinin olduğu anlaşıldı. Sağduyu sahibi Türkiye halkı, sivil iradenin arkasında durarak askeri cuntanın oyunlarını boşa çıkardı. Çok geçmeden anlaşıldı ki bu askeri kalkışmanın aktörlerinin, CIA danışmanı Henri Barkey ve CIA yetkilisi Graham Fuller gibi Amerikan merkezli dış bağlantılarının oldukları tespit edildi.

Türkiye’nin büyüyen gücünü ve Ortadoğu’daki temel stratejik durumunu bloke etmeye çalışan ABD, yerel taşeron FETÖ üzerinden operasyon yaparak Ak Parti hükümetini devirip, iktidara el koymanın planlarını devreye koymuştu. Kırk yıldır ülkenin sivil ve askeri ve bürokraside örgütlenen FETÖ, kültür, ekonomi, eğitim gibi ideolojik, siyasal alanlarda yapılanarak sistemin her tarafına nüfuz etmişti. Ülkenin neredeyse tüm bakanlıklarında bürokrasiyi ele geçirmiş, ulusal ve uluslararası birçok meselede siyaseti manipüle etmiş, başta adalet ve askeri alanlarda olmak üzere benzeri birçok kurumda çeşitli hadiseleri kendi emelleri doğrultusunda bloke etmiştir.

Bu 15 Temmuz hadisesi bize şunu göstermiştir: Bu kalkışma Gülen hareketinin yıllarca orduya, siyasete, bürokrasi ve STK’lara sızmasının bir neticesi olarak devşirdiği sivil askeri gücün neticesinde gerçekleşmiştir.

Darbe teşebbüsünü gerçekleştiren Gülen grubu dünyanın yaklaşık 170 ülkesinde örgütlenmiş bir güç.  Amerikan himayesinde geniş bir serbestiyet ağına sahip bir oluşum. Bu ülkelerde açtığı okullarla sivil, siyasi ve askeri alanlara nüfuz ederek güç ve iktidar devşiren bir yapılanmaya sahipti.  Bilgi, güç ve iktidar ilişkisi bağlamında Amerikan modeli siyasal bir örgütlenmeye giden FETÖ, postmodern bir olgu olarak sızdığı sistemlerin bütün bilgi ağlarını ele geçiriyor, bilgi kanallarını yönetiyor, dış merkezli iktidar unsurlarına veri taşıyordu. Tanrının krallığının yeryüzünde hâkim olması için her türlü yol ve yöntemi meşru gören anlayışı ile küresel sistemin bir parçası olmak, onlarla iş birliği yapmak ve Müslümanların aleyhine bile olsa her türlü adımı atmakta beis görmemiştir. İktidar ile ilişkisi güç ve menfaatler üzerine kurulu olan söz konusu yapılanmanın tanrı adına aldığı rol gereği kendisine hizmet etmeyen her türlü iktidarı devirmek ve yerine iş birliğini kabul edecek iktidarlar yaratmak üzerine kurulu temel felsefesiyle postmodern bir nitelik barındırdığı aşikardır.

Darbeci FETÖ’nün iş birlikçisi olan ABD, başta Güney Amerika ve Ortadoğu olmak dünyanın birçok bölgesinde, dünya hakimiyet politikası (tanrının krallığı) için operasyonlar yürütmekte ve askeri darbeler gerçekleştirmekten geri durmamaktadır. ABD, küresel kapitalizmin en önemli aktörlerinden biri olarak uluslararası sisteme hâkim olmanın bir gereği olarak maşa gruplarla çalışmayı, onlarla çeşitli menfaatler üzerine iş birliği yapmayı, çeşitli politik zeminde bir arada olmayı amaçları için ters görmez.  “Felaket Kapitalizmin Yükselişi Şok Doktrini”nin yazarı Naomi Klein’in şu ifadeleri ABD ve Fetöcü zihniyeti özetler niteliktedir: “Ülkeleri özelleştirme ve liberalleştirme yoluyla sömürgeleştirmenin, demokratik siyasal ortamda mümkün olmadığı durumlarda, kapitalizmin ancak darbe, cunta, terörizm, otoriter ve baskıcı rejimler yoluyla demir yumrukla uygulanabileceğini söylüyor. Naomi Klein’e göre, bağımsız ve kalkınmacı ülkelerin ekonomik değerlerine el koymak, özelleştirme ve liberal politikaları uygulamak için o ülkede ajanlar ve işbirlikçiler aracılığıyla kaos ve kriz çıkarılıyor ve kitleleri yoksullaştıracak sözde şok tedavisini uygulamak için darbe veya seçimler yoluyla iktidar değişiklikleri yapılıyor. Kitleleri tepki veremeyecek duruma getirmek için de iş birlikçi yöneticiler eliyle halk, bilgi ve şiddet bombardımanına tabi tutuluyor ve hızlı bir hakimiyet sağlanıyor.”

Bu darbe süreci göstermiştir ki, ülkemizde ve küresel düzlemde ortaya konulan FETÖ vari postmodern dindarlık anlayışı sadece Müslümanları değil, aynı zamanda örgütlendikleri diğer ülkelerde diğer din mensuplarının da duygularını suiistimal etmiş ve onları kullanmıştır. Örgüt, dinler arası diyalog ve mesihçi anlayışı ile kitlelerle ideolojik bir bağ kurmakta, Amerikan modeli dini, siyasi ve ideolojik bir hüviyet taşımaktadır. “FETÖ ezoterik batıni bir örgüttür.” Bu örgüt derin tarihi bir arka plana yaslanıyor. Prof. Dr. Önder Duman, Amerikan Board ve Presbiteryen Board misyonerleri ile FETÖ’nün eğitimsel örgütlenme biçimleri arasındaki benzerliklere dikkat çekerek Amerikan Board ve Presbiteryen Board’ın 1914 tarihli yıllık raporlarında Amerikalı misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu’nda 473 okul, 54 ortaöğretim kurumu ile 4 teoloji okulu, yanı sıra da 11 koleji yönettikleri, toplamda 32 bin 252 öğrenciye eğitim verdiklerini belirtmektedir.

FETÖ “cemaat despotizminin” en önemli örnekliklerinden birisidir. Kendi müntesiplerinden “seçilmiş”, özel insan olma duygusunu pekiştirirken, kendisi dışında kimseye hayat hakkı vermeyen, onları ötekileştiren, onları elimine etme hususunda bir politika ortaya koyan, yapısıyla diğer İslami cemaat ve kurumlara düşmanca bir yaklaşım sergilemiştir. Müslümanların vahdet çağrısına karşılık dinler arası diyaloğu bir strateji olarak önceleyen örgüt, İsrail-Filistin meselesinde bile İsrail’den yana bir tavır ortaya koymuştur.

15 Temmuz gecesi tüm ulusal ve uluslararası oyunlara rağmen Müslüman halk, cemaatler, STK’lar, ferasetini kullanarak söz konusu darbeye karşı canı pahasına karşı dik durmuş, darbeyi püskürtmeyi başarmışlardı. Bu darbenin önündeki en büyük güç Anadolu insanının samimiyeti ve Müslüman kamuoyunun bilinç ve basireti olmuştur. Darbecilere karşı direnen Müslüman kamuoyu, cemaat ve STK’lar darbenin arkasındaki niyeti anlamış olsa gerek ki bir kahramanlık örneği ortaya koymuşturlar. Ayrıca özellikle Batıda darbenin başarısız olması büyük bir hayal kırıklığı yaşatırken, hadise Batı demokrasisi açısından da önemli bir imtihan vesilesi oldu. Üçüncü dünya ülkelerine reva görülen durum, ülkemiz açısından da pek farksız değildi.

 İki binli yıllar itibariyle İslam’ın yükselişi ile Mısır’da, Tunus’ta, Sudan’da, Türkiye’de vs. Müslümanların iktidara gelmesi Batı açısından çok da ümit edilen bir durum değildi. Büyük Ortadoğu projesi ve Türkiye üzerinden emellerine erişemeyen ABD, adı geçen ülkelerde darbe süreçlerini destekleyerek İslamcıların iktidar olma ile bağını kesmeye çalışmıştır. Darbeyle istediğini alamayan ABD son yıllarda ekonomik yaptırımlara başvurarak söz konusu hedeflerine ulaşma arzusundadır. 

Darbeler tarihi açısından ülkemizin sicili hiç de iç açıcı değildir. Asker korkusunun küçük yaşlarda zihinlere kazındığı ülkemizde, milletimizin korkusuz ve kararlı duruşu bu süreci tersine çevirmiştir. Korku bariyerleri yıkılmış, sivil irade cuntaya galip gelmiştir.

15 Temmuz sonrası ülkemizde oluşturulan algı nedeniyle temel İslami kavramların içi boşaltılmış, kurum ve vakıfların çalışmaları kısmen sekteye uğramış, yine güvensiz addedilerek itibar suikastine maruz bırakılmıştır. İslami toplumun nabzının attığı, yurt, vakıf, dernek, sendika, hizmet, cemaat vs. gibi temel kavram ve alanların işlevselliğinin sağlanması ve töhmet altında bırakılmadan gerçek hüviyetlerine hizmet etmeleri son derece önemlidir. Unutulmamalıdır ki darbeyi püskürten Müslüman kamuoyunun vicdanıdır. Toplumsal dayanışmayı sağlayacak ve cuntacı güçlere karşı duracak yegâne faktör de budur.