Ezgilere Dâir

Asım Köksal’ın İslâm Tarihi o yıllarda yazılıyor, cilt cilt yayınlanıyor, her cilt çıkınca ciddi bir okur kitlesi tarafından hemen alınıp kısa zamanda okunuyordu. İslâm Tarihi’nin Mute Gazası’nı anlattığı cilt yayınlanınca, ilk senaryoya ilham verdi.

Kenan YABANİGÜL

Kenan Yabanigül kimdir?

09.01.1956 yılında, Sivas’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini orada tamamladı. Lise yıllarında MTTB ile tanıştı. 1972-1973 yılları arasında teşkilatın muhasebesine baktı. Yükseköğrenimini İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliğinde tamamladı. Talebelik yılları Milli Türk Talebe Birliği’nde geçti. 1976-1977 yıllarında icra konseyi başkanlığı yaptı. Askere gidinceye kadar mühendis olarak çalıştı. Askerden sonra ticarete atıldı. Tabii talebeyken de mezuniyetten sonra da gençlik ile irtibatı son hızla devam etti. Gençlerin teklifi ile çocuk dergisi çıkartmaya karar verdi. Böylece sesli yayıncılık ile tanışmış oldu. Şimdilerde 4 oğlu 8 torunu olan bir dede.

Bant tiyatroları ve ezgiler konusundaki sorularınızı kendimi öne çıkartmamak için üçüncü bir göz ile anlatmaya çalışacağım. Anlatamadıklarım ve ismini bahsetmeyi unuttuğum kardeşlerimden özür dileyerek ve emeği geçen tüm kardeşlerimi saygı, sevgimi ve de dualarımı göndererek başlıyayım.

*

“Bu bant, Zaman Yayıncılık-Selam Dergisi tarafından hazırlanmıştır. Bu sahada ortaya konacak çalışmalara bir başlangıç olması ümidiyle hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.”

1985 yılının Aralık ayında yayınlanan Mute Destanı isimli kasetin giriş anonsu buydu. O yılların hareketli ve dinamik fikir ortamında bir yandan benzer çalışmalar için ön açan, bir yandan derin fıkhî hatta itikadî tartışmaların fitilini ateşleyen bir çıkış olmuştu. Eş zamanlı sayılabilecek bazı amatör marş kasetlerinden daha değişik bir çizginin başlangıcıydı bu kaset.

Bu ortamı tarif etmeden önce işin başına dönmek lazım. 80’li yıllarda TRT’nin sadece akşam saatlerinde yayın yapan TV’si, gün içinde toplumun birkaç saatini doldurabiliyordu, her eve de henüz girememişti. Ama radyo çok başka bir yerde duruyordu, gün boyu işyerlerinde, evlerde yoğun bir şekilde dinleniyordu. Canlı futbol maçı yayınları ve haber yayınları ile erkek dinleyicilerin, “Arkası Yarın” gibi radyo tiyatroları da özellikle hanımların en gözde medya aracı olarak hayatın içinde önemli bir yer tutuyordu. İşte bu ilgi, 1980’de Cihangir’deki bir öğrenci evinde üç üniversite öğrencisinin oluşturduğu bir projeye dönüştü öncelikle. Bu öğrenciler; Mesut Yabanigül, İbrahim Sadri ve Mehmet Burhan Genç. Özellikle İslam tarihinden kesitlerin bir radyo tiyatrosu formatında kaset ile yayınlanabileceği ve bu şekilde çok geniş kitlelere ulaşılabileceğini, çok da etkili olabileceğini uzunca bir süre konuştu bu gençler. Ama bu projeyi gerçekleştirmek için birkaç yıl geçmesi gerekti.

Asım Köksal’ın İslâm Tarihi o yıllarda yazılıyor, cilt cilt yayınlanıyor, her cilt çıkınca ciddi bir okur kitlesi tarafından hemen alınıp kısa zamanda okunuyordu. İslâm Tarihi’nin Mute Gazası’nı anlattığı cilt yayınlanınca, ilk senaryoya ilham verdi. İbrahim Sadri, Mute Destanı’nın senaryosunu bu tarihte yazdı. Bant tiyatrolarının ilk senaryosu böylece ortaya çıktı. 1985 Mayıs’ında Kenan Yabanigül’ün öncülüğünde yayın hayatına başlayan Çocuğa Selam dergisinin (bir süre sonra ismini Ümit Nesline Selam olarak değiştirmiş ve dört yıl boyunca yayınlanmıştır.) abonelerine bir hediye verme düşüncesi ile bu bant tiyatrosu projesi birleşti. Daha ziyade radyo sanatçılarından oluşan bir ekibe iş teslim edildi, ancak sonuç çok kötüydü. Sanatçılar, yapımcıya haber vermeden incelemek için aldıkları senaryoyu kendi başlarına seslendirmişlerdi. Evet sonuç çok kötüydü, çünkü konunun ruhu anlaşılmamıştı ve de sanatçılar İslamî terimlerin telaffuzu konusunda yetersizlerdi. Tam bu aşamada Ulvi Alacakaptan ile yeni tanışılmıştı. Dolayısıyla senaryo üzerinde yeniden çalışıldı, Barbaros Ceylan’ın yaptığı bestelerle senaryo güçlendirildi ve Şehir Tiyatroları’nın stüdyosunda yeniden kayda alındı. Bu sefer sonuç o günün imkânlarına göre oldukça başarılıydı.

Bu kaset çok ses getirdi, bant tiyatrosu yaklaşımı çok beğenildi, çok dinlendi. Ama beraberinde birçok tartışma başlığı açıldı. O güne kadar dindar kesimin müzik olgusuyla olan tanışıklığı çok sınırlıydı; enstrümansız icra edilen mevlid ve ilahiler geleneksel olarak hayatın içindeydiler, çok tepki görmüyorlardı. Bir yandan 70’lerin son yıllarında hayatımıza giren Filistin marşları ve sonra İran menşeli devrim marşları, genç kesim tarafından çok dinlenen ve söylenen marşlardı. Mute Destanı’nda arada yer alan ezgilerin Barbaros’un sesinden ama saz ve birkaç sade enstrüman desteğiyle icra edilmesi çok yeni bir olguydu. Aylarca enstrümanların caiz olup olmadığı, sahabe sözlerinin enstrüman eşliğinde söylenmesinin küfre kadar gidebileceği, def dışındaki enstrümanların haramlığı gibi konular o dönemin çok büyük dergilerinde, gazetelerinde tartışıldı durdu. Henüz özel radyoculuk başlamamıştı, dergi ve gazeteleri çıkaran grupların radyo istasyonları yoktu, bu yüzden eleştiriler de çok keskin ve acımasızdı. (Ne zamanki bu yayın organları radyoculuğa başladılar, o zaman müziğin insan ruhu üzerindeki latif etkisinden dem vuran yazıları okumaya başladık.) Mute Destanı ile hedeflenen şey, bant tiyatrosu tarzında bir formun başlatılması idi, enstrümanlar üzerinde kopan fırtına asıl niyeti o kadar gölgede bıraktı ki mecburen Mute Destanı için tekrar stüdyoya girildi, Barbaros’un bestelerinin enstrümansız okunduğu bir başka kayıt daha yapıldı ve o kayıt çoğaltıldı. Piyasada artık enstrümansız Mute Destanı kaseti vardı ama “Sazlı Mute” yıllarca aranan bir kaset olmaya devam etti.

O yıllarda Santa marka boş kasetlerde çoğaltıldığı için “Santa” diye anılan Abdülbaki Kömür ve birkaç arkadaşının hazırladığı koro marşlar vardı. Daha ziyade Filistin ve İran marşlarının besteleri üzerine yazılan sözlerden oluşan, enstrümansız olarak ve çoğunlukla koro olarak söylenen bu tarz çalışmaları, “marş” diye adlandırıyorduk. Ama Barbaros Ceylan’ın Mute Destanı’nda ve İnsanlar ve Soytarılar tiyatro oyununda seslendirdiği parçalara ne ad vereceğimiz konusunda uzun süre kararsız kaldık. Şarkı hiç diyemiyorduk, ilahi değildi, marş değildi, müzikal yapısından çok işlevi ve misyonu itibariyle diğer müzik parçalarından ayırt edilmesini önemsiyorduk. “Özgün Müzik” kategorisinde olduğuna karar verdik, çünkü kısmen halk müziği tadı taşıyan, modern enstrümanlarla icra edilen ama özellikle siyasi bir tavrı olan müzik parçaları bu isimle sınıflandırılıyordu o yıllarda. Biz de bu parçaların “Özgün Müzik” sınıfında olduğuna karar verdik ve çoğunlukla “ezgi” olarak adlandırdık.

Bizim tarafta bant tiyatroları Mus’ab Bin Umeyr (r.a), Hicret, Mekke’nin Fethi, Tevbe, Hudeybiye gibi kasetlerle devam ederken aralarda Gün Batıdan Doğmadan isimli marş kaseti, Andolsun, Çağıltı isimli ezgi kasetleri de ilk çalışmalar arasında yerini aldı. İlahiler konusunda yoğun talep vardı, Zaman Yayıncılık’ta ilk çıkan ilahi kaseti, Gelin Allah Diyelim kaseti oldu, müziğe ilgileri tamamen amatör olan İnegöllü birkaç işadamının oluşturduğu koro ilahilerdi.

İlk iki kasetteki (Mute Destanı ve Mus’ab Bin Umeyr (r.a) ) ezgiler, Barbaros Ceylan’ın ezgileriydi. Hicret kasetiyle yeni bir soluk geldi; Bayrampaşalı gençler bestelediler ve seslendirdiler bu kasetteki parçaları. (Ömer Karaoğlu, Tamer Duman, İsmail, Mehmet.) İsimleri ikinci planda tutmak, işi nefsîleştirmemek adına çok hassas davranılırdı o yıllarda. Bu gençler de kendilerine “Grup Selika” ismini seçmişlerdi, kasetlerde beste ve söz için bu isim yer aldı uzunca bir süre. Bu grubun yer aldığı ilk müstakil kaset çalışmamız, Gün Batıdan Doğmadan idi ve çok sevildi. O yıllarda Selam dergisinde grafik tasarım işlerini yürüten Taner Yüncüoğlu, sürece besteleri, aranjeleri ve icralarıyla katıldı, çok üretken bir arkadaşımızdı. Aramızda müzik eğitimi almış olan tek arkadaşımız da müzikolog olan Taner’di. Yine derginin yazı işleri müdürlüğünü yapan Ahmet Mercan’ın senaryoları, çok sayıda kasette yer aldı. Zaman Yayıncılık’ın yanı sıra grup bünyesinde faaliyet gösteren Record Manyetik, Ahenk Ajans logolarıyla çıkan kasetlerde sesi ve besteleriyle Aykut Kuşkaya, aranjeleriyle ve sesiyle Hakan Aykut, besteleri ve sesiyle Mesut Yabanigül, bant tiyatrolarında seslendirme yönetmenliği yapan Ahmet Mercan ve Mehmet Burhan Genç, ayrıca beste, söz ve icralarıyla Tamer Ayaz, Yener Turan, Ali Fırat, Erkan Mutlu ve daha birçok arkadaşın katkılarıyla yelpaze ve çeşitlilik çok genişledi. Kimi Dosta Gider isimli albümde rahmetli Yahya Soyyiğit, tasavvuf müziği ve halk müziği tarzındaki çok sayıda çalışmasıyla Ender Doğan, unutulmazlar arasında yerini aldı.

Bizim yapımlarımızın yanı sıra başka firmalarda da yüzlerce kaset yapıldı. Asır Ajans şiir kasetleriyle çıkış yaptı; Necip Fazıl’ın, İsmet Özel’in kendi sesinden şiirlerini, M. Akif’in şiirlerini dinledik. Eşref Ziya Terzi’yi, en çok İslamoğlu’nun kasetlerinde dinledik, Mustafa Demirci’yi ise Safa Vakfı ve Beyza Müzik kasetlerinde. Atlas Gösteri’nin komedi tarzındaki kasetleri; Şu Bizim Dünya, Eyvah İrtica ilk akla gelenler. Giz Ajans’ta Ahmet Mercan’ın yazdığı kavram kasetleri serisi, Ulvi Alacakaptan’ın sesinden Mustafa Kutlu’nun Yoksulluk İçimizde isimli sesli kitabı. İlk olarak İnkılab Yayınları’ından çıkan Uyan Ey Gözlerim adlı klasik albüm, hiç demode olmayan Mehmet Emin Ay’ın Taleal Bedru kaseti. Bir Güneş Doğuyor kasetleri, Emirhan Ertürk, Abdullah Taşkıran, İbrahim Tanrıkulu, Ömer Çelik, Hüseyin Goncagül, Yeşil TV kasetleriyle Erol Çam, Mikail…

Korsan çoğaltımların emek hırsızlığı olduğunu anlatmakta çok zorlandık. Normal korsandan belki de daha fazla zarar gördüğümüzü söyleyebilirim. Özellikle ilk yıllarda pek çok kişi topluca çoğaltım yaparak “hizmet” amacıyla bu kasetleri çevrelerine dağıttılar. 

Ezgiler, 12 Eylül döneminde muhalif bir duruşun sonucuydu, sol kesimde rağbet gören protest müzik çıkışı gibi bizim kesimde de ezgiler ve marşlar bestelendi. Geniş kitlelerin duygularına tercüman oldular. Ancak son 20 yılda bu ezgileri dinleyenler artık iktidarın bir parçası haline gelince muhalif söylem dönemi bitti. Ezgilerin sözleri ve üslubu, iktidardan pay sahibi olan veya olduğunu düşünenlere hitap etmez oldu.

Kısaca 80’li ve 90’lı yıllarda dindar kesim bant tiyatroları, müzik ve radyo ile tanıştı. Özellikle 80’lere kadar yasak olduğu düşünülen bir alanda çok farklı esintilerin etkisiyle müzik alanındaki çalışmalar, ürkek çıkışlarla başladı. Çeşitli tartışmaların ve taleplerin arasında çok yalpaladı. Asla bir heves değildi, gençler evveli olmayan bir kültürü oluşturmaya, geliştirmeye çalıştılar. Çok zor bir işe talip oldular.

Bir müzik kültürünün oturması için 20-30 yıl gibi süreler çok kısadır. Bir de bunun üzerine sosyal ve siyasal dokunun hızlı değişimi, alternatif olarak ortaya çıkan bu karşı çıkışın motivasyonunu düşürdü. Kendini bulmaya, kendine has karakterini ortaya koymaya çalışan arayışlar devam ediyor. Hala devam edebilen bütün bu çalışmaların içinde ne yaptığını bilen, müziğin evrensel niteliklerini en doğal haliyle taşıyan bir müzik kültürünün oluştuğunu görebilirsek ne mutlu bizlere.