Müzik Kültürümüz ve “Ezgiler”

Bir toplumda kültür için dil ne ise müzik de aynı öneme sahiptir. Her kültürün kendi değerleri içerisinde müzik mühim bir unsur olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü müzik, bir kültür için müşterek düşünme, hissetme ve paylaşmanın vazgeçilmez vasıtasıdır.

Ender DOĞAN

Cumhurbaşkanlığı Türk Müziği Korosu Ses Sanatçısı

Kültür, sanat ve estetik değerlerimiz medeniyetimizin temel yapı taşlarıdır. İnsan, psikolojisiyle sosyolojisiyle, bireysel yaşamı veya toplumsal yaşamıyla belirli ölçü, ahenk ve dengeler prensibi üzerinde hayatiyetini sürdürebilir bir varlık olarak yaratılmıştır. İç ve dış dünyamızda ahenk ve uyum içinde yaşamak bize medeniyetin yolunu açmıştır, medeni olmak iç ve dış dünyamızda ölçüyü gözetmek demektir.

Beşerden insan olmağa doğru yürünen yolda eğitim, kültür, sanat ve estetik yoksunluğunun verdiği hasar, siyasi veya ekonomik kalkınmalarla onarılamaz.

Bir toplumda kültür için dil ne ise müzik de aynı öneme sahiptir. Her kültürün kendi değerleri içerisinde müzik mühim bir unsur olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü müzik, bir kültür için müşterek düşünme, hissetme ve paylaşmanın vazgeçilmez vasıtasıdır.

İrfan geleneğimizde müzik salt bir eğlence aracı olmayıp İbrahim Hakkı Erzurumî’nin tanımladığı gibi “hikmete dair bir fen’’dir. Bu tarihi perspektiften hareketle bizi biz yapan ontolojik temelleri anlamaya çalışıp varlığı, eşyayı, insanı ve hadiseleri anlayıp yorumlama çabası içerisinde müziğin derinlemesine ve genişlemesine önem arz ettiği ve dahi eğitim sistemimizde yol gösterici fonksiyonunun göz ardı edilmemesi gereği apaçık ortadadır.

Tarihi geçmişimiz itibariyle farklı din, dil, ırk ve kültürlerin yaşadığı topraklarımızda çok zengin bir müzik kültürü var olagelmiştir. Şimdilerde bu kültür hazinesinden haberdar olmayan bizler hazine sandığı üzerinde oturan ancak imitasyon yüzüklerle oyalanan insanlar olduk.

Müziğin en önemli fonksiyonu çocuklarımızın ve gençlerimizin kendi kültür ve irfanının sırtını dayadığı gerçeklik zemininde, kendi medeniyetine mensubiyet duygularını ve bağlarını kurmak, yeni ufuklara açılırken ruh bağlarının kendi topraklarıyla irtibatlı olmasını sağlamaktır. Sanat, özellikle müzik bizi besleyen en önemli hayat damarımızdan biridir.

Yaşadığımız çağda her alanda olduğu gibi müzik de popüler kültür içerisinde değişmiş ve dönüşmüş, bir tüketim aracı olarak asıl maksadından uzaklaştırılmıştır.

Popüler kültürün mantığı “sürekli ve hızlıca tüketim /tükettirme ve bir öncekini hatırlamama /hatırlatmama” esasına dayanır. Geleneksel kültürler tam aksine “ait olduğu geleneksel yapıdan beslenerek yeniden üretmek ve kadim olanı asla unutmamak” ilkesine dayanır.

Popüler kültür bireyin ait olduğu kültür dairesinin genetik kodlarıyla irtibat kurmak esasını reddeder. Yerel kültürler tüketim değil, kadim varoluş ve gerçek üretim süreçlerinin ürünüdür. Popüler kültürün temel dinamiği ve varoluşu gereği yerel kültür anlayışıyla taban tabana zıttır aksi halde hayat alanı daralır.

Ezgiler

1980’lerin ortalarından başlayıp 2000’li yıllara kadar devam eden süreç içerisinde, toplumun bir kısım gençlerinin dinlemeyi tercih ettiği marş, ezgi, yeşil pop, özgün müzik gibi isimlerle adlandırılan bir müzik türünün popüler hayatımızda boy gösterdiğini görüyoruz.

Bu müzik türünün daha çok bir itiraz refleksine dayalı toplumsal duruş ile protest bir tavır içerisinde geliştiğini söyleyebiliriz. Dünya üzerinde zulüm gören, sıkıntılar yaşayan, hakları gasp edilen Müslüman toplulukların sorunlarını dile getirme çabası bir yönüyle bu müzik akımının kaynağını teşkil etmiştir diyebiliriz.  Ülkemizde de darbelerin etkisiyle ortaya çıkan toplumsal sorunlar, göç, kentleşme, TV, İnternet vs etkileşimlerin yoğunlaştığı dönem içerisinde modernleşme serüvenimizin bir neticesi olarak da müzik alanında bazı arayışlar olmuştur.

Bu dönemin dindar gençleri Yunus Divanı, Niyaz-ı Mısri, Aziz Mahmud Hüdayi, Alvarlı Efe Hz. Divanları, Elmalılı Hamdi Yazır tefsiri yerine Mısır, İran kaynaklı tercüme kitapları okumayı tercih ettiler, akıl ve düşüncelerini, kalp ve ruhlarını Seyyid Kutup, Fethi Yeken, Hasan El-Benna, Mevdûdi, Ali Şeriatî vb. yazarların kitaplarını okuyarak şekillendirdiler.

İslami müzik serüveni de bu koşullarda, böyle bir ortamda başladı, bant tiyatrolarıyla birlikte önce yalnız sesle daha sonra org, piyano, batı kemanı, çello kullanımı ardından gitar, obua, pan flüt derken Türk müziği enstrümanlarına ihtiyaç bile kalmadı, ilginç bir sınıf atlamasıyla Batı müziği enstrümanları ve çok sesli müzik alt yapıları İslami müzik üretimlerinde en önemli yerleri işgal etti. Modern yaşam bizi kendi potası içine çoktan dahil etmişti, hayır, doğrusu biz koşarak girmiştik.

Burada bir parantez açalım, müzik kültürümüz içerisinde zaten tarihsel olarak kökleri asr-ı saadete dayanan bir dini musikimiz var. Camilerde ve dergahlarda icra edilen bir musikimiz vardı ama bunlar popülerlikten uzak geleneksel sanatlar kategorisinde bulunuyordu oysa bahse konu olan adına ezgi denilen müzik hem popüler hem modern hem protest unsurlar içermeliydi.

Sözünü ettiğimiz müzik tarzının adı zaman zaman tartışma konusu yapılmış, kimisi özgün müzik, kimi ezgi, kimi marş, kimisi ise bu müziğe yeşil pop demiştir. Estetik kaygılardan ziyade ideolojik yaklaşımların doğurduğu bir müzik anlayışı olarak tanımlanmıştır.

O dönemde müzik tartışmaları; dînî perspektiften özellikle fıkhî bakımdan da konuyla ilgili ifrat ve tefritlerin, zıtlık ve aşırılıkların bir arada yaşandığı hadiselerle birlikte ilginç değerlendirmelerin ortaya çıktığı bir saha içerisinde cereyan ediyordu.

Burada trajikomik yani hem acıklı hem güldürücü bir örnek verelim; enstrüman kullanımı ile ilgili ciddi bir direnç hakimdi, telli, yaylı, üflemeli sazlar haram kabul edilip yalnızca def veya ritim sazlarının çalınmasına cevaz verildiği bu dönemde ilginç bir şey yaşandı. Devreye org girdi, telli bir enstrüman değildi, o dönemde saza, bağlamaya kemana ud’a haram diyenler org’a caiz dedi çünkü “fişi takıyorsun tuşuna basınca ses çıkıyor” ne ilginç oysa aksine org bir kilise sazıydı. Eğer bir yasak olacaksa bu tutum önce org’a gösterilmeliydi.  

Ama org kullanımının başka bir anlamı vardı zira biraz müzik yeteneği olan herkes parmaklarını orgun tuşları üzerinde gezdirerek besteler! yapabiliyordu.

Ezgi isminin bir müzik türü adı olarak kullanılması bana göre yanlış çünkü ezgi, müzik lügatlarımızda, “kulaklarımızda bir zevk meydana getiren ses dizisine denir” yani nağme, melodi kelimelerinin karşılığıdır.  Türkülerimize halk ezgileri dendiği gibi… 

Yıllar evvel henüz dijital kayıt sistemlerinde CD’ler hayatımıza girmemişken kasetler var iken yapmış olduğum bir araştırmada bu müzik tarzında üretilmiş onlarca kaset içerisinde yer alan iki yüz adet eseri ritim ve melodi yönünden incelemiştim. Bu analiz sonucunda ulaştığım bazı tespitlerimi paylaşmak isterim:

Ritmik çeşitlilik itibariyle 2/4’lük, 3/4’lük ve bunların türevleri diyebileceğimiz 4/4’lük, 6/8’lik ve 8/8’lik ritim kalıpları kullanılmış. Aslında sadece üç farklı ritim kullanılmış oluyor. Makamsal olarak baktığımızda ise Kürdi, Nihavend, Rast, az sayıda Hicaz makamlarının kullanılmış olduğunu gördüm bu sonuçların daha iyi anlaşılması için şunları söyleyelim, bahsi geçen makamlar dışında kalan ve bizim şarkılarımızda, türkülerimizde, ilahilerimizde en çok  kullanılan Uşşak, Hüseyni, Beyati, Segah, Hüzzam, Suzinak, Hicazkar vs. gibi makamların ses dizileri piyanoda olmadığından yani bu makamdaki eserlerin piyanoyla çalınabilmesi mümkün olmadığından bu ses dizileri zaten kullanılamazdı. Piyanoyla yahut org ile çalınabilen makamlar da zaten üçü, dördü geçmez.

Türk Müziği melodik bakımdan dünyanın en zengin müziğidir. Beş yüz küsur makam çeşidi ile 2/4’lükten 120 zamanlıya kadar onlarca ritim çeşitleri ile muhteşem bir sanat olarak karşımızda duruyor. Özetle bu bahiste teknik olarak çok sınırlı, sanatsal değeri çok zayıf, müzikal özellikleri bakımından çok geri sıralarda yer alan bir müzik türünden bahsediyoruz.

Ayrıca bu müzik tarzında besteler yapan, eserler icra eden sanatçılar içerisinde müzik eğitimi almış pek az isim vardır.           

Bu müzik tarzında eserler icra eden çoğu sanatçı dostlarımız aslında maksatlarının müzik olmadığını müziği verecekleri sosyal, siyasal, tarihsel mesajlar için bir araç olarak gördüklerini ifade ediyorlar ve dahi işin ilmi ve sanat yönünü çok da önemsemediklerini beyan ediyorlar. O vakit melodiden ziyade eserlerin sözleri ve bu sözlerin ihtiva ettiği mesajların öncelediği anlaşılıyor.

Çıkış noktası, nedeni, niyeti halis olan bir başlangıç, yıllar sonra başka bir hüviyete, başka bir biçim ve anlayışa bürünmek suretiyle bana göre gençlerimizin duygusal gelişimine faydası olmayan bir hale dönüşmüştür. Bu müziğe yer yer “Anadolu Rock” adını verdiklerini de gördük, birbirleriyle asla yan yana gelemeyecek iki kelime Anadolu ve Rock birisi bu temiz toprakların öz adı analarla dolu Anadolu öbürü ise bizimle uzaktan yakından alakası olmayan kavramsal olarak içeriği motifi ve referansları itibariyle dokumuza hiç uymayan bir kavram.    

Bütün çabalara rağmen gelinen noktadan geriye doğru baktığımızda 30 yıldan bu yana bu müziği dinleyen, seven, ruhunu bu ezgilerle, marşlarla mayalayan dindar insanlar, imam hatip gençliği, ilahiyat öğrencileri, diyanet mensupları kısaca bu müziğin hedef kitlesi şimdilerde ne durumda? Müzik eğilimleri bakımından, müzik zevki tercihleri bakımından ne gibi değişimler yaşadılar? Bu konuların derinlemesine irdelenmesi gerekiyor. Kanuna, kemana, ud’a bağlamaya haram diyen kitlenin çocuklarının %90’ı gitar öğreniyor. Bu çocukların anne babaları da bizim çocuk gitar çalıyor diyerek övünüyor. Bir işin doğrusunu yapmazsak yanlışını yaparız.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren batılılaşma serüvenimizle birlikte Cumhuriyet dönemi Türk toplumunda yaygınlaşan neşesiz muhabbetsiz dindarlığımızla ruh köklerimizden uzaklaşmamızla dini hayatı bedeni mükellefiyetler seviyesinde dondurup bıraktık. Kültürümüzden, geleneğimizden, sanatımızdan uzaklaştık. Başına İslami ifadesini koyduğumuzda içerik İslami olmuyor. Şimdilerde İmam hatiplerde takib edilen, dinlenilen en yaygın müzik türleri neler acaba? Ezgiler, marşlar dinleyenlerin çocukları ne dinliyor şimdilerde bu sualleri kendimize sormalıyız.      

İnsan kulağından sulanır, der Hz. Mevlana, köklerimizle irtibatımızı her daim canlı tutmak zorundayız. İlim ve sanatta tarihten, geçmiş kültür, sanat birikimlerimizden bağımsız, kopuk ve kendi başına bir ameliyeden söz edilemez. Evet bugünün sosyal hayatı ve kültürü geçmişten farklı olabilir ancak bu değişim dahi geçmişle irtibatlı olarak olmuştur.

Yahya Kemal’in dediği gibi “Sırtımızı geçmişe dayayarak, ayağımızı bugüne basarak, gözümüzü geleceğe çevirerek yolumuza devam etmeliyiz.” Vesselam…