Bugünün Medine’si Konya’dır, Ordu’dur, Bursa’dır… depremin fiilen yaşandığı 11 il dışında kalan bütün şehirlerdir. Ensâr, bütün Müslümanlardır. Herkes kendi ölçeğinde ensârdır, ensâr adayıdır.
Halit ÇALIŞ
Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üni., Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fak.

Kızgın çölde yola düştü müminler, neleri varsa geride bırakarak. Geçmişlerini, anılarını, evlerini, mallarını… Üstlerindeki ve varsa biniti olanlar hayvanlarına yükleyebildikleriyle koyuldular yola, yeni yurt arayışıyla.
Müminler, insanca hayat sürme imkânı kalmadığı, tasavvurları zorlayan zulümler sebebiyle değerleriyle var olmanın neredeyse imkânsız hal aldığı şehri, ilk madebi (Kâbe) bünyesinde barındıran kutsal şehri (Mekke) terk etmek zorunda kaldılar. İmanlarından ya da hayatlarından vazgeçmekle karşı karşıya bırakıldıkları yurtlarından, selam ve selamet yurduna (Medine) hicret ettiler. Tarihin en zor ve en anlamlı hicretini gerçekleştirdiler. İmanları ve ülküleri uğruna her şeyi ellerinin tersiyle itip düştüler kızgın çöllere.
O gün Medine demek, insanlık demekti, muhâcirler için emân yurdu demekti; mazlum ve mağdura kucak açmak demekti; merhamet, dayanışma, kardeşlik demekti, ensâr demekti. Nitekim öyle de oldu. Tarihin en anlamlı hicreti, yine tarihin eşine benzerine rastlanmayan dayanışma ve kardeşlik hareketiyle bütünleşti.
Âlemlere rahmet olan Elçi (s.a.v) ensâr ile muhâcir arasında kardeşlik (muâhât) ilişkisi tesis etti. Ensâr, Mekke’den hicret eden kardeşlerini, öz kardeşten öte kardeş bildi; etnik kökenini/kabilesini sormadı, geçmişini sorgulamadı. Gönlünü açtı, evini açtı, imkânlarını paylaştı bir ömür muhâcir kardeşleriyle.
İlk zamanlar mirasçılık doğuracak şekilde işleyen bu kardeşlik, ömür boyu dava kardeşliği halinde devam etti. Birlikte öğrendiler ilahi hakikatleri, birlikte çalışıp paylaştılar, omuz omuza mücadele ettiler davaları uğruna, beraber ağladılar beraber sevindiler. Tarihin emsaline şahitlik etmediği bu kardeşlik, bireysel bir dayanışma olarak kalmadı, merkezini vahiy ve risaletle nurlanmış Medine’nin oluşturduğu örnek bir devlete dönüştü. Kardeşlikten devlete, merhametten medeniyete yürüyüştü bunun adı.
Aradan geçen bunca asırdan sonra, şimdi vakit, tekrar kardeşlik vaktidir. Deprem mağduru canlara can olma zamanıdır. Gün, ensâr olma günüdür. Depremzede kardeşlerine gönlünü, evini, imkânlarını açma günüdür. Etnik kökenini sormadan, geçmişini sorgulamadan kardeş bilip bağrına basma vaktidir.
Bugünün Medine’si Konya’dır, Ordu’dur, Bursa’dır… depremin fiilen yaşandığı 11 il dışında kalan bütün şehirlerdir. Ensâr, bütün Müslümanlardır. Herkes kendi ölçeğinde ensârdır, ensâr adayıdır.
Ensâr ve muhâcir, tarih sahnesinde bir defa görülmüş üstün erdem sahibi kişilerden ibaret değildir. Muâhât, bir zamanlar yaşanmış destansı bir kardeşlik hikâyesinden ibaret değildir. Ensâra ikram edilen lütuflar, sadece o günle sınırlı değildir. Zulüm, faşizm, doğal afetler gibi haller var oldukça hicret hep olacak, her muhâcir ensârını bulacak, ilahi ikramlar bütün çağlarda sağanak halinde Müslümanları kuşatacaktır.
İlgili kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri marifetiyle asrın kardeşlik seferberliği başlatılmalıdır. Daha fazla gecikmeden fert ve aile düzeyinde bütün depremzedelerle kardeşlikler oluşturulmalıdır. O mahzunsa yüzün gülmediği, açsa lokmanın boğazda düğümlendiği bir duygudaşlık ilişkisi kurulmalı. Ömür boyu sürecek bir kardeşlik, yoldaşlık ilişkisi.
Bu ölçekte ağır bir musibetin altından kalkmak, elbette kolay değildir. Fakat şu ana kadarki süreç gösterdi ki, dayanışma ve kardeşlik duygumuz/bağımız, sanılandan çok daha güçlüdür.
Asr-ı saadette uygulanan muâhât ruhu ve idealine dayalı kapsamlı bir kardeşlik hareketi hayata geçirilebilirse, asrın musibeti asrın dirilişini doğuracaktır.
Neden olmasın!