Büyük Afetlerde Kriz Yönetimi

Tehlikenin değiştirilmesi mümkün olmadığına göre, tehlikelerden en az etkilenmek ve riskleri sürekli azaltacak sistemin oluşturulması, deprem, heyelan, aşırı yağmur, yangın ve benzeri doğa olaylarının yerleşim yerlerinde afete dönüşmemesi için, risk önleme ve azaltma çalışmalarına daha çok ağırlık vermeniz gerekir. En azından, “kriz yönetimi” veya “acil durum yönetimi” hedefli yaklaşım yerine, “risk yönetimi” odaklı anlayış ve yaklaşımı kurumları ile beraber oluşturmak daha akılcı bir yaklaşım olacaktır.

Kadem EKŞİ

İBB Doğal Afetler Komisyon Başkanı

Başta İstanbul olmak üzere ülkemizin deprem, sel, yangın, heyelan ve benzeri olaylar karşısındaki dirençliliği konusu; ciddi anlamda, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 yılında meydana gelen büyük depremler sonucunda gündeme gelmiş ve konu hakkında dişe dokunur herhangi bir çalışmanın da olmadığının farkına varılmıştır.

Bununla birlikte yine görülmüştür ki, ilgili çabalar daha çok, afetin önlenmesinde ziyade afetin olmasını “olağan” gören ve bir nevi afetle boğuşma diyebileceğimiz, enkazların altından mal ve can kurtarılmasına dönük çalışmaların olduğudur. Bunun sonucu oluşan paradigma, ilgili kurumlarımızı hep “o an”a kilitlemiş ve afetin olmasını “olağan” gören anlayışların kurumlarda egemen olmasına neden olmuştur.

Ayrıca kurumsal sorumluluklardan kaynaklanan sorunlar, mevcut planlama anlayışı ve planlamalardan kaynaklanan sorunlar ile yapılaşmış çevre, sosyal ve ekonomik sorunların yetkililer üzerinde oluşturduğu bir nevi “öğretilmiş çaresizlik hali”, bu paradigmanın oluşmasında önemli etkileri olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin, bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, başta AFAD olmak üzere birçok kurumsal yapı ve anlayış daha çok afet sonrasına odaklanılan çalışmalara ağırlık vermektedir. Bunun böyle olmasındaki en büyük etken, ilgili yasal düzenlemelerin risk azaltma hedef ve anlayışından uzak olmasıdır.

Tüm bunların yanı sıra, afet mevzuatının imar mevzuatı ile olan ilişki ve irtibatsızlığı, ilgili ve ilişkili kurumlarla irtibatsızlığa neden olmakta ve böylece bazı önemli konularda bile “senin görevin”, “benim görevim” şeklindeki kurumsal anlaşmazlıklara, ortak dil, bakış ve anlayışların gerçekleşemediği gibi durumların oluşmasına sahip olabilmekteyiz. Böylece insanların can ve malını doğrudan etkileyen afetler üzerinden bile gereksiz tartışma ve ayrışmalara hep birlikte sebebiyet vermiş oluyoruz.

Tehlikenin değiştirilmesi mümkün olmadığına göre, tehlikelerden en az etkilenmek ve riskleri sürekli azaltacak sistemin oluşturulması, deprem, heyelan, aşırı yağmur, yangın ve benzeri doğa olaylarının yerleşim yerlerinde afete dönüşmemesi için, risk önleme ve azaltma çalışmalarına daha çok ağırlık vermeniz gerekir. En azından, “kriz yönetimi” veya “acil durum yönetimi” hedefli yaklaşım yerine, “risk yönetimi” odaklı anlayış ve yaklaşımı kurumları ile beraber oluşturmak daha akılcı bir yaklaşım olacaktır.

Afetleri önlemek afetlere neden olan risklerin ortadan kaldırılması ile mümkündür. Son yıllarda ülkemizde meydana gelen sel, yangın ve depremler sonucunda yıkılan yerleşimler çok hızlı bir şekilde yeniden inşa edilerek başarılı bir performans sergilenmektedir. Ancak risk yumağı haline gelmiş olan yerleşimlerimizi seller, yangınlar, heyelanlar ve depremler yıkmadan gerek iyileştirme ve gerekse yıkıp yeniden inşa etme durumunda olmalıyız.

Arama, kurtarma ve müdahale birimlerimiz her an ihtiyaç duyacağımız bilimler olması nedeniyle de imkân ve kabiliyetlerinin daha da iyileştirilmesi önem arz eder, ancak afet yönetimi anlayışımızın merkezine, “acil durum” veya “kriz yönetimi” anlayışının temel alarak hareket etmenin, oluşan enkazlara da ölü veya yaralılarımıza da hızlı ulaşmamız dışında fazla bir katkısı olmayacaktır. Bunun yerine; yapacaklarımızı yalnızca afet sonrası “acil” dönemle sınırlı tutmayıp, ağırlığın afet öncesine verilmesini sağlamalıyız.