Medya etiği ile birlikte bir de Deprem Etiği olmalıdır. Depreme dayanıklı bina inşasının kuralları olduğu gibi deprem söyleminin de etik kuralları olmalıdır. Daha yıkıcı ve kalıcı olan psikolojik ve manevi hasarları önlemek için. Depremin vurduğu kente bir de siz vurmayın ey deprem tellalları!
Durmuş GÜNAY
Prof. Dr., Maltepe Üni. Öğretim Üyesi

Türkçede deprem kelimesi, sert bir sözcük. Deprem, Arapçada “zelzele”. Sözcüğün kendisi de depreme benzer salınım yapıyor. Mütevekkil bir sözcük. Depremin İngilizcesi “earthquake”. Yerin titreyişi/kanat çırpması. Yerin darağacında titreyişi sanki.
DEPREMLER ÜZERİNE
Ülkemizde, 6 Şubat 2023 tarihinde, Kahramanmaraş (Elbistan + Pazarcık) merkezli iki deprem ve 20 Şubat’ta Hatay’da (Defne merkezli) meydana gelen 3. Deprem on bir ili kapsayan felakete yol açtı. On binlerce can kaybı ve çok büyük yıkım yaşandı. Bu depremler bütün Türkiye’yi derinden etkiledi. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyoruz. Yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyoruz. Ölümle hayat bu kadar iç içe geçmedi. Fiziki dünya çöktü, hiçleşti, insan eşyadan sıyrıldı, metafizik, gökkuşağı gibi önümüzde belirdi.
Ülkemizin başı sağ olsun. Deprem Suriye’de de oldu. Suriyeli kardeşlerimize de rahmet dileriz, yakınlarının da başı sağ olsun. İslam milletinin başı sağ olsun.
“Deprem için sağlam yapı şart. Ama hayatın ve ölümün sahibini de unutmamak şart”1. Tedbir, tevekkül ve takdir. Tedbir ve tevekkül insana ait. Takdir kâinatın sahibine ait. İstediği kadar tedbir alsın takdiri değiştiremez insan. Şöyle ki, 1940, 1944, 1949, 1953, 1962, 1968, 1975, 1998, 2007 ve 2018 tarihlerinde yönetmelikler çıkarılmış. Gerek gelişen bilgisayar, yazılım ve yapı teknolojileri gerekse her depremden öğrendiğimiz yeni bilgiler neticesinde sürekli yönetmelikler güncellenmekte. İlk çıkartılan yönetmelik, deprem yükünün hesaplanmasında sadece yapı ağırlığını dikkate alırken, ilerleyen yıllarda güncellenen yönetmeliklerde, deprem yükü hesabına yapının doğal titreşim periyodu, zemin parametreleri, yapının kullanım amacı vb. kriterler eklenmiş ve geliştirilmeye devam edilmiştir. Benzer şekilde, betonarme elemanların boyutlandırma ve hesaplamalarına temel kriterlerin getirildiği 1968 yılından bu yana farklı geliştirmeler yapılarak halen yürürlükte bulunan 2018 yönetmeliği hazırlanmıştır. Bu yönetmeliğe göre, deprem bölgesinde bazı yerlerde yapı tasarımı için kabul edilen ivmenin değerini çok aşan ivmeler meydana gelmiş. Depremin ne zaman olacağı bilinemediği gibi, şiddetinin büyüklüğü, ne kadar derinlikte olacağı kestirilememektedir. Bir başka nokta daha var. Eğer deprem kuvvetinin frekansı ile binanın doğal frekansı çakışırsa, yani bina rezonansa gelirse, bina çok büyük genlikte sarsılır ve sağlam bile olsa, çok büyük hasar meydana gelebilir veya göçer. Buna binanın kaderi denilse yeridir.
İnsan, gerçekliği açıklamak ve anlamak için bilim yapmaktadır. Bilimsel bilginin başarısı sonuçlarının gerçeklikle örtüşmesindedir. Dış dünya (evren) insan aklına değil, akıl evrene uymak zorundadır. Doğanın davranışı insan aklına raptedilmiş değildir. Deprem konusunda verilen bilgiler, yorumlardır. 6 Şubat’ta meydana gelen iki depremin ve 20 Şubat’ta Hatay’da meydana gelen depremin bağımsız depremler mi olduğu yoksa Kahramanmaraş depreminin artçıları mı olduğu tartışmalıdır. Deprem tarihinde, depremin ortalama tekrarlama periyodu bir insan ömründen daha uzundur. Dolayısıyla deprem öncesine dair dile getirilenler yorumlardır. Fay kırılacak, deprem olacak önermeleri doğru önermelerdir. Yanlış çıkma riski taşımazlar. Belki şimdi, belki bin yıl sonra kırılabilir. Karl Popper’a göre bu önermeler, bilimsel karakterli önermeler değillerdir. Bilimsel önermeler, yanlış çıkma riski taşıyan ancak henüz yanlışlanamayan, bilgi verici kapsamı yüksek, işimize yarayan önermelerdir.
DEPREM MEDYASI
Deprem meydana geldiğinde her zamanki gibi TV’ler jeologların görüşlerine başvurdu. Bir harita üzerinde kırılan fay hattından, kırılacak fay hatlarından uzun uzun söz etti. Deprem fay hatlarının kırılması ile meydana gelmektedir. Fay hatlarının enerji biriktirdiğini ancak ne zaman kırılacağının söylenemeyeceğini, Türkiye’deki fay hatlarını haritalar üzerinde gösterdiler, kırılmaları halinde meydana gelecek depremin ne büyük yıkımlara yol açacağını dile getirdiler. Bu konuşmalar günlerce sürdü! Deprem olmayan bölgelerdeki insanlar da deprem olmadan deprem endişesini yaşamaya başladılar.
TV seyircileri için bu konuşmaların ne anlamı vardır acaba? Bu konuşmalardan izleyiciler nasıl etkilenir? Şimdi jeologlara soralım:
– Bu fay hatlarının yerini değiştirebilir misiniz?
– Elbette değiştirilemez.
– Deprem ne zaman olacak bilebilir misiniz?
– Bilemeyiz. Her zaman olabilir. Belki yarın belki yüz yıl sonra.
– Depreme dayanıklı bina nasıl yapılır?
– O inşaat mühendislerinin işi.
– Peki sağlam zemini tayin edebilir misiniz?
– Geoteknik mühendislerinin işi.
O halde neden medyada afet sırasında konuşursunuz? Afetten önce veya sonra ilgili kurumlarla konuşulması gerekmez mi? Bu konuşmaları izleyen insanlar ne yapsınlar?
Deprem maddi ve manevi yıkımlara yol açıyor. Toplumun önünde, medyada yapılan bu tür yayınlar, insanda psikolojik, toplumda sosyolojik travmalara yol açmaktadır. Jeologların (jeoloji mühendislerinin), diri fay hatları geçen illerin yerel yöneticilerine bu tehlikeyi duyurmaları ama özellikle oturulacak yapıların dağ ve tepe yamaçlarında sağlam zemini olan yerlere, az katlı olarak yapılmasını önermeleri gerekir. Bu çok yararlı olur elbette. Ancak bunlar medyada değil, ilgili mercilere usulünce iletilmesi gerekir.
Medyada, neden geoteknik mühendisleri ve inşaat mühendisleri konuşturulmaz veya çok az konuşturulur?
İstanbul’da deprem olursa şu kadar bina yıkılacak, şu kadar milyon insan hayatını kaybedecek. Bu söylemler bilinçsizce mi, kasıtlı mı meşkuk! Bu tür yayınlar, toplumda birçok insanda yaşama sevincini, iş ve yatırım yapma coşkusunu söndürür. Halk ne yapsın? Toplumun önünde felaket tellallığının ne gereği vardır?
Depremin üzerinden daha on gün geçmeden, çok sayıda cenazenin yıkıntılardan henüz çıkarılamadığı halde, muhtemel İstanbul depremini medyada konuşmak, bir cenazenin başında ben de öleceğim bir gün onu konuşalım der gibi bir densizlik değil mi?
2019 yılında yazılmış bir yazıdan alıntı yapıyorum2:
“1991-2002 yıllarında, Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü olarak görev yapan, “Deprem Dede” olarak tanınmış olan Profesör Ahmet Mete Işıkara’nın (1941-2013), 17 Ağustos Depremi’nde, “Unutmayın deprem öldürmez bina öldürür” sözü meşhur olmuştu. Ama bina unutuldu, sürekli deprem konuşuluyor.
Dilimizde bir söz var: “Şüyuu vukuundan beter”. Deprem söylemi, kimi zaman, deprem gerçeğinden çok daha büyük yıkım yapmaktadır. Psikolojik veya manevi yıkım yapmaktadır. Yaşama coşkusunun omurgasını kırmaktadır.
Medya etiği ile birlikte bir de Deprem Etiği olmalıdır. Depreme dayanıklı bina inşasının kuralları olduğu gibi deprem söyleminin de etik kuralları olmalıdır. Daha yıkıcı ve kalıcı olan psikolojik ve manevi hasarları önlemek için. Depremin vurduğu kente bir de siz vurmayın ey deprem tellalları!
NE YAPMALI?
Öncelikle depremden sonra sağ kalanların yaşadıkları derin acılar paylaşılacaktır. Özellikle afet zamanları, merhamet, sevgi, birlik ve paylaşma zamanıdır. İnsanlara yardım etmek, destek olmak ve onları teselli etmek gerekir. Milletimizin yardımlaşma duygusu ayağa kalkmış, seferberlik ilan etmiştir adeta. Olağanüstü zamanlarda, ruhun üzerindeki eşyanın külleri şartların rüzgârı ile temizlenir ve milletimizin özü kor gibi açığa çıkar. Böyle bir toplumun kısa zamanda toparlanacağı açıktır.
Deprem bölgesindeki şehirlerin bazıları tamamen yıkılmıştır. Diğerleri kısmen yıkılmıştır. Normal zamanlarda çürük yapıların yıkılması için insanları ikna etmek kolay değildir. Madem ki çürük yapılar yıkılmıştır, gelecekte güvenle yaşanabilecek medeniyetimizin estetiğini yansıtan şehirler inşa edilebilir.
Kurulacak yeni şehirlerin inşası noktasında bazı düşünceleri paylaşmak istiyorum. Burada dile getirilenlerin tümü özgün fikirler değil, bazıları yaygın olarak bilinen görüşler. Bütünlük için hepsini olabildiğince kısa da olsa dile getirmek istiyorum.Asıl olan uzmanların, yapı dinamiği ve yapı konusunda teorik ve tecrübi birikimleri olan bilge mimarların, mühendislerin ve bilim adamlarının görüşleridir.
Öncelikle, şehirlerin yerleşim yerleri doğru seçilmelidir. Yamaçlar, kayalık yerler daha uygun zeminler olmaktadır. Depremde, “zemin sıvılaşması” denilen olayın meydana gelmemesi için zeminin önemine vurgu yapılmaktadır.
İkinci olarak her bir yapının temelinin sağlamlığı yeter şart değilse de gerek şarttır. Yapının zemini ve temeli zayıf ise sonrasının mukavim olmasının önemi kalmayacağı açıktır. Şuna da işaret etmek gerekir, günümüzde zemin zayıf olsa bile bedelini göze almak kaydıyla, depreme dayanabilen yapı inşa edilebilmektedir. Bu husus, özellikle 6 Şubat depremi sonrasında gözlemlendi. Riski minimize etmek için sağlam zemin kuşkusuz çok önemlidir. Binalar, 3 veya 4 katı geçmemeli, mümkün olduğunca ahşap, kerpiç ve nitelikli işçilik ve bakım konularına da dikkat edilerek çelik gibi hafif yapı elemanları kullanılmalıdır.
Üçüncüsü ve üzerinde pek durulmayan en önemli husus, bir yapının vücuda gelmesinde payı olan her kim olursa olsun, işçiden, ustadan, mühendisten, kontrol veya denetim elemanlarından, müteahhitten belediye başkanına kadar sorumlular belirli yeterliliğe ve etik değerlere sahip olmalıdırlar. Yeterlilik ile ifade edilen bilgi + beceri + yetkinliktir. Yetkinlik terimi liyakat kavramına işaret eder. Etiğin uygulaması ahlaktır. Mühendisliğin etiğinde, mühendisin ahlakı vardır. Deprem öldürmez ahlak zafiyeti öldürür denilse yeridir. Ahlak çürük ise fiziksel yapı da çürüktür. Hayatın bütün alanları için denilebilir ki: Ahlak problemi çözülmeden hiçbir problem bütünüyle çözülemez. Yasaların ve denetimin göremediği kör noktalar vardır.
Yaşanan afette bütün sorumluluğu müteahhite yüklemek konunun bütünlüğünü gözden kaçırmak olur. Bu bağlamda genelleyici bir dil kullanmak, işini iyi yapan müteahhitlere de haksızlıktır.
BİR YAPININ VAROLUŞUNDAN SORUMLU NEDENLER
Aristoteles’ten beri bir var olanın formu var olanın özüdür. Öz, bir şeyi kendisi (işte o) yapandır. Her ikisi de camdan olmakla birlikte çay bardağı ile su bardağını kendisi yapan onların formudur (biçimidir).
Yapının formunu mimar belirleyecektir. Mimari proje, binanın geometrisidir, formudur. Geometri, estetik, etik ve sağlamlık unsurları ile de ilişkilidir. Örneğin masanın sağlamlığı geometrisi ile de ilgilidir. O yüzden iki ayaklı masa yapılamaz, çünkü üç noktadan bir düzlem geçer. Binanın statiği bakımından, birçok yerde simetri ve ağırlık merkezinin yeri geometri problemidir.
Öte yandan ev, “başını sokacak bir yer” metaforuyla dile getirilen (sanki başını sokacak vücudun diğer tarafı açıkta kalacak bir yer) değil, yücelik duygusunun hayat sürdüğü estetik ve etik değerleri yaşatan bir mekân olmalıdır. Bir sanat eseri olmalıdır ev adeta.
Yaşanan felaketten sonra şaheser şehirler kurulabilir. Şehirlerimiz Batı taklidi olmamalı, kendi medeniyetimizin ruhu ile çağdaş imkanları ve teknikleri sentez ederek şaheser şehirler çıkabiliriz. Çıkarmalıyız da. Sezai Karakoç’un, Balkon şiiri, modern mimarinin muhteşem bir eleştirisidir. Dört kıta olan şiirin ilk iki satırı ile son dörtlüğünü buraya alıyorum:
BALKON3
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
………….
………….
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeğe gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların
Ev, ailenin hayat sürdüğü, toplumun çekirdeğinin mekanıdır.
Bir yapının güvenliği,malzemelerinin de sağlamlığına bağlıdır elbette.
Bir yapının inşasında, bütün bileşenlerin orkestra ahengi içinde birlikte fonksiyonlarını icra etmesi ile yapı mükemmelliğe kavuşur. Bu nedenlerin her biri, bir zincirin halkaları gibi düşünülebilir. Bir kuvvet ile çekilirse zincir, en zayıf halkasından kopar.
BARINAK, KONUT ve EV
Ev, barınak değildir. Yüksek katlı modern yapıların bir katına kafese konulmuş kuş gibi diğer insanlardan ve tabiattan izole yaşanılan konut da değildir. Ev, toplumun çekirdeği olan ailenin yuvasıdır. Aile kurmak ev-lenmektir. Ev kurmaktır. Evin maddi/fiziki tarafı ve manevi yönü vardır. Evin maddi tarafı fiziki yapısıdır (nature). Manevi tarafı kültürdür (culture). Kentin ve evin kültürü, estetik ve etik değerleri birlikte içerir.
Şehir, ev, sokak ve cadde manevi (estetik+etik) bir niteliğe sahip olmalıdır. Manevi boyut ile işaret etmek istediğimiz; şehrin, toplumun manevi dünyasını, yücelik duygusunu geliştirmeye elverişli bir mimariye sahip olmasıdır. Sadelik esas olmalı, estetik yapının taşıyıcı sistemini zafiyete uğratmamalıdır.
Şehir tabiat ile barışık olmalıdır. Bir örnek olarak Safranbolu Evlerini gösterebiliriz. Safranbolu evlerinde, avlu kapısında eve gelen misafire göre üç ayrı kapı zili bulunmaktadır. Mutfak ile yemek odası arasında duvarın içine yerleştirilmiş dönen bir silindir dolaba, ev sahibesinin koyduğu yemek ve kahvenin silindir döndürüldüğünde yemek odasından alınabildiği, gelin odası denilen bir odanın bulunduğu, incelikleri olan bir mimariye sahiptir. Ayrıca evler, bir yamaca, ahşaptan iki veya üç katlı olarak yapılmış, birbirinin güneşini ve manzarasını engellemeyecek tarzda konumlandırılmıştır.
ŞEHİR FELSEFESİ
Her medeniyetin bir kent felsefesi vardır. Medeniyetin kent felsefesi, o medeniyetin ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik unsurlarına dayanır. Bizim medeniyetimizin felsefesine göre kurulmuş kente şehir diyebiliriz. Medeniyet sözcüğü Medine’den gelir. Resulullah Yesrib adını ‘Medine’ yapmıştı. Medine, şehir anlamındadır. Medeniyetin çekirdeği şehirdir. Batı dillerinde, medeniyet karşılığı olan “civilisation” kelimesi “civitas” kökünden türetilmiştir. Civitas sözcüğü, şehir ve vatandaş anlamına gelmektedir. İslam Medeniyeti kavramı ve Batı Medeniyeti (civilisaion) kavramı şehir ile ilgilidir. Her medeniyetin olduğu gibi İslam medeniyetinin de İslam kültüründen doğan bir Şehir Felsefesi vardır. Sezai Karakoç, bu felsefeyi Saman Yollarına Uygunluk olarak dile getirmiştir. Samanyoluna uygunluk sembolizmiyle kentin evren ile uyumuna işaret edilmektedir.
DİRİLİŞ ŞEHİRLERİ
Sezai Karakoç’un ortaya koyduğu diriliş görüşüne göre toplumumuzun iki yüzyılı aşkın bir süreden beri yaşadığı problem, “Medeniyet Krizi”dir. Çözüm: Medeniyetimizin Dirilişidir. Deprem afetinde yaşadığımız durum medeniyet krizinin bir başka tezahürüdür. Eğer şehirlerimiz medeniyetimizin değerlerine göre kurulmuş olsaydı bu düzeyde bir felaket yaşamayabilirdik. Atalarımızın kurduğu şehirlerden ve yaptıkları evlerden hareketle, oradan çıkardığımız ipuçlarına ve çağın şartlarına göre evleri ve şehirleri yeniden tasarlayabilseydik, bugün karşılaştığımız çapta bir felaket yaşamayabilirdik. Şehirler yamaçlarda, sağlam zeminde, hafif yapı elemanları ile ve üç katı geçmeyecek şekilde, birbirine bitişik olmayacak tarzda, etik değerlere sahip insanlar tarafından inşa edilmiş olsaydı, yaşadığımız felaket boyutunda bir sonuç ortaya çıkmazdı. Depremde yaşadığımız durum, medeniyet krizimizden bağımsız değildir. Medeniyetimize göre kurulmuş çağdaş şehirlere Diriliş Şehirleri denilebilir.
Bir kentin dersaadet olması için ev, sokak, cadde ve bütün kent bir ahenk içinde kurulmalıdır. Modern mimarinin (Çan’ın) samanyollarına uyumu yoktur.
Sezai Karakoç bunu şöyle dile getiriyor:
“Alnı yeni zamanların gelecek çağların mimarlarınca zorlananlara
Sus sus dinlen dinlen ey çan uyumun yok samanyollarına
Cadde sokak ev bütün kent uygun kurulmamışsa saman yollarına,
Mutluluk ne mümkün o kentin insanlarına4
Ne yazık ki günümüzde şehirler ovalara inmiştir. Ovalar, tarım arazileridir. İnsanoğlunun üretemediği iki şey vardır: Toprak ve zaman. Ovalara yerleşmenin maliyeti çok yüksektir. Zemin problemi, tarım arazilerinin tükenişi, ovadaki yapıların su ve kanalizasyon problemleri. Çok katlı yüksek modern binalarda bir duvar kalınlığı kadar fiziksel mesafede oturan ancak aşılmaz metafizik uzaklıkta saksıda çiçek gibi sentetik yaşayan insanlar. İnsanoğlunun kendisinin kendisine yaptığı kötülüğü kimse ona yapamamaktadır.
Konunun ahlak boyutunu özellikle vurgulamak gerekir. İşçi, betonu dökerken kolay aksın diye fazladan su ilave ederse, betonu zamanında ve yeterince sulamazsa, kolon ile kirişlerin birleştiği yerde etriye (enine donatı) sıkıştırması denilen kurallara uymaksızın daha az sayıda etriye kullanırsa, etriyeleri çelik çubuklara iyice bağlamazsa bunu ne ölçüde denetleyebilirsiniz? İstediğiniz kadar, iyi yasa ve yönetmelik çıkarın onlar uygulan(a)mazsa ne anlamı olabilir? Deprem bölgesinde, 17 Ağustos 99 depremi üzerine 2007 ve 2018’de çıkarılan yönetmeliklerin iyi uygulandığı binalar ayakta kaldı. Ancak bazı binalar yine yıkıldı. Bu durum yönetmeliğin uygulanmaması ile açıklanmaktadır. İnşaat yapımı, projelendirme aşamasındaki mimar ve mühendisten yerinde imalat yapan ustaya, denetleyen mühendislerden ilgili idarelere kadar topyekûn bir sorumluluk ve etik/ahlak gerektirdiği açıktır. Belki de bina inşa etmekten daha önemlisi bu kültürü/bilinci inşa etmektir.
SONUÇ YERİNE
Yaşanan afetin büyüklüğü karşısında büyük sözcüğü, küçük kalır. Adeta kıyamet tablosu yaşandı.
Afetin büyüklüğünün etkisi ile belli noktalara odaklanarak, şehirlerin yeniden inşasında diğer boyutlar -estetik, manevi boyut, kısaca kültür boyutu- gözden kaçırılmamalıdır. Şöyle ki, probleme odaklı çözümler iki zaafa yol açabilir. Birincisi, konunun alanının daralması dolayısıyla diğer boyutlarının gözden kaçırılması. İkincisi, bulunan çözümün kaçınılmaz olarak doğuracağı ikincil sorunları göz ardı etmeye yol açar. Sorun ile sınırlı şimdiye ait çözümler, miyop çözümlerdir ve gelecek zamanın sorunlarıdır.
Krizler, bazı avantajlara da kapı açar. Şöyle ki, deprem bölgesinde yıkılan çürük binalardan oluşan şehirlerin yerine, medeniyetimizin şehirleri kurulabilir. Kültürümüz ve değerlerin bilincinde olan, mimari ve şehir planlama konusunda teorik ve tecrübi bilgi birikimi bulunan mimar ve mühendislerden (inşaat, geoteknik mühendisleri) ve bilim adamlarından yararlanılmalıdır. Bunun için derhal Şehir Danışma Kurulu oluşturulabilir. Şehirlerin yer seçiminden inşası tamamlanıncaya kadar her aşamasında bu kurulun görüşlerinden yararlanılabilir.
İstiklalimizin meşalesi Maraş’ta ateşlendi. Diriliş şehirlerinin öncüsü de afetin merkez üssü olan Kahramanmaraş olabilir. Yaşanan kıyamet benzeri afetin ardından Diriliş Şehirleri kurulmalıdır. Şehirler ve evler, sanat eseri gibi inşa edilmelidir. Deprem afetini yaşamış insanımız bundan sonraki hayatlarında güzel bir şehirde ve güzel evlerde yaşasalar, böylece onların acıları da bir nebze hafifletilmiş olmaz mı? Yeni kurulacak şehirler Diriliş medeniyetinin dirilişinin başlangıcı olsa olamaz mı?
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin Fahri Hemşehrilik Beratını Büyükşehir Belediye Başkanı, Hayrettin Güngör, Genel Sekreter Dr. Rüstem Keleş ile birlikte Üstad Sezai Karakoç’a 10 Ekim 2021’de İstanbul’da takdim ettiler. Üstad, Berat takdimi sırasında şu konuşmayı yaptı:
“Maraş, sadece ortaokulu okuduğum yer değil. Benimle beraber her zaman kalbimde ve yanımda, içimde, hareketlerimde devam etmektedir. Hemşehrilik bunun bir nevi belgesi olmuştur. Devamlı, sürekli Maraşlıyız. Yalnız ben değil bütün memleketimizin insanları herkes Maraşlıdır. Maraş’ın şöyle bir özelliği vardır: Kurtuluş hareketi, Cuma Namazı ile başlamıştır. İmam, kalede düşman bayrağını sallanıyor gördüğünde “siz bağımsız olmadıkça kıldığınız namaz kabul edilmez” demiştir. Bunun üzerine Maraşlılar gidip düşman bayrağını indirip ondan sonra gelip Cuma Namazı’nı kılmıştır. Bunun manası şudur: Her insan önce hür ve bağımsız olmalıdır. Hür ve bağımsız olmayan insan, insanlığını yaşayamaz. Hür ve bağımsız olduktan sonra başkalarını da kurtaracaksın. Maraş’ta nitekim kendini kurtardıktan sonra Gaziantep’e gitmişlerdir. Ondan sonra da Gaziantep, Urfa, Mardin kurtulduktan sonra Türkiye kurtulmuştur.
Türkiye’nin kurtuluşu Müslümanların da kurtulmasını çağrıştırır. Yani o Hareketin manası şudur: Önce kendini kurtaracaksın sonra da bütün Müslümanları kurtaracaksın. Her Müslüman bütün Müslümanların kurtuluşunu düşünecek. Ondan sonra da insanlığın kurtuluşunu düşünecek. Maraş’ın kurtuluş mücadelesinin anlamı budur. Bu bakımdan bizim de gittiğimiz yıllarda henüz daha taze bir şekilde devam ediyordu. Bir nevi ideolojimizin bir nevi hareketi olarak gözümüzün önünde duruyordu. Her yıl kurtuluş hareketi törenleri yapılırken onu bir daha yaşıyorduk. Bir bakımdan Maraş’ın kurtuluşu Müslümanlar için çok iyi bir örnektir ve bu kıyamete kadar da böyle kalacaktır. Bu bakımdan bana verilen bu Hemşehrilik beratımı teşekkürle kabul ediyorum ve karşılıyorum. Sağ olsunlar diyorum.” (Sezai KARAKOÇ, Fahri Hemşehrilik Berati Takdim Töreni İstanbul/10.10.2021)5
Şehirlerin ve yapıların tasarımında yüzyılları düşünerek, sonradan telafi edilemeyecek eksikliklere yol açılmaması için özen gösterilmeli, acele edilmemelidir. Şehirlerin de ruhu vardır. Bu şehirler bizim kültürümüzün ruhunu taşımalıdır. Mimar Sinan yaklaşık beş asırdan beri yaşayan eserler ortaya koymuştur.
Kahramanmaraş’ın dirilişi diğer on şehrin de dirilişi olacaktır. Kahramanmaraş’ın dirilişi, Türkiye’nin dirilişi olacaktır. Hepimiz Kahramanmaraşlıyız, hepimiz deprem bölgesiyiz. Şimdi Kahramanmaraş başta olmak üzere, Gaziantep, Hatay, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Osmaniye, Adana, Kilis, Şanlıurfa ve Elazığ Türkiye’dir. Diliyoruz ki bu şehirlerimizin diriliş vaktidir. Ülkemizin kültürel, ekonomik ve insan gücü hızla devreye sokularak, kısa süre içinde bizim olan şehirler inşa edilebilir. Dileriz ki, kıyamet tablosu gibi afetten sonra, adeta basübadelmevt (Diriliş) yaşansın. İnşa edilen şehirler ve evlerin, şehir kavramına dayanan medeniyetimizin dirilişinin de başlangıcı olması en büyük dileğimizdir.
Kaynaklar
- Karakoç, S., Dirilişin Çevresinde, Diriliş Yayınları,5. Baskı, “Varto’da Deprem”, ss.96-98, 2000. İstanbul
- Günay, D., Depremin Yol Açtığı Deprem: Deprem Tellalları, Mimar Mühendis Dergisi, ss.14-15,
s.109 Eylül-Ekim 2019, İstanbul
3. Karakoç, S., Gün Doğmadan, Diriliş Yayınları,11. Baskı, “Balkon”, ss.81, 2012. İstanbul
4. Karakoç, S., Gün Doğmadan, Diriliş Yayınları,11. Baskı, “Taha’nın Kitabı, Samanyolu Destanı”, ss.305,
2012. İstanbul
5. Kirenci, M., Bir Gülü Yetiştirmek İçin…, Sezai Karakoç ve Dirilişe Dair Kahramanmaraş Büyükşehir
Belediyesi Yayını, ss.94-97, Aralık,2022, İstanbul