Yardım kuruluşlarının resmî kurumlar ve diğer yardım kurumlarıyla bilgi akışının olmaması öteden beri sorunlu bir alan. Bu konu üzerine daha sistemli ve sivil toplum ruhuna uygun çalışmalar yapmak zaruri. İlk günlerdeki güvenlik ve asayiş yetersizliği maalesef soygun, hırsızlık, yağma gibi sonuçları beraberinde getirdi.
Harun ÖZÇELİK

6 Şubat 2023 tarihinde ülkemiz çok büyük bir afet yaşadı. Depremin etkisi ilk gün tam olarak anlaşılamadı. Adana, Diyarbakır ve Osmaniye gibi diğer illere nispeten daha az hasarın olduğu illerin sürekli haberlerde olması depremin büyüklüğünü anlamamızı engelledi. Özellikle Hatay, Adıyaman ve Kahramanmaraş’ın durumu ile ilgili bilgiler öğleden sonra gelmeye başladı. Bu durumla birlikte ikinci deprem her bilgiyi yeniden teyit etmeyi gerektirdi.
İlk gün tam bir şok hâliyle, ne yapılabileceği üzerinde istişareler yapıp deprem bölgesinden sağlıklı bilgi edinme çabasıyla geçti.
Deprem bölgesinde organizasyon yapabilecek resmi kurum ve STK’ların neredeyse hemen hepsinin enkaz altında bir yakınının olması insanları can derdine düşürdü. Bu durum saha çalışmalarına olumsuz olarak yansıdı. Haberlerde AFAD üzerinden tüm çalışmaların organize edildiğinin söylenmesi, tüm ihtiyaçların karşılandığı gibi bir izlenim oluşturdu. Bu durum STK’lerin ve gönüllülerin hızlı davranmasını biraz da olsa yavaşlattı. Deprem bölgesine izin olmadan girilemediği, izni olmayanların engellendiği haberleri de bazı yardımları geciktirdi. İzin konusunun trafiği engellemesinin, kontrolsüz ve art niyetli girişleri önlemesi açısından izah edilebilir bir yanı olabilir. İlk bilgilerin sağlıklı olması, müdahalenin yerinde ve hızlı olması açısından çok önem arz ediyor. Ufak bir bilgi yanlışlığı, yerinde müdahaleye engel olarak enerjiyi ve eldeki imkânı heba ediyor. Bu bağlamda sanal mecralardaki her türlü bilgi kirliliği bu alanın hukuki olarak düzenlenmesi gerektiğini tekrar göstermiş oldu.
Depremin çok geniş bir bölgeyi etkilemesi, şiddetinin yüksek olması, yıkımın çok fazla olması, herkesin evinde olduğu gece vakti olması, aynı gün içerisinde ikinci büyük bir depremin yaşanması, kış şartlarında -soğuk, kar ve yağışın- olması maalesef olası tedbir ve müdahale şartlarını en düşük seviyeye indirdi. Tüm bunlarla birlikte önemli bir deprem tecrübesi bulunan, AFAD gibi etkin bir kuruma sahip olan, arama kurtarma, acil insani yardım çalışmalarında önemli bir yeri olan güçlü STK’ların olduğu ülkemizin ilk iki günde bu tecrübe doğrultusunda hareket ettiğini söylemek biraz güç. Depremin büyüklüğü göz önünde bulundurularak ilk andan itibaren alanında uzman STK’ların çok hızlı bir şekilde afet bölgesine koordineli olarak çağrılması gerekirdi.
Arama kurtarma ve insani yardım kapasitesi olan STK’ların iyi bir planlama ile yerli yerinde konuşlandırılması, ihtiyacı karşılaması açısından hayati önem taşıyor. İnsanımızın afetzedelere yardım etmek için canhıraş bir şekilde çaba sarf etmesi, yardımlarını çok hızlı şekilde bulunduğu il, ilçe, köylerde resmi yetkili ve STK’lara ulaştırması gerçekten takdire şayan. Fakat bireysel hayırseverlerin heyecanla yardım getirmesi ve bilinçsizce dağıtması, getirdikleri yardımların yerli yerine ulaşmasını engelledi. Bu samimi telaş ve depremin acısı ile acele ederek bir an önce afet bölgesine gitme isteği hem trafiği engelledi hem de yardımın kontrolsüz şekilde dağılmasına sebep oldu. Buna birtakım art niyetli kişilerin kötü davranışları ve yağma olaylarının yaşanması da eklenince hayır sahipleri tereddüt etti.
Deprem bölgesine gelen yardımların verileceği yerlerin net olmaması, AFAD koordinasyon merkezlerinin ilk üç gün aşırı yoğun olması, koordinasyon konusunda günlerce sıkıntının devam etmesi sebebiyle bazı tırların mahalle kenarlarına yardımları bırakıp gittiği de bir gerçek.
Yardım kuruluşlarının resmî kurumlar ve diğer yardım kurumlarıyla bilgi akışının olmaması öteden beri sorunlu bir alan. Bu konu üzerine daha sistemli ve sivil toplum ruhuna uygun çalışmalar yapmak zaruri. İlk günlerdeki güvenlik ve asayiş yetersizliği maalesef soygun, hırsızlık, yağma gibi sonuçları beraberinde getirdi.
Yüz bine yakın binanın yıkılması ve yıkılan binaların çok geniş bir alanda olması arama kurtarma ekiplerinin aynı anda her birine müdahale etme imkânsızlığını doğurdu. Yine de ilk andan itibaren tüm kurumlardan arama kurtarmaya destek istenmeliydi.
Yüzlerce STK sahada yoğun bir şekilde gözüküyordu. Bunların birçoğu herhangi bir çağrı beklemeden elindeki imkânlar ne ise alıp çıkmıştı yola. Tıpkı 1999 Gölcük Depremi’nde olduğu gibi.
STK’lar ilk günlerde, 24 yıl önceki gibi yine daha hızlı, daha kurumsal bir şekilde devletin önündeydiler. Fakat 1999’da engelleyen bir devlet zihni varken, bugün teşvik eden bir devlet olduğunu net bir şekilde gördük. Devlet refleksi de 24 yıl öncekine göre tabii ki daha gelişmişti. Fakat depremin büyüklüğünün şokunu üzerinden atması zaman aldı.
Asrın felaketi olarak nitelendirilen bu afet, devlet açısından bir dönüm noktası olmalıdır. Yerleşim yeri olarak tarım arazileri, ovalar imara açılmaktan vazgeçilmeli, zemini sağlam yükseltiler tercih edilmelidir. İmar konusunda hükümetler, belediyeler oy kaygısı ile hareket etmekten vazgeçmelidir. Tüm denetimlerde önemli zaaflar yaşanmaktadır. Özellikle yapı denetim firmalarının denetim mekanizması işler hâlde olmalıdır.
Devlet, AFAD eliyle afetlerde koordinasyon sağlamaktadır. Bu koordinasyonun ilk günlerde yeterince sağlanamadığı, herkesin ittifak ettiği bir konu. Bu eksiklik çok pahalıya mal oldu. Koordinasyon eksiklikleri ortaya çıkartılıp bu alandaki iyileştirmeler hızlıca yapılmalıdır. Özellikle afetin büyüklüğü tespit edildikten sonra hızlı hareket edebilme kabiliyeti geliştirilmelidir.
Cemaatler, STK’lar 1999 depreminde tüm güçleri ile sahadaydı. O gün tüm engellemelere rağmen bunu başardılar. Çok kısıtlı imkânlara rağmen büyük yaralar sarıldı. Milletimiz bu tür afetlerde sivil yapılanmalara tüm imkânlarını açmakta. Bunun sayısız örneğini biliyoruz.
Kahramanmaraş Depremi’nde de cemaatler, STK’lar tüm renkleriyle, ilk andan itibaren sahadaydı. Arama kurtarma alanında destan yazıldı. Aşevleri ve ihtiyaç dağıtımı ilk günden itibaren depremzedelere ulaştırılmaya başlandı. Sivil yapılar, 1999 depreminden bugüne çok büyük bir gelişme ve kapasite artırımı yaşadı.
Depremin ilk anından itibaren birçok cemaat ve STK deprem bölgesine koştu. Bu refleksi gösterirken sivil olmanın rahatlığı ile hızını kullanabildi. Bu özgürlüğün değeri bir kez daha net olarak görüldü. Cemaat ve STK’ların özgür hareket edebilmesinin önü tıkanmamalı aksine teşvik edilmeli. Bu husus şeffaflık ve denetime mâni olmamalı. Deprem kuşağında yer alan ülkemizde sivil yapılar, arama kurtarma alanına daha çok yönelmeli. Afet ve acil durumlarda müdahale kapasitesi artırılmalı. Nitelikli insan kaynağı üzerine eğitimleri çoğaltmalı. Toplumla hemhâl olmanın bu tür sosyal ihtiyaçlar üzerinden olduğu gerçeğinden hareket etmeli.
Bu süreçte sivil yapılar, kendi insan kaynaklarından daha fazla ve çeşitli insani çalışmalar içinde buldular kendilerini. İnsanlar, cemaat ve STK üyesi olmamasına rağmen yeleklerini giyip yardıma koştular. Bu çalışmalar içinde insanlar cemaatleri, vakıfları, dernekleri yakından tanıma fırsatı buldu. Birçok kişiden vakıfların içinde şimdiye kadar neden yer almadıkları sorgulamasını bizzat duydum. Bu süreç bireysel çabalarla örgütlü çabaları birleştirmenin önemli sonuçlar çıkartacağını da gösterdi. Bu yardımlaşma doğru yönetilmeli. Şu bir gerçek ki pandemi süreci geleceğe yönelik umutlarımızı kırmıştı. Deprem sonrasındaki dayanışma ve yardımlaşma bu umutları diri tutmak için önemli fırsatlar sundu. Bunu yönetip devam ettirebilmek cemaat ve STK’ların süreci yönetebilmelerine bağlı. Önümüzde zorlu bir dönem var. STK ve cemaatler aynı samimiyet ve fedakarlıkla tüm ülke sathında depremzede kardeşleriyle dayanışma içinde bulunmaya devam ederek bu afeti yeniden bir dirilişe dönüştürmek için büyük bir kararlılık göstermeli.