Mesut Baykara ile Deprem ve Arama-Kurtarma Çalışmaları Üzerine

İHH Van Arama Kurtarma Bölge Koordinatörü Mesut Baykara ile arama kurtarma çalışmaları hakkında konuştuk.

İNSİCAM

-İlk olarak sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

-İsmim Mesut Baykara. 1976 Van doğumluyum. İlk-orta ve lise öğrenimimi Van’da bitirdim daha sonra İstanbul’a gelerek inşaatlarda çalışmaya başladım, üniversiteyi kazanamamıştım o zaman. Böylelikle İstanbul serüvenim başladı. Askerliğimi de İstanbul- Küçükyalı’da yaptım. İstanbul’da uzun süreli çalışma hayatım oluştu. Orada İnsan ve Medeniyet Hareketi ile birlikte Fikirtepe’de kaldım, beş yıl boyunca Rıza Pekdemir kardeşimiz ile birlikte ev arkadaşlığı yaptık. O dönemler 17 Ağustos Depremi yaşanmıştı. Bu işlere nereden gönül verdiğimi sorarsanız; temeli 17 Ağustos’a dayanır. 17 Ağustos 1999 depreminde yine Tekirdağ-Çorlu’da bir inşaatta asma tavan işleri yaparken deprem oldu, sabahı ben İnsan Vakfı’nın aracılığıyla Sakarya-Çark caddesinde üç ay boyunca çalışmalara katıldım. Genelde o dönem afet müdahale adına sadece gıda-barınma gibi insanların ihtiyaçlarını karşılayan çalışmalar yapıyordu. Ama orada en çok eksik gördüğüm şey, bizde eksik olan; biz dışarıdan bize uzatılan eli bekleyenlerdendik.  Özellikle, Avrupa’dan arama-kurtarma ekiplerinin gelmesini bekliyorduk. Türkiye’de sivil savunma adı altında bir oluşum vardı ama bunun içi ne kadar dolu, onu ayrı bir konuşmak lazım. Yani yardım edilecek mazlumlar halindeydik. Bu durum bende çok büyük bir yara açtı. Ben de bu işi öğrenmeye karar verdim. Yardım edilen değil, yardım eden olma adına eğitimler almaya çalıştım kendi çabamla. STK’ların vermiş olduğu eğitimlere katılarak kendimi geliştirmeye çalıştım. Böylelikle süreç devam etti. Kızılay’a gidiyorum, o dönemler devlette eğitim verecek yer yoktu. Mesela bugün, günümüzde var olan meşhur olmuş olan AKUT da olsa değişik STK’lar da olsa bunların temelinde İstanbul itfaiyesinden alınmış eğitimler vardır. Biz de oralardan eğitimler aldık. Sağ olsunlar, var olsunlar. Özellikle itfaiyenin bu oluşumlarda çok etkisi var.

-Peki resmi eğitim ilk olarak ne zaman başladı?

-Resmi eğitim, beş yıl önce İHH’nın arama kurtarma faaliyetleri başlattığını gördüm, daha öncesi vardı ama kendi ilimde, Van özelinde bana ekip liderliği teklif edildi. Bu noktada eğitimlerim olduğunu biliyorlardı ama ben yine yetersiz olduğunu düşünerek İHH’nın afet akademisinde önce eğitim aldım, yani onların kendi eğitimlerinde hazırlamış oldukları müfredatları tamamıyla bitirdikten sonra eğitmenlik eğitimi aldım. Bu noktada deprem arama-kurtarma, doğada arama-kurtarma eğitmenliklerini aldım. Bu işleri yaparken Türkiye Dağcılık Federasyonu’nda çalışmış arkadaşlardan, özellikle dağcılık-ipli erişim/makara sistemi eğitimleri aldım. Böylelikle kendimi geliştirdim. Bu işi İHH aracılığıyla resmileştirdik, bu şekilde devam ediyor. Sonra İHH ekip liderliğimin yanı sıra gönüllü olarak doğu-güneydoğu illeri koordinatörlüğü yapıyordum. Daha sonra İHH afet yönetimi akademisi, bana personel olarak hizmet etmem için bölge koordinatörlüğünde bulunmamı teklif ettiler, sağ olsunlar. Böylelikle görevimiz devam ediyor.

-Bu sizin katıldığınız kaçıncı felaket oluyor?

-17 Ağustos gördüm, oradaki çaresizliğimiz bizi bu yollara sürükledi. Daha sonra yine Türkiye’nin muhtelif yerlerinde özellikle Adana-Ceyhan-Seyhan’a gittim, Erzincan’a gidemedim ama verilerini incelemiştim. Kastamonu-Giresun, Düzce’deki sel felaketi derken bilfiil Elazığ’da insanların kurtarılmasında, Van’da çığ felaketinde yine aktif görev aldım. Yine en son ülkemizin yaşadığı bu felakette aktif görev aldık.

-Peki haberi duydunuz, deprem oldu Maraş merkezde. Haberi duymanızla bölgeye varışınız arasındaki süreç nasıl gelişti?

-Sabah namazına yakın, teheccüd kılmaya kalktığımızda deprem oldu, Van da sallandı ama böyle 3.5 gibi hafif sallandı, ben herhalde Van’da rutin bir deprem oldu sandım. Sonra baktım haberlerde Maraş’ı gösteriyor, birbirinden ayrı sandım. İllerin sayısı artmaya başlayınca oradan buraya şiddetinin tesir etmesini düşünerek bunun büyük bir yıkım olduğuna karar verdim ve bütün ekibi alarma geçirdim. Herkes AFAD’a ulaşsın dedim, ilk önce ekip bu şekilde hazır oldu. AFAD’ın koordinesinde onlar bize Kahramanmaraş iline gitmemiz için talimat verdiler.

-Yani siz kimsenin davetiyle değil kendi isteğinizle harekete geçtiniz. Doğru mu anlıyorum?

-Biz zaten İHH’nın arama-kurtarma ekibiydik ama bu sürecin büyük bir yıkım olduğunun farkındaydık. Evet, kendimiz inisiyatif alarak hareket ettik zaten yoldayken olayın vahameti ortaya çıktı. Biz Van’dan iki tane araç ayarladık, yoldayken Maraş’a gitmek üzere niyetlenmiştik sonra İHH afet yönetimini aradık, nereye gidelim diye sorduk. Onlar dedi ki AFAD’ın 10 ilde en düşük sayısının olduğu yer Adıyaman, oraya gidin dediler. Adıyaman’a iki araç ile geldik. Biri malzemeleri taşıyordu. Jeneratörümüz, yedi tane hiltimiz, ara kablolar, balyozlar… Akşam üç buçuk dört gibi ulaştık Adıyaman’a. İHH stickerlarımızı araçtan söktük. Herkes yolda önümüzü kesip, burada canlı var, yardım edin, diyordu. Ama süreç böyle işlemiyordu. Bizim AFAD’ın koordinesine girmemiz gerekiyordu. Direkt AFAD kriz merkezine gittik, orada kaydımızı yaptıktan sonra ilk lokasyonumuza geçtik. Orada, yeni sebze hali denilen yerin karşısında Akbal Apartmanı vardı. Çalışmalara başladık. Orada dört vatandaşımızı canlı, iki tanesini ölmüş olarak çıkardık. Sonra ilerleyen süreçte, zaten sabaha yakındı AFAD’ı arayarak başka bir lokasyona geçelim dedik. Sonra Zombaba Camii, Dumdum mahallesine gittik, orada Toprak ve Emir isminde çocukları çıkarma operasyonuna başladık. İki bina yan yana, aralarında iki metre mesafe var. İki farklı ekip olarak çalışmalara başladık. Burada en çok beni etkileyen şey, ikisinin arasında hangisini daha erken çıkarırız diye tercih yapmak oldu. Birini öncelemem gerekiyordu, ekibi ikiye böldüm. Bana göre Toprak daha şanslı gözüküyordu. Önünde dehlizi kazdık bilfiil konuşuyoruz, temas var, gördük. Bilinci açık, sıkıntı yok, uzanıp alacağız gibi gözüküyordu ama Emir’i alamıyorduk. Emir’in sadece elini görüyoruz, arada bir duvar, onun arkasında bir çift kişilik baza, onun arkasında Emir var.

-Peki çocukların varlığını nasıl tespit ettiniz, seslerinden mi?

-Biz enkaza girerken bir sessizlik sağlayıp orada sesli arama yapıyorduk. Prosedür bu şekilde işler. Enkaza ulaşınca, halkı, araçları susturup sesli ikazda bulunuyoruz. “Arama kurtarma ekibi burada, sesimi duyan var mı?” Bu çağrıyı öncelikle üç kez yapıyoruz. Eğer ses alırsak müdahale ediyoruz, almazsak başka bir varyanta seslenişimizi gerçekleştiriyoruz. “Arama-kurtarma ekibi burada, sesimi duyan varsa bir yere vur” diyoruz, eğer konuşacak, ifade edecek takati yoksa bu şekilde sesini duyursun. Depremde Zeynep teyzemizi çıkardık, 107. Saatte, beşinci günde. Onu, sadece elinde bir tahta parçasını duvara sürttüğü için bulabilmiştik. Bu tür şeyleri eğitimlerle pekiştirince eğitim de alınca var olan imkanları kullanabiliyoruz. Tekrardan Toprak’a dönecek olursak, açtık dehlizi kurtaracağız, bir ayağı kolonun altında kalmış, rükuda eğilmiş gibi duruyordu. Biz ayağını görmüyorduk. Yatak vardı aramızda. Bu süreçte almaya çalıştık ama ayağı sıkıştığı için alamıyorduk bir türlü. O da şok halinde olduğu için bize bilgi veremiyordu. Ayağım sıkışmış diyor ama ayağı kolona sıkışmış. Bu yüzden alamadık. Takriben 45. saatlerdi, ben 45 dakika dinlendim, ekipler devam etti. Sonra geldim, çıkardınız mı, dedim, yok dediler. Daha sonra çıkarabildik. Çıkarırken ayağına zarar vermemek adına hassas bir çalışma yaptık, çok şükür ayağına da bir şey olmadı, çıkardılar. O sırada arkadaşlarla ayaktaki morlukları görünce kangren oldu sandık ama çok şükür sağ-salim çıkardık. Daha sonra yan tarafta Emir’i kurtarmaya gittik. Beni çok duygulandırdı. 9-10 yaşlarında bir çocuk. Teskin etmeye çalışıyoruz. Ama babasının yanında buz gibi olduğunu söylüyor, biz biliyoruz babasının vefat ettiğini ama diyemiyoruz. Babasının uyuduğunu, ondan üşüdüğünü söylüyoruz. Süreç ilerliyor, kurtulma arzusu artıyor artık ne zaman kurtaracaksınız diye sormaya başladı yeniden. Sonra saati sordu, ne yapacaksın dedim, ölüm saatimi hesaplayacağım dedi. Artık yaşamdan ümidini kesmeye başlamıştı. Emir’in önündeki bazayı çekerken annesinin cansız bedeniyle karşılaştık. Babası da orada vefat etmiş, üzerini örttük üşümesin dedik. Sonra Emir’i almaya çalışıyoruz. Altına yaptığını söyledi çekinerek, biz de sıkıntı olmadığını, yanımızda kıyafet olduğunu söyledik. Bir yandan ekip arkadaşlarımızla birlikte kendi çocuklarımızı düşünüp duygulandık. Bir anda hem yetim hem öksüz kaldı dedik. Teyzesi orada, eniştesi orada, hepimiz oturup ağladık, bir şey de yapamadık sadece onu sağlık ekiplerine teslim ettik.

-Birçok insanı kurtarmaya çalışırken duygusal anlar var, bu duygusal anlar kurtarma işini nasıl etkiliyor, nasıl üstesinden geliyorsunuz?

-Biz bu eğitimleri alırken psikososyal anlamda da eğitimler aldık. Özellikle bu tür operasyona gelenlerin neyle karşılaşacağına dair eğitimler aldık. Kurtarma anında olur da ekipten biri etkilenirse biraz kenara çekip dinlenmesini sağlarız ya sigara içilir ya ağlanır bizde sigara içen yoktur, genelde ağlanır.

-Ekibiniz kaç kişi?

-Benim ekibim 82 kişi olmasına rağmen, 30’a yakını tam eğitimli, kalanlar gönüllü ama eğitim almış kişilerdi.

-82 kişi kaç ekibe bölündü?

-İki jeneratörümüz olduğu için iki ana kurtarma ekibi olduk, beş tane farklı küçük tim oluşturduk. Çok fazla alanda arama kurtarma yaptık. Onları yönlendirdik, “canlıyı bulun müdahalelerini yapın”. Böylelikle diğer yerlere de ulaşmış olduk. Toplam yirmi yedi enkazda çalışmış olduk.

-Bu enkazları AFAD mı haberdar etti?

-İlk gün biz lokasyonu almıştık, bitirmeden çıkamıyorduk. Bitirdikçe yan taraftaki enkaza geçiyorduk. Dumdum mahallesi boydan boya yıkılmış.

-Peki mahalle yıkıldıysa aralara nasıl giriyorsunuz?

-Ara boşluk ya da enkazların üzerinden binanın yapısına göre hareket ediyorduk. Genelde üstten girerek kurtarma yaparız.

-Toplamda kaç kişi kurtardınız sağ ya da yaralı olarak?

-Van ekibi olarak 41 vatandaşımızı sağ olarak kurtardık, 76 vatandaşımızı da ölü olarak çıkarıp yakınlarına teslim ettik.

-Vefat etmiş olarak enkazdan çıkardığınız insanların yakınları sizi orada bekliyor, tepki veriyorlar mı size olumsuz olarak?

-Öyle bir şeye mahal vermedik. Cansız olsa dahi belirlenen sayıda insanları bulmaya çalıştık ve hepsini bulduk. Özellikle bu olayı Zümrüt Apartmanı’nda yaşadık. Çeşitli illerden gelen ekiplerle yaşadık, sonuçta ben bölge koordinatörlüğü yaptığım için benim altımdaki 15 ilden gelenleri de yönlendirdim. Onları da koordine etmek zorundaydım. Dönüşümlü çalıştılar, elhamdülillah büyük enkazları temizleyip, bütün cenaze sahiplerine cenazelerin vücut bütünlüğünü bozmadan teslim ettiler. Özellikle “vücut bütünlüğü” diye vurguluyorum. Bazı olaylar yaşanmıştı. Acil akrabamı çıkarayım derken, insanlar yaşayan akrabasını öldürdü. Enkazda öncelik canlı, canlıyı bulmazsak ölmüş olan insanları çıkarırız.

-Maddi olarak çok yorgunluklarınız oluyordur. Ortalama kaç saat uyudunuz günde?

-Hiç uyumadık iki gün. Allah güç veriyor ama vardiyalı çalıştık. Bir grup çalıştı, bir grup dinlendi. Enkazlardan ses geliyor zaten uyuyamıyorsunuz. İlk iki gün su içtik, pek bir şey yemedik, su içtik sonra sonra ekmek-çorba bulduk, yemeye başladık. Yanımızdaki yiyeceklerimiz bitmişti. Deprem bölgesinde bununla uğraşmamak için yanımızda getiririz ama bittiği zamanlar da oldu. Halk, devlet yardım etti.

-Tüm sizinle birlikte çalışanlarla birlikte ne kadar insan kurtardınız?

-78 canlı, 230 tane ölü çıkardık.

-Devletin çeşitli birimleri Kızılay, AFAD gibi birimlerle ilişkiniz nasıl oluyor?

– “Bu süreçte devlet var mıydı?” sorusu çok soruldu. Mesela bize mazot desteği sağladı AFAD. Devlet yoksa kim vardı? Devlet vardı ama bazı noktalarda zayıf kaldı denebilir. Süreci oturtup krizi yönetme anlamında bazı zayıflıklar olabilir ama süreç beklenilenin üzerinde bir performans gerektiriyordu. 10 il olması hasebiyle şu an 9 bin küsur enkazdan bahsediyoruz. Her birinin başına 5 kişi koysak 10 bin insan ediyor yani personel anlamında. Öyle bir imkân yok. Türkiye’deki tüm arama kurtarma ekibi sayısı 10 bin yoktur herhalde. 10 bin değil hatta 4 bin yoktur.

Devlet vardı ama zayıf kaldı, belki bir şehir olsaydı yönetebilirdi ama 10 şehir büyük bir organizasyon; insani yardımı organize etmek, takibi ve koordinesini sağlamak büyük bir iş. İnsanlar bunu görmüyor. Sadece sahada illa enkazın başında AFAD olsun diyor ama Adıyaman’da AFAD 10-20 kişi, zaten bu insanların yarısı ölmüş. Bunu düşünmek lazım. Toplum olarak şuna ihtiyacımız var. Mesela ben Japonya, Çin, Kanada, ABD gibi yerleri araştırdım. Bu işin duayeni Japonlar gibi görülüyor, onların eğitim müfredatında ilköğretimde bile afetle ilgili dersler 100 saat, bizde 6 saat. Bu da büyük felaketleri yaşamış bir ülkede az, hakkıyla da anlatılmıyor zaten.

-En iyi çalışan arama-kurtarma ekibinin İsrail olduğu söyleniyor, doğru mu?

-Bilmiyorum hocam, ben Adıyaman’da çalıştım. Onlar herhalde Antakya’da çalıştılar, bilmiyorum o yüzden.

-12 günlük tecrübeniz size öncekilerden farklı olarak ne öğretti?

– Daha önce ekibimi yönetiyordum ama burada sahayı yönetmek durumunda kaldım. Sahayı yönetmek, ekibi yönetmekten daha zor. Hani devlet yok diyorlardı ya bir nevi devlet gibiydim ben de. Herkes benden bir şey istiyor. Operasyonu yönetmemi istiyor. Ben orada anladım devleti. Devlet yok diyorlar. Kabul etmiyorum. Ama zayıf kaldı, ben de zayıf kaldım. Bazı yerden ekibi çekmem gerekti, nakletmem gerekti.

-Arama-kurtarmanın zayıf olduğunu söylediniz, devletin bu yöndeki çalışmaları eskiye göre nasıl?

-17 Ağustos’tan sonra biz eğitim alacak yer bulamıyorduk. Sadece İstanbul itfaiyesi vardı, o da boş zamanlara denk gelirsek, onların da kendi eğitimleri var. Orada bazı sevdiğimiz abilerimiz hafta sonlarını ayırdı da biz bir şeyler öğrenmeye başladık. Ama şu an devlet her anlamda, özellikle AFAD, geçtiğimiz yıl birçok ilde eğitim verdi. Tatbikatlar yapıldı bu yıl. STK’lar da bu işlere el atmalı. Bir nevi davet olarak da düşünülmeli. Bu işlerde çok şeye şahit olduk. Mesela Koşu Parkı’nda Alevi bir vatandaş ve ailesini çıkardık, 5 kişi. Bana dedi ki Allah, Muhammed, Ali senden razı olsun. Yani biz kimsenin dinine, meşrebine, mezhebine karışmıyoruz. Çünkü biz, mazlumun dinini sormuyoruz orada, insan kurtarıyoruz.

-Binaları görüyorsunuz, bu binaların yıkılmasındaki faktör uygun yapılmaması mı yoksa depremin şiddeti mi?

-Bundan 9 yıl önce Azerbaycan’da 7.3 büyüklüğünde deprem oldu. Orada yıkılan bina yoktu. Oradan gelen vatandaşlara sordum, Ruslar yapmış, muhkem yapmış dediler. Mesela Japonya’da depremde bir kişi yaralanmış, o da Türkiye’den gitmiş camdan atlamış. Yani anlatabiliyor muyum meseleyi? Bizim devlet anlamında bazı şeylerimiz var. Hatır-gönül meseleleri var yerel yönetimlerde, belediyelerde özellikle yapı denetimi noktasında reforma ihtiyacımız var.

-Son olarak ne söylemek istersiniz?

-Bütün STK’ların bu yükün altına ellerini koymalarını isterim. Devlet bir yere kadar. Tamam devletin bir gücü var, bir potansiyeli var ama STK’lar da bu sahada olmalı, çünkü biz gördük, süreçte STK’ların ne kadar faydalı olduğunu, imkanların nasıl seferber edildiğini ve insan gücü noktasından da büyük bir potansiyel olduğunu. Ayrıca devletimiz de gördü, halk da gördü. Dönüşler bu noktada iyi. Arama kurtarma ekipleri kurulsun, eğitimler alsınlar. Sonuçta biz bu afetlerle yaşayacağız. İlerde başka afetler de bizi bekliyor. Kuraklık gibi afetler mesela. Akademik çalışmalara ihtiyaç var, bunların önü açılsın. Deprem ile ilgili verileri okuyup değerlendirebilmeliyiz. Mesela Adıyaman özelinde söylüyorum, diğer illeri görmediğim için bir şey diyemem. Yapı stoku yaşlı olan illerin değiştirilmesi lazım mesela. Ciddi manada bazı binalar tuz buz oldu. Kum tanelerine dönüştü. Yani belirlenen limitlerde çimentosuydu, karışım maddeleriydi, bunları denetleyecek yapı denetim şirketleri Van depreminden sonra arttı. Ama şu an yine bu bizim rutin Türkiye hâli, hatır-gönül işlerine döndü. Deprem idare etmez, yok eder. Hayat kurtarmak, yaşamak için bina yapıyoruz, mezar inşa etmeye gerek yok. Bu anlamda İslami STK’lar bu alanlara kayıp tebliğ de yapabilirler. Zümrüt Apartmanı’nda bize, devlet ile aramız iyi değil, sizle de iyi değil ama biz sizi böyle bilmiyorduk, dediler. Kendinden olmayana el atmazsınız sandık ama siz sürecin başından sonuna kadar cenazemizi bile bizden çok ağlayarak çıkardınız.

Ülkemizde şöyle bir açmaz var; zekât veririz, kumanya yaparız, fitre veririz, insanlara yardım ederiz. Gönlü zengin bir milletiz. Ancak Arama Kurtarma ekiplerine bağış yapma noktasında çok zayıf kalıyoruz.

-Hepinizden Allah razı olsun, Allah sağlık afiyet versin, bir daha yaşatmasın. Selam ediyoruz.